OYUN ÜSTÜNE OYUN, TEZGÂHLAR ÇOK BÜYÜK!? (III)

Sevgili okurlar...

Bugün de, Cuma günkü sohbetimizin rotasında ilerlemeye devam edeceğiz.. Tabi nerde kalmıştık diyerek...

Yazı başlığımızı aynen yerini koruyor.. Seri mahiyetiyle bugün üçüncüsü..

 “OYUN ÜSTÜNE OYUN, TEZGÂHLAR ÇOK BÜYÜK..”

Bu ifade, ülkemizin sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi ve aynı meyanda, ilim ve irfan noktasında “inanç simsarlığına” soyunanların sergiledikleri “kirli ve sinsi” oyunların deşifresine dairdir...

***

Cuma günkü sohbetimizde, Üstat Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin hayatını kısmi olarak ele almıştık...

Üstadın hayatı boyunca büyük çileler çektiğini, ıstırap ve işkencelere maruz kaldığını, sürgün yaşadığını ve hapishanelerde tutulduğunu dile getirmiştik...

Ki Üstada reva görülen “zulüm ve baskıları” daha önce birçok kez burada dile getirip, yönetimsel olarak sistemlerin ceberuti yapı ve anlayışlarına dikkat çekmiştik.

***

Üstad Bediüzzaman’ın, özellikle tek parti şeflik ve dipçik döneminde, yani 25 yıl gibi uzun bir süreçte İslam’a hayatiyet kazandırmak maksadıyla vermiş olduğu mücadele tarihsel öneme sahiptir...

Çok büyük bir mücadele vermiştir Üstad...

Pek tabi ki, Allah için büyük ihlâs ve istikamet ve dürüstlük içerisinde etrafında toplanan Nur Cemaatinin fertleri, gece karanlığında gaz lambaları önünde Risale-i Nur’un neşriyatı için yazılar kaleme alan ihlaslı talebelerinin varlığı da, mücadelenin gelişmesini sağlıyordu...

***

Bir önceki yazımızda şöyle demiştim;

“Kalemimizin yazabildiği, aklımızın kaldırabildiği kadar biz bunları unutmadan, yazacağız!..

Toplumun her kesimine götüreceğiz.

Özellikle körpe dimağlı gençliğimize Risale-i Nur’u götüreceğiz...

Riyadan ve gösterişten uzak, rant ve çıkara meyil vermeden, birbirimizi pohpohlamadan, doğrular kadar, yanlışları da dile getirerek, bu hizmeti sürdüreceğiz, sürdürmeliyiz!

İngiliz Avam Kamarasında müstemleke nazırı (bakanı) elinde Kur’an-ı Kerim’i göstererek söylediği bir nutukta şöyle diyordu;

“Bu Kur’an, İslam’ın elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız.

Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’anı onların elinden almalıyız. İslam dünyasının ortasından Kur’anı kaldırmalıyız, Kur’ansız bırakmalıyız.

Ya da tümüyle Kur’andan soğutmalıyız”

Bediüzzaman bu haber üzerine;

“Kur’anın sönmez ve söndürülemez manevi bir güneş hükmünde olduğunu ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” der ve harekete geçer.”

* * *

İşte, sevgili okurlar.

O Bediüzzaman, hem de çağımızda İslam’ın çok büyük savunucusu olan o allame-i zamandı; Bediüzzaman.

Üstadın “davasını üstlenip, bayrağını elinde” tutanlar, o yolda samimi ve ihlaslı bir şekilde yürüyorlar mı?!...

İşte burada bir arıza-i durum var...

Elbette ki “Nur Cemaatinin” ekseriyeti Üstadın yolunda, samimiyetle davasını üstlenerek, mücadele etmektedirler...

Ama bir kesim var ki; “davaya” halel getiriyor..

Özellikle Diyarbakır’ımızda bazı devşirmelerin kendilerini “Nur Cemaatinin” birer üyesi ve ferdi olarak gösterip, enva-i “çıkar, menfaat ve siyaset devşirmeleri”, der demez insanı söyletiyor...

Ve bu “rezilliklerini, kepazeliklerini, yanlışlıklarını da” Nur Cemaati çatısı altında sergilemeleri akla ziyandır...

Bunları da “Nur Cemaatine” mal etmek pek tabi ki büyük hatadır...

Ama cemaati kullanarak bunların yapılıyor olması, en sıradan ifadeyle büyük bir kepazeliktir, iki yüzlülüktür!.

Uyumsuzluktur.

Ve riyakârlıktır.

***

Bakınız, dün Diyarbakır Merkez tarihi Ulu Camiinde ikindi namazından sonra; Üstad hazretlerinin vefatı münasebetiyle “Mevlit Merasimi” organize edildi...

İlginçtir finansman Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden...

Ama tek bir zat-ı muhterem yok..

Lakin, mevlit merasiminde ortaya çıkan görüntüler, bazı şahısların orada bulunuyor olmaları; “tezat” bir durum oluşturdu..

Mevlit büyük bir skandala dönüştü...

Ki yazı başlığımızın muhtevası da bunu andırıyor zaten.

“OYUN ÜSTÜNE OYUN, TEZGÂHLAR ÇOK BÜYÜK”

Şöyle ki;

Mevlit merasiminde, gerçek manada Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı yüzeysel olarak birkaç ifadeyle geçiştirilirken, Mevlit ve Kur’an okuyan hafız ve imamlar heyeti içerisinde görünen bir şahsiyet, mana itibariyle “her şeyi buldozer misali” yıktı!.

***

Sevgili dostlar...

Bu şahsın bırakın Risale-i Nur Cemaatinin içinde bulunması, ya da kapısının önünde olması, binlerce kilometre ötede dahi olsa kabul edilemezdir...

Nur cemaati içerisinde o kadar insan var iken, yüzlerce hafız kuran bulunurken, bu şahsın getirilip ona Kur’an okutmak, mevlit okutmak, bize göre İslamiyet’e açık ve aleni bir şekilde; hakarettir...

İslam’ı küçük düşürmektir..

Risale-i Nur cemaatini ve Bediüzzamanın manevi ruhunu tazip etmektir.

Şöyle ki...

Kur’an’ı Kerimi okumanın, kural ve kaidesi vardır...

Bütün İslam dünyasında hatta Haremeyn-i Şerifeyn’de “Kur’an-ı Kerimin” nasıl okunduğu herkesin malumudur...

İşte bu kişi ve onun gibi bazı kişiler, buradan ibret almadan beyinsiz anlayışlarıyla hep bildiklerini okuyarak, kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar...

Kur’an okumak yerine adeta 5. Harem-i Şerif durumunda olan Ulu Caminin mihrabında, elini kulağına koyarak “Gazel” okurcasına ses reklamını yapıyor...

Şaibeli bu şahsiyet, Kur’an-ı bir şarkı sözüymüş gibi; “gazelleştiriyor?”..

“Şüyuu vukuundan beter” misaliyle yola çıkarsak, Diyanet İşleri Başkanlığından kovulan bir hafız müsveddesi bu şahıs!...

Fi tarihinde Ulu Camide sözde baş imam olarak görev yaptı...

Ama görev süresi içerisinde, tek bir gün dahi hutbe okumuşluğu yok...

Minbere de çıkmış değil..

Enva-i şaibeye karışmış..

“Siyaset kulvarında” faaliyetlerde bulunmuş..

Yani politize olmuş biri!..

İşte bu kişi, her nedense Bediüzzaman Said-i Nursi’nin ruhuna ithafen hazırlanan tezgâhlı bir mevlit organizasyonunda çıkıp kendi reklamını yapıyor..

Kur’anı gazel melodisiyle okuyor...

Hiç kuşkusuz ki gören Müslümanların ruhunu incittiği gibi, elbette ki Bediüzzaman’ı da incitmiştir diye düşünmemek elde değildir.

Zira bu insanın “şeceresi” bir hayli kabarık...

Daha üç dört sene önce Ulu Camide görevdeyken, hakkında enva-i şikâyetler ve ortaya çıkan onlarca şaibeler doğrultusunda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından soruşturmalık oldu...

Müfettiş üstüne müfettişler geldi...

Ve nihayetinde müfettişlerin tespitlerinde ortaya çıktı ki; “Şüyuu vukuundan beter” hallere imza atmış...

Bırakın bir imamın veyahut bir din adamının yapacağı işi, sıradan bir insanın dahi yapamayacağı kadar kendisinin “gayri ahlaki” işler yaptığı müfettişler tarafından tespit edilmişti.

Yapılan tespitler neticesinde Diyanet’ten kovulacağı sırada; “ kurum değişikliği” yaptı...

Ve Siirt Valiliğine bağlı İl Özel İdaresine “memur olarak” atandı...

Orada da görev yapıyor mu, yapmıyor mu o da meçhul...

Çünkü sürekli Diyarbakır’da ve şehrin sokaklarını aşındırıyor...

Tüm bunlara rağmen, ne oluyor da “Nur Cemaati(!)” böylesine insanlara “rol” biçiyor..

Ya da yer veriyor..

Kendine cemaat mensubu süsü verdiği halde ki öyle inanıyoruz ki bazı gizli istihbarat birimleriyle çalışan bazı insanların varlığı da; inkâr edilemez gerçekler arasındadır.

Bu itibarla Müslümanlara tavsiyem;

Müslümanlıkla geçinen basmakalıp, kendine tasavvuf, sofilik, müritlik, nurculuk vasfını verenlerden uzak durun...

İslam’a yönelik yapmış oldukları elle tutulur gözle görülür bir hizmetleri olmayan, bir arpa boyu kadar ilerleme kaydetmeyen, sadece milletin cebinden, kesesinden beslenen bu tür insanlardan uzak durmaları gerekir!..

Bunlar İslamiyet’e hizmet yerine hezimet yaşatıyorlar.

Ve yaptıkları bir hakarettir.

Tekrar ediyorum.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in okunma şekli açıktır, nettir.

Bütün İslam dünyası nezdindeki okunan hal de mevcuttur.

Gazel okurcasına, ellerini kulağına atıp da ses yükseltmek gibi Kur’an’ı, şarkı kodunda okumak ahlaksızlıktır...

Zira Hadis-i Şerif var;

“Rubbetalin yel anuhul Kur’an”

Birçok Kur’an okuyanlar, Kur’an okumanın hakkını vermediği için, Kur’an onları lanetliyor.

Bu Hadis-i Şerifle yola çıkarsak, kaş yapayım derken göz çıkaran kendini bilmez cahil cühela ekibi, kendilerini “allame-i cihan” göstererek, Risale-i Nur cemaatine sahip çıkmaları, bize göre çok büyük bir yanlıştır ve deyim yerindeyse terbiyesizliktir.

Nitekim bir önceki yazımızda belirttiğimiz ifadeyi tekrarlıyorum ve ilave ediyorum. 

“Müslümanlar bu kadar mı gaflete düşebilir?”

İnsan bu ifadeyi der demez kullanmak zorunda kalıyor...

İslam dünyası bu kadar mı sahipsiz?

Keza Nur cemaati de bu kadar sahipsiz ve kimliksizlerin eline mi düşecekti?

Ne yazık ki hal-i alem orta yerde cereyan ediyor.”

En derin saygı ve sevgilerimle.