Görüş Bildir

MÜESSES NİZAM, TANZİMAT VE CUMHURİYET..!!!

Evet sevgili okurlar!

Bu köşede her zaman sizinle yapmış olduğumuz hasbihal tümüyle memleket meseleleriyle ilgilidir.

Yüzeysel değildir… Köklü, kangrenleşen sorunlar yumağının çözümlenmesi için tarihi kaynaklara dayandırarak kaleme almak istediğimiz her mesele; gerçekten yediden yetmişe kadar milletimizin her kesiminin "kanayan" yaralarıdır?..

Onları, ilgilendirmektedir.

Hiç kuşkusuz ki, siyasal ve sosyal hayat dengelerimizi sağlam zemine oturtmak için milletçe "tek parti, şeflik ve dipçik" döneminden hariç, hep muhafazakar, milletin inanç ve iman gerçeklerine saygılı iktidarları seçmeye çalıştık.

Ama ne yapacaksın bir türlü aradıklarımızı kendimizde bulamadık..

Seçtiğimiz iktidarlarda da bulamadık..

Eleştirilerimiz her ne kadar gelip-giden iktidara yönelik olmuş ise de, bize göre bu da yanlıştır "sorumluluktan" millet olarak, kaçma halimizdir..

Çünkü ilk önce, kabahati kendimizde görmek ve aramamız lazım.

Niye aldanıyoruz, niye gerçekleri görmüyoruz, niye kandırılıyoruz?..

Ve niye hep "gelen gideni aratır" sözünü, tekrarlıyoruz?

 

Evet!

Mevcut müesses nizam eşittir, Tanzimat Devri..

Tabi ki, eşittir Cumhuriyet Dönemi de..

Gerçekten bugün cumhuriyetimizi koruma adına gelen giden hükümetler, ki  biri diğerinden beter olarak halkın ümitlerini suya düşürüp, hayal kırıklığına uğratıyorsa..

Söylenecek söz; o zaman vay halimize!

Biz milletçe bugün neredeyiz?..

Müstemleke miyiz?

Yani sömürgeci bir düzenin kölesi miyiz?

Yoksa cehalet ağanın, inat efendinin, garez beyinin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, misyon gevezeliğinin tahtı riyasetlerinde insan milletinde menba-i saadetimiz olan meşverete dayalı müttehit bir toplumun eseri miyiz?

Siz deyin, değerli okurlar?…

Şu bur gerçektir ki; hiç kimse kendini sorumluluk altına almıyor...

Ne iktidarlar..

Ne muhalefet..

Ve ne de; onları seçen biz ahali olarak?…

Bir sorun var ise; "herkes" bir başkasını suçluyor…

Vakimidir ki; "ayranım ekşi" diyen…

Ne mümkün?….

Tabi insanın cibilliyetinde mevcut olan bir karakter yapı var..

Özellikle sorumluluk alanına dair; "her şeyi güllük gülistanlık" gösterir..

Ama hakikatte hiçte öyle değil…

 

Sevgili okurlar…

Yaşanan ve yaşatılanlar karşısında, millet olarak aklımızı başımıza almalıyız..

Gerçek tarihi okumalıyız…

Geçmişimizi bilmeliyiz, örf, adet, gelenek ve göreneklerimize sahip çıkmalıyız..

Batılın, hurafelerin, cehalet girdabından kurtulmalıyız..

Yıllardan beri seküler, Kemalist bir anlayışın hegemonyası altında ezilip gidiyoruz...

Artık bu prangadan kendimizi kurtarmalıyız.

Körü körüne taklitçilik yapmaktan, arınmalıyız… Rastgele herkese inanmamalıyız..

Sorgulayıcı olmamız lazım…

Niye gerçek tarihimizi okumuyoruz?

Neden Tanzimat’tan sonraki batılılaşma edebiyatını sorgulamıyoruz?

Çünkü, "Yalan söylemeyen" tarih, şunu ifade ediyor..

Tanzimat Dönemi Osmanlı’yı yıktığı gibi, Türkiye’nin de başlıca yıkım unsurlarından birisidir.

Zira İttihat Terakki onun uzantısı olduğu gibi Cumhursuz bir Cumhuriyetin anlayışı da aynı o anlayışın devamıdır.

Bu düşünce paralelinde, dün olduğu gibi bugün de milli iradeye dayalı hukuksal bir gerçek yoktur?

Peki sonuç ne olacak?

***

 

Bakınız Yusuf Kaplan kardeşimiz dünkü Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşesinde neler söylüyor.

Beraber irdeleyelim.

Yazar aynen şunu söylüyor:

Cumhuriyet süreci, Tanzimat’ın uzantısıydı: Türk modernleşmesinin nihâî noktası.

Türk modernleşmesi, bir yönüyle Türklerin Batı’yla doğrudan ama edilgen bir şekilde temasa geçme, yüzleşme çabasıydı; bir yönüyle de İslâm’dan uzaklaş(tırıl)ma girişimi.

Modernlikle, dolayısıyla Batı’yla, yok olmamak için temasa geçmiştik Tanzimat’tan itibaren.

Osmanlı modernleşmesi, Tanzimat süreci, bir anlamda, modernliğin meydan okumasına karşı bir tür direniş biçimiydi.

Meşrûtiyetlere gelinceye kadarki süreçte, hem Batı’yı yakından tanıma imkânı bulduk hem de kendi yolumuzu bulma, çıkış yolumuzu vuzuha kavuşturma imkânlarımızı yakalamaya başladık: 19. yüzyıldan 20. yüzyıla sarkan dönemde, çok büyük bir fikrî birikim inşa etmeyi başardık.

O dönemde ulaşılan entelektüel birikime, canlılığa ve düzeye Cumhuriyet tarihimiz boyunca hiç bir zaman ulaşamadık.

Ulaşmazdık; çünkü Cumhuriyet’le birlikte benimsediğimiz radikal modernleşme / sekülerleşme projesi, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etmemizi, Batılı bir yörüngeye girmemizi emrediyordu.

Oysa medeniyet iddialarını inkâr ederek çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşılabileceğini düşünmek, olmayacak duaya âmin demekti; eşyanın tabiatına tersti bu.

Her şeye rağmen Cumhuriyet bize zaman kazandırdı. Yüzyıl kazandırdı. İnönü, Lozan’dan çıkarken bunu, “artık yüzyıl daha rahat nefes alabileceğiz” diyerek telâffuz etmişti.

Cumhuriyet’in radikal modernleşme / sekülerleşme projesinin mimarları, Batılıların bizi Anadolu’dan sürmek istediklerini düşünerek zaman kazanmak, dolayısıyla Batılıların bize saldırma gerekçelerini ortadan kaldırmak için katı Batılılaşma projesini başlatmış olabilirler, muhtemelen.

 

CUMHURİYET’İN BEŞ DÖNÜM NOKTASI

Cumhuriyet’le birlikte beş büyük hâdise yaşadık:

Birincisi, Türkiye, Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştiril(e)medi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi.

İkincisi, Batılılara, medeniyet iddialarımızı terkettiğimizi -bir şekilde- söyledik; ama bu toprak parçasını çiğnetmedik.

Üçüncüsü, Cumhuriyet’in kurucu kadroları, çok partili hayata geçilmesinin önünü açmak zorunda kaldılar. Demokrat Parti iktidarı, bir yandan Türkiye’nin rotasını bulma çabası ve kalkınma hamlesiydi ama öte yandan da, toplumun ehlileştirilme, kendi aktörleri eliyle sekülerleştirilme projesiydi.

Sistem, buna bile izin vermedi; Menderes’i ipe göndermekte hiç tereddüt etmedi. Böylelikle Türkiye’ye darbelerle ayar verme süreci de başlamış oluyordu...

Dördüncü dönüm noktası, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapma (Batı’dan toprak alma) cesareti göstermesiydi.

Küresel sistem, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra, Türkiye’yi hedef tahtasına yatırdı. Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapması, Türkiye-Batı ittifakı ilişkilerinde kırılma noktası oldu.

Beşinci önemli hâdise, rahmetli Erbakan’ın 1996’da, Erdoğan’ınsa 2003’ün başında başbakan olmalarıydı. Özal dönemi, Erbakan ve Erdoğan’ı hazırlayan ara bir dönemdir.

Sistem, Erbakan’a kan kusturdu, darbeyle uzaklaştırdı Hoca’yı. Hoca, yüzyılın en büyük projesi D-8’i kurdu ve gönderildi.

Erdoğan, Türkiye’nin ufkunu medeniyet coğrafyasına yaydı. Türkiye’nin bir istiklal ve istikbal mücadelesi verdiğini ilan etti. Küresel sistem, önce 17-25 Aralık örtük darbesiyle, sonra da 15 Temmuz açık darbe ve işgal girişimiyle içerdeki FETÖ şebekesini kullanarak cevap verdi.

Bunun cevabını Fırat Kalkanı’yla aldı: Fırat Kalkanı, bizim istiklal ve istikbal mücadelemizde dönüm noktasıdır.

Türkiye, Batı’yla zorlu imtihanını, medeniyet iddiasını hayata geçirdiği zaman başarıyla vermiş olacak...”

***

 

Demek anlaşılan budur ki; müesses nizamın mevcudiyeti dahilinde bir türlü hakka hak dememişiz, batıla da batıl diyememişizdir.

Yani batıl ve cehaleti kendimize adeta şiar edinmişiz.

İlme ve hakkaniyete dayalı bir hüküm tesis edememişiz…

Onun içindir ki, bir türlü iki yakamızı bir araya getiremiyoruz… Müesses nizam gerçekten bugüne münhasır değil, 200 yıla dayalıdır, ve bundan sonra da öyle inanıyoruz ki devam edecektir.

200 yıldan beri İslam şeriatını sakıncalı gören mevcut düzen ne yazık ki bu millete seküler bir yaşam düzenini Batı'dan ithal ederek, enjekte etmiştir…

Peki bunca cehalet içerisinde kıvranıp duran bir millet nasıl kendine gelecek temin edebilir ki?

Hürriyet ve demokrasi diyoruz…

Zulüm ve istibdat kahrolsun diyoruz…

Ama tam tersine kelimeleri yerlerinden oynatarak başka şeylerle uğraşıyoruz.

Hürriyet imanın, inancın özelliğidir ve sonucudur.

Eğer iman hassasiyetinden faydalanmıyorsak kabahat kimde?

Demek ki kendimize bir türlü çekidüzen verememişiz.

Özellikle gelen giden iktidarlar, millete önce güzel günleri ve yüzlerini göstermişler..

Sonra tam aksine; yıkıcı ve idam edici yüzlerini göstermeye başlamışlardır…

En derin saygı ve sevgilerimle...


Bu Makale 11249 kere okunmuştur.