LAİKÇİ TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? (III)

Evet, sevgili okurlar.

“LAİKÇİ TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?” sorusuna cevap aranıyor olursa, cevabını yine bizden okuyacaksınız.

Laikçi Türkiye’nin tarihi Emanuel Karasu’ların, Moiz Kohen’lerin, daha isimlerini sayamadıklarımızın, Osmanlının içerisine gizliden gizliye sızmalarına dayanıyor...

İsim, unvan ve pozisyonlarını değiştirip devlet bünyesine ve en ücra köşesine kendini yerleştirmiş, kuzu postunu giymiş birer hain saldırgan kurtların, gücü ele geçirmelerine dayanıyor...

Çünkü “bu hainler” kocaman bir cihan devletini yok edebildiler...

Ki o zaman, onların döneminde açık ve net olarak “laiklik” kelimesi henüz Türkiye’de yasallaştırılmamıştı.

Batılılaşma unvanı vardı...

Batılılaşma aşkı vardı...

Milleti dinden, imandan uzaklaştırarak haramı helale, helali harama çevirme kültürü enjekte ediliyordu...

“İrtica” naraları atılıyordu.

1840’lı yıllarda kaleme alınan Tanzimat Fermanı’yla başlayan batılılaşma hayranlığı, Osmanlı’yı “çökertmenin” ilk adımıydı...

Devletin temeline sızan, ama elle tutulmayan, gözle görülmeyen, ancak büyüteçle görülebilecek ucube batı hayranı bakterilerle, devleti bataklığa sürükleyen batılılaşma anlayışı yerini edinmeye başladı...

Bu iş II. Abdulmecid’den başlarken, padişahın danışmanları kirli beyne sahip, Paris’ten ve Londra’dan diploma almış masonik kafaların mevcudiyetiyle idare ele geçirilmeye başlandı...

Bunlar devlette söz sahibi oldu...

Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi laikliğin ana tarihi ve ana kaynağı; meşhur bilinen Emanuel Macron’un Fransa’sının ihtilal-i kebiri denilen büyük ihtilaline dayanmaktadır...

Yani, 1770’lere dayanıyor...

Ancak 1800’lü yıllarda Mısır’a ve Türkiye’ye gizliden gizliye yerleştirilmeye başlandı.

Kilisenin din adamları olan papaz ve rahipleri devletin içinden uzaklaştırmak için yapılan bir “laiklik” anlaşması söz konusu olmuş ise de aslında hedef İslam dünyasına bunu ihraç etmekti.

Ve ne yazık ki hedeflerine de ulaştılar.

Bugün Fransa laik değildir.

Anayasalarında varsa da “laikliğin” semtinden bile geçilmiyor.

Zira Papa söz sahibidir, Vatikan söz sahibidir.

Hem Amerika’ya, Hem Avrupa’ya, hem batı dünyasına söz geçiren Hıristiyanlığın temel gücüdür Papa ve Vatikan!.

Buna rağmen, “laiklik” artık nerdeyse sadece sözde kalmıştır.

Batı dünyasında ve Amerika’da silinmiş durumda.

Zaten Yahudi, tenezzül edip de kendi devletinin içine bile sokmamıştır laikliği.

Çünkü onlar Tevrat’tan tahrif edilmiş, değiştirilmiş Talmut’a inanıyor.

O da hurafelerle dolu tabi.

Gelelim Türkiye’mize.

Bizim için önemli olan Türkiye ve İslam dünyasıdır.

Ki Türkiye’nin temelini dinamitleyen bu anlayış, beraberinde cumhuriyetin kuruluşuyla Kemalizm’i de getirdi.

CHP’nin altı okunu da getirdi.

Ve o altı okun bünyesinde Kemalizm anlayışı ile Atatürkçülük istismarlığı oluşturuldu.

Ve bu kavramlarla ne yazık ki Türkiye’de “batılılaşalım” sloganlarıyla nerdeyse batılılaşma yerine batırdılar.

Yani milli ruhu batırdılar.

Milli mefhum ve iman kavramlarını gençlikten uzaklaştırabildiler.

* * *

Sadedimize gelelim.

Evet, cihanşümul bir dünya devleti olan Osmanlıyı Tanzimat Fermanı’ndan ta Ulu Hakan Sultan Abdülhamit’e kadar “yok edebilme” adına enva-i senaryolar tatbik ettiler..

Devletin bünyesine sızdırılan çok kötü niyetli kafalar ve Yahudi ve Ermeni devşirmelerden oluşan unsurlar, devletin yönetim kadrolarına ve yasama şekillerine hâkim oldular.

Ta ki İttihat Terakki Cemiyeti kuruluncaya kadar..

Ki ondan sonra da, katbekat güçlendiler...

İşte CHP ve mevcut diğer siyaset unsurlarımıza ve iktidarlarımıza varıncaya kadar, hep bu iş böyle devam etmiş durumda.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Gerçekten manzara çok kötü görünüyor.

Görüntü nefret verici ve hiç de hoş değil.

AK Parti, iktidar partisidir.

18 yıldan beri iktidardadır.

İnanın, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük bir siyaset ve devleti yönetme kabiliyeti olmasına rağmen, yönetim çarkı çok ciddi olumsuzluklar içeriyor...

Korkarım ki bu haliyle, yani devletin birçok önemli kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesine yerleştirilmiş çok gizli, hileli devşirmelerle dolu bakteri unsurlar, büyük bir yıkıma neden olacaktır?

Özellikle devletin hangi kurumunun kapısını çalarsanız çalın, işler yığınla dolu..

Ama işleyen bir bürokrasi yok...

İşe gelen yok...

Büyük bir keyfiyet var..

Dosyalar üst üste yığılmış...

İktidarı temsilen devleti yöneten bürokratlar apayrı bir havada, saltanat sürdürüyor...

Her ne kadar bürokrasinin başı işten alınıyorsa da alt kademedeki HDP ve PKK yandaşları işbaşında ve yeni gelen bürokratları da yanıltma başarısı içinde çalışıyorlar.

Yani Belediye Başkanı alınıyor, kaymakam alınıyor, ama atanan kayyımı yönlendiren alt kadro HDP tandanslı.

İlla buradan isimlendirmemiz mi gerekiyor?

Kendini beğenmişlerin makam işgalleri!...

Millete yukarıdan kuş bakışıyla bakarak, koltuğa oturanlar..

Bu tablo karşısında, mağduriyetler kan ağlar şekilde!...

Bize göre, yaşananlar Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın manen ruhunu incitiyor...

Zira Erdoğan başkanlığındaki bir Türkiye, kendilerinin de sık sık dile getirmiş olduğu gibi böyle yönetilmemelidir.

Elbette ki çok namuslu, dürüst, imanlı, mütevazı bürokratlarımız vardır.

Azınlıkta da olsa vardır.

Ama çoğunlukta olan vurgun ve kişisel rant peşine düşen nice devşirmeci, yani Ermeni dönmelerinin varlığı söz konusudur...

Ki bunlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, AK Partinin siyasetine ne yazık ki adeta tuzak kurmuş durumdalar.

Bölgeyi kazana benzetirsek, kazanın içindeki kepçe gibi hep karıştırıyorlar.

Halkı o kadar bıktırıyorlar ki “isyan” eder noktaya getiriyorlar...

Değişik isim ve unvanlar altında neler yapılmıyor ki?

Çok ufak bir örnek vermek gerekiyorsa buradan…

İşte, Basın İlan Kurumu..

İşte Dedaş..

İşte DİSKİ..

Ve daha sayabileceğimiz nice kurumlar var...

Bakınız Basın İlan Kurumu...

Bize göre devletin kurumu olmamakla beraber, kendini devlet kurumu olarak gösteriyor ve hem de dev bir kurum olarak bunu dikte ediyor!.

Yazılı medya kuruluşlarına konmuş sömüren bir çekirge ordusu mu diyelim, kan emici kene mi diyelim, yıllardan beri basın kuruluşlarının üzerine sallanan Demokles’in kılıcı mı diyelim?

Ne dersek diyelim.

Hiç hak etmediği halde, ne anayasa, ne hukuk literatüründe ve ne de mevzuatlarda yeri olmadığı halde, yönetmeliklerle gelen giden iktidarlarla anlaşarak, özellikle yerel basının devletten aldığı resmi ilanların üzerine konuyorlar.

Yüzde 15 gibi ağır bir miktarla bu gazetelerin, bu yazılı yayın kuruluşlarının haklarına ceberuti bir şekilde konarak sebepsiz yere zenginleşme biçimi yaşıyor.

Her yazılı basın kuruluşu devletten aldığı resmi ilan bedelini kendileri dahi toplayabilir ve banka hesaplarına yönlendirilebilir olmasına rağmen, illa ki bu basın ilan kurumu zorbaca “kendi tahakkümü” altına alıyor...

Hak etmediği halde- gazetelere gönderilen resmi ilan bedellerinin yüzde 15’ini haksız yere tahsil ediyorlar ve kurumun cebine indiriyorlar.

Peki, buna ağlayalım mı, gülelim mi?

Rastgele herhangi bir basın kuruluşunun alın teriyle kazanmış olduğu o resmi ilan bedellerinin yüzde 15’ini kesmenin yasada kanunda yeri olmamasına rağmen ki defalarca yazdık, çizdik, dava da açtık.

Ama heyhat!

Hiçbir netice alamadık.

Bu bir.

* * *

İkincisi ise DEDAŞ.

DEDAŞ’ın gelen ağır ve acımasız faturaları, tüyü bitmemiş yetimlerin ve öksüzlerin hayatını ve geleceğini karartıyor.

Rastgele bir kâğıt verir, kiraladığı insanlara fazla yüzdelik vermek suretiyle nereye gidiyorlarsa aboneleri söğüşlüyorlar.

Kabarık faturalarla vatandaşı rencide ediyorlar..

Ödeyemediği halde de elektriğini kesiyorlar.

Öte yandan fabrika sahipleri, büyük iş merkezleri, tarımla uğraşanlar vs. çok acımasızca ve kabarık faturalarla yüz yüze geliyorlar...

Millet şikâyet ettiği halde, kılını kıpırdatmayan bir AK Parti iktidarı hükmen ve zımnen bunu millete reva görüyor gibi.

Keşke böyle şeyler olmasaydı da biz de bunları yazmasaydık.

Hele hele DİSKİ rezaleti.

Daha üç gün önce yazmıştık.

Delilli ve belgeli.

Nedense çıt ses çıkmadı, bir cevap alamadık.

Yanlışımız varsa, buyurun tekzip etsinler.

Biz düzeltmeye hazırız.

Ama heyhat!

Yapamazlar, çünkü zaten işlem olarak ne yasada yeri var, ne kanunda yeri var, ne hukuk devletinde yeri var.

Rastgele, çöl kanunu gibi, HDP’den alışıla gelmiş bir uygulamayı hala sürdürüyorlar..

Ki iktidar, AK Parti.

Ortada HDP yok.

Kayyımlar AK Parti tarafından atandı.

Ve daha neler…

Bir de bazı ilçelere atanan kayyımların değişmeyen kadroları, kayyım gelmiş ama alt kadro değişmemiş ve rahatlıkla kayyımları yanlış bilgilendirmelerle, yanlışlar silsilesine, yönlendiriyorlar.

Buna dair tespitlerimiz var, günü gelince bir bir deşifre edeceğiz

Deveye demişler; “Boynun neden eğridir?

Demiş ki: “Benim nerem doğru ki?

Bunlar, toplumumuza zarar veren olumsuz yanlışlıklardır.

Keşke düzeltilse.

AK Parti bunları görmeli, üzerine eğilmeli, sorunları çözüme kavuşturmalıdır...

Böyle olmazsa, yüzyıldan beri CHP’yi iktidara getirmeyen bu millet, özellikle Doğu ve Güneydoğu insanı, CHP’nin veya HDP’nin kucağına mahkûm düşer hale gelir!

En derin saygı ve sevgilerimle.