Görüş Bildir

MUAZZAM VE MUAZZEZ BİR MEDENİYETİ GERİDE BIRAKTIK!?

Evet, sevgili okurlar.

Nereden nereye geldik?

Ne yazık ki İslam ümmeti olarak bugün yaşayamıyoruz.

Fırsatı kaçırdığımız gibi ipin ucu “p…” ellerinde.

Şimdi o kahraman ecdatlarımıza baktığımız zaman, onların yapmış olduğu kahramanlıklar, İslam uğruna vermiş olduğu cihat ve mücadele coğrafyaları katlediyor.

Ama en büyük üstünlükleri de içteki münafıkların devlet ve millete yapmak istedikleri hıyanetler dahi kökten kazılıyordu.

Dış tehlikeden daha fazla iç hıyanet tehlikesini savuruyorlardı…

Böylece iman nokta-i nazarında sadeleşen bir ümmet, önce içini temizliyor, sonradan dışarıdaki küfür dünyasıyla mücadelesini veriyordu.

İşte örnekleri; Selçuklular, Eyyubiler, Osmanlılar.

Bunlardan önce bir yandan Moğollar öbür yandan da Haçlılar, Müslümanların varlığını ortadan kaldırmak için büyük çabalar gösteriyordu.

Nitekim İspanya’dan Endülüs Emevi Devletini ortadan kaldırabildiler, Moğollar Bağdat’ı istila edebildi.

Neden?

Beceriksiz ve rantiyeci yöneticiler yüzünden.

Ama Türklerin İslam’a girişiyle Orta Asya’dan Türkiye’ye ayak basarken, Selçuklular çok kısa bir süreç içerisinde yeniden İslam’ın çehresini parlattılar.

İslam bayrağını yüceliklere taşıdılar.

Her şeyden evvel mükemmel ve muazzam bir ahlak üstünlüğüyle kurulmuştu.

Toplumun bireyinden tut tüm kesimlerine kadar tevhit inancının ağacının filizleri, herkesin kalbinde ve beyninde yeşeriyordu.

Yetişen genç, gerçekten bir İslam mücahidi olarak yetişiyordu.

Kahramanca çalışarak küfrün çeşitlerine, zulmün ve istibdadın erbaplarına hiç meydan bırakmıyordu.

Böylelikle devlet yüceliyordu.

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle, o kahramanların mirasına sahip çıkan bugünkü evlat ve ahfatlar ne yazık ki o manayı taşımadığı gibi, o ecdadı da temsil edemiyor.

Onun için batıl üzerine kurulan herhangi bir sistem, milletini yönetmek için zulüm ve istibdattan kendini hiçbir zaman arındıramamıştır ve bundan sonra da arındıramaz.

Hal-i âlem meydanda, görüyoruz.

Yüz yıldan beri kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı, ancak 18 yıldan bu yana kendini az da olsa göstermiş durumda.

Ondan evvel, hiç olmamış gibi batı hayranlığıyla Avrupa Birliği kapısında 55 yıl “kapıkulu” gibi bekleyen bir anlayış, memlekete bir şey verememiştir.

Ancak milletine dönüp, “kapıkulu görevindeyiz bekliyoruz” demekten başka bir şey söylememişler.

İşte Türkiye’nin bugünkü hali…

Hangi rejimle, hangi sistemle, hangi ideolojiyle devlet yönetiliyor?

Belirsizlik içerisindeyiz.

Şeklen bir anayasanın varlığı söz konusuysa da hiçbir zaman bu anayasa, bu yasalar, bu uygulamalar, milli iradeye cevap verememiştir ve verebilme şansı da görünmüyor.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Devletin tüm kurum ve kuruluşları çok büyük keşmekeşlikler içerisindedir.

Kimin ne yaptığı belirsiz…

Ancak şunu diyebiliriz “KİŞİSEL RANT ÖN PLANDA!”.

Sıradan bir memur dahi o dairenin başkanı gibi, müdürü gibi, hatta bakanı gibi kendinde bir yetki görüyor.

Vatandaş kapıyı açıp içeri giriyor, karşısında devletin işini gören munis ve itaatkâr bir memur yerine adeta firavunlaşmış, tağuti bir edayla vatandaşa cevap veriyor.

Ve verilen cevap da hep olumsuz, hep negatif.

Vatandaş, oradan pisipisine geri dönüyor ve hiçbir şey de yapamıyor.

Nitekim bugün Adalet Bakanlığı bünyesinde yapılan antidemokratik, hukuk dışı uygulamaların ayyuka çıkmış olması, bize o muazzez ve muazzam tarihimizi ne yazık ki unutturmuştur ve utançla geriye bakmak zorunda kalıyoruz.

Hani hukukun üstünlüğü, hani demokrasi, hani cumhuriyet?

Bu her üç kavram birbiriyle kenetlendiği zaman, devlet o devlettir, hukuk o hukuktur, adalet o adalettir.

İşte milli irade orada filizlenir.

Tuğba ağacı gibi yüceldikçe yücelir.

Sayeban olur.

Toplumun her kesimine gölgesini ulaştırır.

Adalet gölgesini, hukuk gölgesini…

Ama bugün özellikle Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’ün bakanlığı bünyesinde bulunan “adalet mekanizması”, ne yazık ki adalet çarkı yer yer ve zaman zaman tersine dönüyor.

Adliyenin ilk kapısından cezaevinin ortasına kadar gidelim görelim.

Hep rüşvet, para, rant, adam kayırma ve aracı bulma.

Hele hele şu icra dairelerinin müdürlüklerine bakın.

Orada, haklı vatandaşlar haksız görünüyor, haksız vatandaşlar da kaşla göz arasında haklı olarak evrak üzerinde değiştirilebiliyor.

Hatta dosyalar ortadan kayboluyor.

Çünkü içinde rant oynuyor, para oynuyor.

Dile kolay.

Gerektiği zaman bazı vatandaşların avukatlarına, dosyalarını takip etme şansı bile verilmiyor.

Avukat bey “Filanca dosyayı arıyorum, bulamıyorum, dosya yok” diyor.

Aradan iki gün geçer geçmez, o dosya başkasının elinde görünüyor ve aynı zamanda daire müdürü “korona virüsü” adı altında keyfi olarak hasta olmadığı halde, izne ayrılıyor, hem de dosyayı saklayarak ayrılıyor.

Buna ağlayacak mısın, gülecek misin?

Ve bunun gibi daha nice olaylar.

Deveye demişler: “Boynun eğridir.”

Demiş ki: “Benim nerem doğru ki?”

* * *

Milli Eğitim müdürlüklerine de gidelim.

Gençliğe okutulması kökten yasak olması gerekirken, sınıflarda yabancı ideolojilerle milleti birbirine düşürüp bölücülük ve dinsizlik propagandası yapan kitaplar çocuklara okutuluyor.

Irkçılık adına gençlik yetiştiriliyor.

* * *

Şu habere de dikkatinizi çekmek istiyorum.

“İstanbul Barosu önünde DHKP-C terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle ceza alan ve örgüt talimatıyla 238 gündür sürdürdüğü ölüm orucu sırasında ölen Ebru Timtik için düzenlenen tören ve Timtik’in İstanbul Barosu’na asılan dev pankartı ile ilgili bir açıklama yapıldı.

İstanbul Barosu, pankartın baro görevlilerine rağmen müdür yardımcısının odasına girilerek asıldığını iddia ederken, Baro Başkan Yardımcısı’nın söz konusu pankart önünde Ebru Timtik için ağlayarak yaptığı destek açıklamasına değinilmemesi dikkat çekti.

Ki Baro önündeki eylemde ‘Katil devlet’ şeklinde slogan atılmıştı…”

Bakınız, sevgili okurlar.

İşte başta söyledik ya nereden nereye geldik?

Yıllar yılı terör örgütü DHKP-C mensubu ve avukatı olan Ebru Timtik’in pankartını İstanbul Barosuna asıp “katil devlet” sloganı atan anlayış, ne yazık ki mevcut kanunların ve yasaların gölgesinde hayatiyet sürdürüyor.

Ancak ne var ki daima milli ruhla büyük ihlâsla yaşayan İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu Bey’in “Yazıklar olsun, suç duyurusunda bulunacağım” uyarısına rağmen, başka herhangi bir kesimden veyahut hukuk timsali olan baro mensuplarının hiçbirisinden milli bir infial gösterilmedi.

3-5 kişi tarafından kişisel olarak açıklama yapılmış ise de bize göre yetersizdir.

İşte barolar ve o barolara mensup olan, şeklen adalet cübbesi giyip rantını ön planda tutan rantiyeci bazı avukatlar, o kutsal mesleği adeta bir sektör haline getirmiştir.

Avukatlık sektörü diyebiliriz yani.

Böyle bir adaletin bulunması, sözde hukukun temsil edilmesi, ülkeyi nereye götürüyor?

Bu soruya cevap bulamıyoruz.

Biz buradan Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül Beyefendiye sesleniyor ve diyoruz ki;

Sayın Bakanım.

Lütfen, şu Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunan bazı iş mahkemeleri ve mesleğini bir sektör haline getiren Avukatlar hakkında bir şeyler yapmanız gerekiyor.

Hele hele şu icra dairelerindeki bazı firavunlaşmış, tağuti kafalara yetkisizlikle beraber yetki verilmesi çok düşündürücüdür.

En derin saygı ve sevgilerimle. 


Bu Makale 1283 kere okunmuştur.

Yorumlar