KÜLTÜREL İNKÂR TARİHİ BİR İNTİHARDIR!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız ifade merhum Ahmet Hamdi Tanpınar’a aittir.

Bir ülke insanına kültürü inkâr ettirilirse, diğer bir deyimle toplumsal bir kültürün inkârı, bize göre toplumsal bir intihardır.

Ahmet Hamdi Tanpınar bu durumla ilgili “kültürel inkâr” ifadesini kullanmıştı.

Bu kavramlar mana itibarıyla çok zengin ifadelerdir ve kapsamlıdır.

Geçmişte olup bitenleri bünyesinde taşımaktadır..

Tanzimat döneminden tut Sultan Abdülhamid’e kadar, Sultan Abdülhamid’den günümüze kadar…

Hiç kuşkusuz ki, bir toplum kültürünü, inancını, tarihini kaybedip de yaşayamıyorsa veyahut yaşamak istemiyorsa, bize göre o toplumun geleceği karanlıktır.

Hem de zifiri karanlıktır..

Muammadır..

Kendi kendine “yok” saymaktır..

Şer yapılara açıkça, kendi kendini kurban ettirmektir..

Tıpkı ev sahibinin hanenin kapılarını açık bırakması gibi..

Ev sahibinin çatıda uyuması gibi..

İte, kopuğa, hırsıza; fırsat tanımak!..

Ki o hırsız, bir de ev sahibinin “canına kast” etmek istiyorsa!...

“Uykuda” öldürür..

İşte bir toplumun kültürünü, tarihini, inancını, medeniyetini inkar etmesi; “kapısız” ev gibidir!..

Yani, çobansız sürü misali!

Kültürel emperyalizmin “kurtlarına” fırsat doğar..

Nitekim, Türkiye “kültürel emperyalizmin” rotasında yürüyor..

Tabiri caizse, gaflet uykusuna dalmış uyuyor.

Bir gün uyandığında, bakacak ki hiçbir şey kalmamış..

Tüm varlığı talan edilmiş...

Per-ü perişan

Dizini dövse de, iş işten geçmiştir..

Sormazlar mı?

Neden uyuyorsun, bu nasıl bir gaflet ve delalettir?

İslam ümmetinin, başta Türkiye dâhil olmak üzere tarihini ve tarih gerçeklerini, İslam hakikatlerini, İslam’ın savunuculuğunu yapan o kahraman aba ecdatlarının tarih önünde çarpışa gelmiş kahramanlar silsilesinin varlığını nasıl oluyor da, bugün inkâr ediyorsun!...

Yok sayıyorsun..

Bilmiyor musun ki;

Bu inkârcılığın, kültürlü bir ülkeyi kültürsüz hale getirmen ve o kültürsüzlükle anılan bir ülke olman, yarın huzur-i ilahide nasıl hesap vereceksin?

Bu milletin, bu ümmetin iki eli, bu işin müsebbiplerinin yakasında olmayacak mı?..

Elbette ki olacak..

Ve tabi ki, geçmişi unutturmanın cezası da huzur-i ilahi olacaktır..

Ama en ağır müeyyidelerle…

Bu kültürsüzlük, kocaman bir asrın insanını inkârdır...

Ne yazık ki, bugün mevcut gençliğin yüzde 80’i batı emperyalizminin papaz ve keşişlerine benzemekte...

Sakalını o şekilde bırakıyorsa ve kendi giyim kuşamını, hal ve hareketlerini, onlar gibi yapıyorsa...

Batının ve batılın rotasında yürüyorsa, sen o gençlikten ne bekleyebilirsin ki?

Ne gibi bir mana verebilirsin ki?

Ne mümkün?.

Ortaya çıkan tablo karşısında o devlet, kendi kendini sorgulamalıdır.

“Ben bu gençliğe ne verdim ki ne istiyorum?..”

Toplumsal bir hastalığa maruz kalan bir ülke, başta devletin varlığını temsil eden, devletin tüm kurum ve kuruluşları, resmi kurum ve kuruluşlar mutlaka gerçek manada o toplumu milli iradesiyle temsil etmesi gerekir ki “şifa bulsun”, o hastalıktan kurtulabilsin!.

Çünkü milli irade devreden çıkarsa, tarihi kültür de devreden çıkar.

Her geçen gün gençlik mutlak bir vahşetle tanışmış olur ki; ülkenin varlığına, temeline dinamit atılmasından beter bir tahribat oluşur..

Ki hal-i pür melalimiz orta yerde..

Bu itibarla kültürünü kaybeden mariz ve hastalıklı bir hale getirilen bir toplumun portresini Bediüzzaman Hazretleri yüz yıl önce şöyle çizmiştir.

“Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kur'ân'dır.

Azametli, bahtsız bir kıt'anın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, İttihad-ı İslâmdır.”

Tek kelimeyle bunu söylüyoruz.

Bir toplum, gençliğini imanın aydınlatıcı inancıyla donatmamışsa veyahut donatmıyorsa, o gençlik her halükarda karşısına imansız bir gençlik olarak çıkar ve her tarafı darmadağın eder.

Böylelikle ülke yepyeni terû taze bir kültür, bir unsuriyet yerine, iman nuruyla tanışmak istiyor.

Bundan değil midir ki Akif’in feryadı bu yöndedir;

“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?

Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!”

* * *

Bolşevik baykuşların seslerini duyan o büyük Üstad Bediüzzaman Hazretleri, devleti bu badirelere sürükleyen büyük kafalara hep seslenmişti?..

“Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz.

Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor.

Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur.

Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”

En derin saygı ve sevgilerimle.