LAİK SİSTEM VE TÜRKİYE’DEKİ MİMARLARI!?

Evet, sevgili okurlar.

Yıllardan beri bu köşede yaptığımız, yapmakta olduğumuz ve yapacağımız tüm sohbetlerin ana çizgisi ve temel amacı "İslam davasını" üstün tutmaktır…

“İ’la-yı kelimetullah” uğruna çalışmaktır…

Siyaset dünyasını da İslam’a hizmet etme çağrısında bulunmaktır..

Çünkü, İslamsız bir ideoloji, bir fikir, bir düşünce ve dava hiçbir zaman sonuç veremeyeceğini bilenlerdeniz…

***

Güllük gülistanlık olan ülkemiz; insanlara hizmet vermek ve insanları üstün tutmak, ama tüm bunların temelinde yatan dava İslam’a hizmet etmektir…

Allah’a ulaşmaktır..

Onun yolundan sapmamaktır.

İlim ve irfan yuvası olan üniversitelerimizde gençliğimizi inanç ve iman derslerine ağırlık vererek, eğitmelerini sağlamaktır…

Ki ülkeye ve millete yararlı, temiz evlatlar yetiştirebilsinler…

Biliyoruz ki, yetiştirilen o gençlik de temiz siyaset yaparsa, çıkar ve rant kirlenmesinden uzak durursa, ülke ancak o zaman sahil-i selamete kavuşur…

Ama ne yazık ki, "yaşadığımız zamanın siyaseti" bu minvalde seyretmiyor..

Sıkıntı büyük..

Onun için de; "sohbetlerimizin" hemen hepsini bu hakikat üzerinde yürütmeye çalışıyorum..

Gerçeklerimize vakıf olalım!...

***

Velhasıl..

Mevcut siyaset savunucularının savunmaları "kalıcı ve daimi" değil…

Belki, bir müddet için geçerlilik arz edebiliyor….

Ama sonra yine bildik; "tahribatları" üretmeye devam ediyor!…

Çünkü siyaset dünyası karmaşık bir dünya içerdiği için, ne kadar oy potansiyeli fazla olursa olsun, bize göre "müesses nizamın" hak yoluna girebilmesi için; pek de kıymet-i harbiyesi yoktur..

Zira, siyaset kalıcı bir dünya kimliğine sahip değildir…

Siyasetin gücü ne kadar fazla olursa olsun, dağları ve ovaları dolduran güce sahip olsa bile, kesinlikle her zaman için zeval bulma tehlikesinden kendini kurtaramaz…

Lakin felsefesinde, karakterinde "dava siyaseti" yok!…

Zamana göredir…

O nedenle oy potansiyeli fazla da olsa, geçici kazanıp koltukta otursa da, kesinlikle kalıcı değil…

Her daim kaygan zemindedir…

Pek tabi ki, "oy çokluğu" o siyasettin liderini tüm gerçeğiyle koruyamaz!…

Hele ki etrafındakilerin "fikriyatı, hayata bakışları" menfaat kurguluysa..

Dayandığı gerçekler, "hak, hukuk, adalet" içermiyorsa..

Çıkar ve menfaat ön planda tutuluyorsa; "o siyasetçi" şunu iyi bilmelidir etrafındaki güç "geçicidir.."

Davayı sahiplenmeleri, "davaya" inanmışlıktan değil, "dava" üzerinden temin edecekleri ranttır..

Nitekim tarih buna şahittir.

***

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bununla ilgili açıkça ayet vardır.

Ayet-i celile bize mealen şöyle diyor;

“Nice nice azınlıklar var, kisvet ve çoğunlukta bulunanlara galebe çalabiliyor ve yenebiliyor.

Zira o azınlıkta olanların işleri samimi ve içtenlikledir...

Onun için daima galebeye hazırlıklıdırlar...”

Ama öte tarafta samimi olmayanların ne kadar oyları çoğunlukta da olsa, o oylar yüzeysel oylardır, samimiyete dayalı oylar değildir.

Calut ile Talut’un orduları gibi.

Talut, kuvvetleriyle yola koyulduğunda askerlerine şöyle der,;

"Bakın..

Allah sizi bir nehirle imtihan edecek..

Ondan içen benden olmayacak, onu tatmaktan sakınan ise benden olacaktır.. Ondan sadece bir avuç dolusu içen ise affa mazhar olacaktır..."

Ancak birkaçı dışında hepsi "O nehirden" su içer…

O ve ona inananlar nehri geçer..

Nehirden su içip geçenler ise şöyle derler…

“Calut ve askerlerine karşı bugün hiç gücümüz yok..”

Yani peşinen; "yenilgiyi" kabul ediyorlar…

Kesin olarak Allah'a kavuşacaklarını bilenler ve inanlar onlara şöyle der;

“Nice küçük topluluklar, Allah'ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir.. Zira Allah güçlüklere karşı sabırlı olanlarla beraberdir..” Ve "savaşı" kazanıp, başarıya ulaşırlar..

Devletlerini kurarlar…

Talut’un ordusu Hz. Davut’un himayesinde yeryüzünün hâkimiyetini ele geçirir…

* * *

Günümüzdeki, hatta ülkemizdeki siyasi arenaya bir ders-i ibret ihtiva ediyor..

Ama anlayana..

Çünkü, ülkedeki siyasette olup- bitenler ortada.

Boş kalabalık…

Boş teneke  misali "tıngırtı" sesi veriyor…

Davaya inanmışlık yok...

İnanç ve imanla siyaset yapanlar azınlıkta olsa bile, netice itibariyle bilinçli hareket ediyorlar ve galebe ellerine geçer.

Bu ayetten vermiş olduğumuz örnek, kesin ve kat’i bir delildir.

***

Türkiye’mizdeki, "siyasetin" hayat felsefesi bellidir.

1950’lerden günümüze kadar..

Ne kadar muhafazakâr partiler varsa..

Ki başta Demokrat Parti olmak üzere, “millete bir şeyler veriyoruz deyip milletin oylarını" almışlardır…

Ama, "müesses nizam" ve "davaya inanmamışlık", hele ki "menfaat" odaklı güruh yapıların oluşturduğu ağ; hep mağlubiyete mahkûm ettirmiştir...

Pek tabi ki, Türkiye’deki seküler anlayış ile seküler olmayan din mefhumuna dayalı anlayış; daima zaman boyunca çarpışa gelmişlerdir.

Seküler anlayış, her ne kadar devleti ele geçirmiş, yazılı ve görsel medyayı ele geçirmiş ise de seküler olmayan anlayış, inanç ve imana dayalı olduğu için daima galip olmuştur…

Tabi siyasi kulvarda değil; millet vicdanında hep galip gelmiştir..

Davalarını sağlam tutmuşlardır.

Ve “Nur” dünyası gibi hep ayakta durabilmişlerdir…

Zira seküler anlayış her ne kadar yıllardan beri devletimizin bünyesine sızdırılmış, meşruiyet kazanmış ise de kesinlikle hükmen meşru değildir.

Çünkü millet, o seküler anlayışa gönül vermemiştir, oy da vermemiştir.

* * *

Sevgili dostlar.

Deneyimli kalem sahibi Sayın Mehmed Şevket Eygi Beyefendinin dünkü Milli Gazetedeki yazısına bir bakalım…

Ciddi ve düşündüren bir yazı..

Sayın Eygi aynen şöyle diyor;

“Venezuela konusunda fazla bilgim yok ama son krizde Maduro’yu destekliyorum. ABD’yi ve müttefiklerini desteklesem, aynı şeyin ileride bizim başımıza gelebileceğini hesaba katmamış olurum…

Kurulması düşünülen Kürdistan’ın en büyük zararı Müslüman Kürtlere olacaktır. ABD ve İsrail bir şeyi istiyorsa, o, Müslümanlar için iyi ve hayırlı değildir...

Barzanî ailesi, tarih boyunca nice hahamlar yetiştirmiştir.

On dokuzuncu asırda büyük sayıda Kürt Yahudisi vardı. Onlar ne oldular? İki kimlikli oldular.

Her sene İsrail’den Hacı Bektaş’a gelip semah yapan Yahudi Aleviler olduğunu biliyor musunuz?

Tek kimlikli gerçek Alevileri tenzih ederim…

Asıl ismi Şimon Zvi olan Selanikli eğitimci Şemsi Efendi, Hahambaşı Hayim Nahum, asıl ismi Moiz Kohen olan Tekin Alp...

Bu üçü laik sistemin mimarlarıdır.

Müslüman kavimleri birbirine düşman eden ve Ümmet binasını yıkan bütün küfür ve nifak ideolojilerini Yahudiler çıkartmıştır.

Türkiye Müslüman bir ülke.

Niçin en büyük tv kanalı Müslümanların değil?

Müslümanlar medya konusunda niçin azınlık statüsünde?

Hz. İsa aleyhisselamın şu sözünü her akl-ı selim sahibi Müslüman beynine kazısın: Ben Allahın izniyle ölüleri bile dirilttim ama geri zekâlı ahmaklar için yapabileceğim bir şey yoktur.

***

Kâfirler ve münafıklar, Ümmet birliğini yıkmak için Müslümanları, birbirinden kopuk bin parçaya ayırmak istediler. Müslümanların büyük bir kısmı da bunu yaptı.

Günümüzün en büyük fitnesi, 1924’ten beri Müslümanların, kendisine biat ve itaat edilmesi gereken bir İmam-ı Kebir’den mahrum bulunmalarıdır.

Okumuş bir Müslüman olarak yazıklar olsun sana!.. Cebinde üç bin liralık telefonun var ama elli liralık bir dolmakalemin ve yine elli liralık güzel bir defterin yok.

Bu Dine, bu Millete, bu ülkeye en büyük zararı, dini imanı para olan din sömürücüsü haşarat veriyor.

Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını bilmeyen Müslüman noksan bir Müslümandır.

Kalben emr-i maruf yapmak, iyi şeyleri sevmek, iyilikleri istemek, kötülüklere buğz etmek her mü’min için farzdır.

Emr-i marufu ve nehy-i münkeri terk ve tatil eden bir İslam toplumunun azaba maruz kalacağı haber verilmiştir...”

En derin saygı ve sevgilerimle.