LAİKÇİ TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR..? (IV)

Sevgili okurlar.

Öncelikle şunu ifade etmek isterim...

“LAİKÇİ TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR” başlıklı yazı serimiz, gerçekten “okur ve izleyiciler” nezdinde, çok büyük yankı uyandırmıştır...

Çünkü gerek okurlarımız olsun, gerekse izleyicilerimiz olsun “yazıya” dair, yüzlerce tebrik ve teşekkürlerini iletiyorlar...

Biz de gelen “teveccühler” üzerine bilmukabele diyoruz...

Şükranlarımızı, bizi okuyan ve izleyenlere sunuyoruz...

Her daim var olsunlar...

***

Değerli okurlar..

Gerçekten objektif ve bilimsel olarak tarihi olaylara bakıldığında, derin bir düşünceye tabi tutulduğunda, tarihi gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır..

Yeter ki “tarafgir” olunmasın...

Yeter ki siyasi ve ideolojik, tekçi fikirle “tarihe” ve tarihte yaşananlara bakılmasın...

***

Sormak gerekmez mi?

Laikçi Türkiye ne yapmıştır?

Nereden nereye kadar gelmiştir?

Devlet nerede, millet nerede?

Ülke coğrafyası ne kadar tehlikeli bir dereceye düşmüş olma düşüncesi nerede?

Soru ve gelebilecek cevapları düşünürken, tarihe bir bakmak lazım!

Şöyle ki...

Osmanlı’nın tarihteki zaferleri...

İstanbul’un fethi...

Tarih, 1453...

Tahtta, Fatih Sultan Mehmet vardı...

21 yaşında idi..

“İslami cihadla” harekete geçti..

Konstantiniyyeyi Bizanslıların elinden aldı..

İstanbul, artık İslam bayraktarlığı altındaki bir toprak oldu...

Avrupa’ya açılan kapı!...

1515’lere gelelim.

Tahtta, 1. Selim var...

Yavuz Sultan Selim...

O’nun cihadıyla, Osmanlı büyüdükçe büyüdü...

Viyana kıyılarına kadar at koşturuldu..

Avrupa, artık İslam toprağı olmuştu..

O günün devlet aklı, “Savunma Sanayisini” güçlendirmeye odaklı çalışıyordu...

Güçlendikçe güçlendi, Osmanlı!

Doğrusu, insan tarihteki bu zaferleri hatırlayınca; büyük bir gurur duyuyor..

Göğsü kabarıyor..

Cihanşümul Osmanlı devleti, dünya devletleri üzerinde büyük bir “tefevvuk” sağlamıştı..

Yer küresinin en üstün devleti olmuştu...

Zaferler ve Osmanlı’nın “savunma sanayisindeki” üstünlüğü, elde ettiği başarıları, derin ve kapsamlı düşündüğümüzde!..

Doğrusu, yaşananlar beni, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfâl” suresinin 60. Ayetine götürdü...

Şunu da ifade etmek isterim...

Bu Ayet-i celileyi bir haftadan beri merak saikasıyla, “tefsiri” açısından, irdelemekteyim...

Bazı tefsir kitaplarını araştırarak, inceledim..

Ayetin yüce meali aynen şöyledir;

“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.”

***

Takdir edersiniz ki, o dönemin savunma sanayisinin baş unsuru, savaş atlarıydı...

Tek ulaşım aracıydı..

Onların üzerindeki kahraman mücahit süvariler, ellerinde kılıç, kalkan ve oklarıyla; “zaferden zafere” koşuyorlardı...

Büyük bir ustalık, büyük bir beceriyle!

Bunu da yüce ayet-i celilenin emrine dayanarak, yapıyorlardı.

Böylece, dünyaya hükümran oldular...

Bilindiği üzre o dönemde ne ABD vardı, ne AB vardı, ne Yunanistan vardı.

Ve ne de Rusya vardı.

Tek devlet Osmanlıydı..

Karşısında ise Bizans İmparatorluğu vardı.

Osmanlının elindeki en büyük savunma silahı da Kur’andı ve Kur’anın emrettiği, yönlendirdiği, biçimlendirdiği şekliydi.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bugünkü Türkiye’mizin başında büyük devlet adamı olarak Recep Tayyip Erdoğan bulunmaktadır.

Sözde müttefikimiz olan ABD ve diğer NATO ülkelerine rağmen, bağımsızlığımızı zedeleyerek devletimizin, ülkemizin hukukunu çiğnemeye çalışmaktadırlar..

İşte, Recep Tayyip Erdoğan’ın onlara “Eyvallah” dememesi ve dünya kamuoyuna savunma sanayisini göstermesi çok önemlidir.

“Kötü komşu, insanı ev sahibi yapar” örneğiyle yola çıkarsak…

Fatihlerin, Yavuz Sultan Selimlerin gittiği yolda yürümesi, elbette ki şayan-ı dikkattir...

Pek tabi ki uyarıcı bir tablodur.

Osmanlı İslam devleti, tarih boyunca bu ayetlerin gölgesinde savunma sanayisini biçimlendirmiştir.

Erdoğan da aynı projeyi tatbik etme şansına sahiptir diye düşünüyoruz.

Bu düşünceyle de hareket ettiğine inanıyoruz.

Halis niyetle hareket ettiği için de başarı oranı yüzde yüzdür.

Çağımızdaki tüm İslam dünyasının medar-ı iftiharı olan Erdoğan’ı, Haçlı ve Siyonistlerin içlerine sindiremeyişleri de bundandır!.

Onun etrafını sararak kin ve düşmanlıklarının sebeb-i mucibesinin birincisi; O’nun “iman” gücüdür...

Ayasofya’nın açılışıdır...

İkincisi de ecdadımız gibi yüce Kur’an-ı Kerim’i sağ elinde tutup yüceliklere kaldırması ve üstün kılmasıdır...

Demek ki CHP’nin altı oklu inkârcı ambleminin düşüncesiyle kurulan “laikçi bir Türkiye” ne yazık ki yüz yıl boyunca ülkeyi bir yere getirememiştir.

Yine bu ülke insanı, güçlü bir iman mefkûresiyle tarihini unutmamış ve laikçi anlayış paralelinde değil, Erdoğan’ın düşüncesi paralelinde hareket etmektedir...

Erdoğan’ı devletin başına getiren bu millet bir daha CHP’yi iktidara getirme şansını da vermez.

Yeter ki bu iman cihetinde Erdoğan’la beraber olsun.

Var olduğu müddetçe Kur’an, Erdoğan’ın, bu ülkenin ve bu milletin sayebanıdır ve koruyucusudur diye düşünüyoruz.

Ama altı oklu, sekülarist laikçi bir anlayışla ülke ne savunma sanayini koruyabilir ve ne de haçlı düşmanlarının dostluğuna (!) güvenebilir.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar