RAMAZAN AYI, KUR’AN AYIDIR!? (III)

Sevgili okurlar.

Malumunuz üzre, Kur’an ayı olarak nitelendirerek vasıflandırdığımız mübarek Ramazan-ı Şerif ayının içinde bulunuyoruz..

Bu nedenle, seri yazı mahiyetiyle sizinle başlatmış olduğumuz sohbete başlık olarak da; “RAMAZAN AYI, KUR’AN AYIDIR” ifadesini kullandık..

Ki bugün başlığımızın üçüncü günündeyiz..

Yeryüzünü nurlandıran, insanlığın ve İslam dünyasının kavuştuğu “Kur’an-ı Kerim’in” indiği bu ay “ibadet membaıdır..”

Bu ayda geçirilen zaman diliminin her aşaması; hep ibadet olarak kabul edilir.

Ümmet için de, fazilet, merhamet ve rahmet ayıdır..

Ki ibadetlerin başı olarak bilinen Ramazan orucu, gizli bir ibadet olma hasebiyle “nefsin” muhasebesidir...

Allah-ü Teala der ki;

“Bu ibadet, benim içindir. İçinde riyakârlık yoktur, gösteriş yoktur, desinler yoktur ..

Bu ay, nefs-i emareyle mücadele ayıdır...

Kulun nefsine galip olma şerefiyle şerefyap olduğu, zaman dilimidir...

Onun mükâfatını da ben veririm...”

Hadislerde mealen mevcuttur bu anlatım...

Rivayet edilmektedir.

Ümmetin bu ay içerisindeki maddi ve manevi kazançları sayısızdır.

Ama ne hazindir ki; ümmetin bu ayın faziletinden faydalanma gerçeği, günümüzde pek de ümit verici değil...

Son bir asırda yaşanan ve yaşatılanlar büyük bir “ümitsizlik” içermektedir...

Her ne kadar, mübarek zaman dilimini bekliyor ve düşünüyor isek de olup bitenler, yaşanmakta olan toplumsal maceralar, hiç de huzur verici değildir...

Ne Kur’an ayının feyzini, ne ibadetini, ne de “bolluk ve bereketini” yaşıyor ya da layık olabiliyoruz!...

Bizleri ve ümmeti üzen bir zaman dilimini tüketiyoruz..

***

Denir ya, hal-i alem orta yerde..

Yazılı ve görsel medyaya bakıyoruz.

Yakın tarihimizde başımıza gelen olup biten “mekir ve hilelerin” kan ve gözyaşının, şiddetin, huzursuzluğun, ahlaki çöküntülerin, dinden, imandan, inançtan hızla uzaklaşma halinin, haddi hesabı yok!.

Mezalim.

Küfür.

Zındıka cereyanları.

İslam düşmanlığı.

Bolşevizm hareketleri.

Kemalizm anlayışları.

Sekülarizm gibi oluşumlar.

Ne yazık ki toplumun her kesimini esir almış, bastırmış, her şeyden evvel gençliği elimizden alıp, “batıla ve batıya” esir hale getirmiş,...

***

Hiç kuşkusuz ki; Kur’anla, teheccüt namazlarıyla, dualarla gecelerini ihya edip gündüz de helal kazanç peşine düşüp yardımlaşmadan tutun da toplumsal barışı elde etmeye kadar; mücadele eden de yok değil!…

Varlar...

Ne mutlu o insanlara ki bunları göz ardı etmeden Allah için çalışıyor olmaları elbette ki bizleri memnun ettiği gibi tüm ümmeti de memnun etmiştir, etmektedir..

***

Günümüzde yaşananların tarihsel takvimine baktığımızda, toplumu kökten İslamiyet’ten uzaklaştırma unsurlarının varlığı, 19. Yüzyılın ikinci bölümüyle başladı...

Tanzimat Dönemiyle alevlendi..

Batı dünyasının ırkçılığa ve kavmiyetçiliğe dayalı kirli anlayışları, İslam toplumunun içine enjekte edildi..

İslam anlayışı arka plana atıldı...

Ön plana ırkçılık ve kavmiyetçilik unsuru çıkarıldı...

Böylece de, siyasi zehirlenme hali topluma yaşatıldı...

1300 senelik ümmetin geçmişine bakıldığında, toplumun 7’sinden 70’ine kadar hep bir anlayışla, bir inançla, bir izanla el ele vererek “i’la-yı kelimetullah” uğruna mücadele etmiştir...

Batının zındıka hareketlerine karşı, amansızca direnmiştir..

Kur’anı ve Kur’anın içindeki ana hareketine sımsıkı sarılarak yoluna devam etmiştir.

O kahraman, yiğit ecdatlar batı dünyasına “korku” verip, adeta titretmiştir.

Ancak ne var ki, 19. Asrın son kısmındaki enjekte edilen kavmiyetçilik vebası, öldürücü zehirleme hali, ümmeti darmadağın etti.

Benlik kaybına uğrattı..

Zira ümmetin başındaki 500 yıllık bir Osmanlı imparatorluğunun varlığı olan Kur’an’ı Kerim’e sırt çevrildi..

Tanzimat döneminde İngiltere’den, Fransa’dan, Rusya’dan vs. diğer batı ülkelerinden içimize sızdırılan kavmiyetçilik inancı, “dini değerleri” ötekileştirdi..

Toplumu İslam’dan uzaklaştırdı..

Irkçılığı ve kavmiyetçiliği körükledi..

Böylelikle İslam’dan uzaklaşan toplum, her gün biraz daha Bolşevizm’e, Sosyalizme, hatta Masonizme kadar yöneltildi..

Sonra, “küfrün” vahşi yüzü kendini göstermeye başladı..

Bugün yaşanan ve yaşatılan ıstıraplar, o dönemin ürünüdür..

***

Gerçek şudur ki;

Aziz Türk milletinin aba ecdatlarının İslamiyet’e sarıldıkları gibi, aynı o mahiyette Osmanlı bünyesinde yaşayan, Türk olmayan diğer kavimler ve milletler de onlar gibi tek amaçları İslamiyetle müşerref olmaktı..

İslam’ın ipine sarıldı...

İslam’la yaşamak ve kardeşlik anlayışıyla, kendini pekiştirdi..

Nitekim davadaki bu samimiyet, İslam coğrafyasını oldukça güçlendirdi...

Ki güçlendikçe güçlendi...

Ekonomiksel sıkıntı çekmedi..

Terörden meydana gelen kan dökülme hali yaşanmadı.

Kimse kimseye düşman nazarıyla bakmadı.

Tek kelimeyle uhuvvet-i İslamiye (İslam kardeşliği) hâkimiyeti söz konusu oldu..

Zira devlet ve millet el ele vererek temel amaçları şehadet inancını yükseklerde tutmaktı.

Amma velâkin, Tanzimat’tan sonra “ibre tersine” döndü...

Paris’ten, Fransa’dan, Ermeni ve devşirme Yahudilerle İttihat Terakki Cemiyetinin başsız kalan jön Türklerin varlığı, Turancılık anlayışı ön planda tutuldu..

İslamiyet’in yaşam şekli yavaş yavaş yasaklandı..

İnanca pranga atıldı..

Ezanın sesini kıstılar.

Kur’an medreselerini kapattılar...

Fıkıh, hadis, tefsir, akait, kelam ilimlerinin orijinal metinleri “yakılıp” ortadan kaldırıldı...

Ortada bir yoz anlayış kaldı..

Sahipsiz ve başsız bir millet bırakıldı...

Ne yazık ki o da kendini Bolşevizm’den kurtaramadı...

Envai türlü hile, sapkınlık, yozlaşma, çürümüşlük, saldırganlık, kol gezmeye başladı…

Toplum, kendi rantını başkasının zararında gören canavarlaşmış bir anlayışla karşı karşıya bırakıldı..

***

Bakınız, sevgili okurlar.

SÖZ Gazetemizin dünkü manşetinde şöyle bir haber dikkatinizi çekmiştir...

Haberin başlığı şöyle..

 “POS TEFECİLERİNE TOKAT!”

Haberin özeti ise şöyle;

 “Diyarbakır merkezli 10 ilde tefeci operasyonu yapıldı.

35 şüpheli yakalandı. Tefecilik yöntemiyle 1 milyar 200 milyon lira para akışı gerçekleştirdikleri belirlendi.”

***

Sevgili dostlar.

Buna gülelim mi, ağlayalım mı?

Gerçekten bu memleketin hal-i pür melali ne olacak?

Sistem hala bu çürümüşlükle devam mı edecek?

Ramazan ayının Kur’an ayı olduğunu başlık olarak kullandık ve ona bağlılığımızı gösterdik.

Bunun tam tersine günlük macera oyunları görünce, insan ne yazık ki ümitsizleşmeye düşüyor, nedamet çekiyor.

Ama ne yapacaksın?

Elden bir şey gelmiyor demekten başka bir şey bulamıyoruz.

Haber aynen şöyle devam ediyor;

“Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele şube müdürlüğü ekipleri, tefecilik suçunun önlenmesine ve açığa çıkarılmasına yönelik yürüttüğü takip sonuç verdi.

Bismil’de üçüncü şahıslar adına çıkarılan pos cihazları ve sanal pos hesapları üzerinde kredi kartı borcu olanlar ile nakit paraya ihtiyacı olan vatandaşlardan komisyon almak suretiyle kredi kartından çekim işlemi yaptıkları tespit edildi.”

***

İşte bakınız sevgili dostlar..

Türkiye ne hale düştü?

Bunun sebepleri de her şeyden evvel dinden, imandan, inançtan, Kur’an’dan uzaklaşma halimizi ön plana çıkarıyor...

Bu tür olumsuzlukları görünce Ramazan ibadetlerimize dayanan inancımız da altüst oluyor.

Toplumsal olarak hayal kırıklığına da uğramamız kaçınılmaz oluyor.

Daha neler yok ki?

Yine dünden bir haber sizinle paylaşalım.

Yeni Şafak Gazetesinin birinci sayfasında büyük puntolarla göbekten verilen bir haber.

“YEŞİLÇAM’IN SANSÜR TARİHİ ÇIKTI, ALLAH DEMEK BÖYLE YASAKLANDI.”

“Sahneden ezan ve namazı çıkarın, Adile Naşit Kur’anı öpmesin rolde.

Yeşilçam filmlerindeki din adamı ve dindarların yıllar boyu yobaz ve üçkâğıtçı olarak resmedildiği bilinir.

Filmlerde ezan, cami olmaz.

Namaz kılana rastlanılmazdı.

Bu nefretin sadece senarist ve yönetmenlerden kaynaklanmadığı, devletin dine dair tüm sahneleri bir bir sansürlediği ve yapımcıları uyardığı ortaya çıktı.”

***

Sevgili dostlar.

Mübarek Ramazan-ı şerif’in manevi atmosferi içerisinde, Ramazan’dan, oruçtan, Kur’an’dan, ibadetten bahsederken; her zaman ifade ettiğim gibi; “özümüzü” yaşamalıyız.

Ve tarihimizi iyi sorgulamalıyız..

Çünkü, Türkiye’nin yıllar yılı nasıl arkadan hançerlendiğini, nasıl fikren ters ideolojilere dönüştürülüp mutlak bir dinsizlikle karşı karşıya bırakıldığını, tarih aktardığı gibi gelinen yaşam aşaması da bunu tescil ediyor..

Benlik kaybı yaşayan bir toplum olmamız da; “inancımızdan” hızla uzaklaştırılmamızdır...

Tüm bunlara rağmen, ibadetlerimiz bizim temel inancımızdır, temel dayanak noktamızdır.

Bu ibadetlerimize sımsıkı sarılalım.

Bu millet illa ki mümindir, inançlıdır, ölse de kalsa da inancından vazgeçemez.

Her platformda var gücüyle dinine, inancına bütün varlığını feda etmeye hazırdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.