SİYASAL VE SOSYALİN UYUŞMAZLIĞI!?

Öncelikle;

Yüce Mevla'ya hamdu senalar olsun ki,

Kainatın efendisi Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V)'in doğumunun sene-i devriyesine bu yıl da ulaşmayı bizlere nasip etti…

Bugün idrak edeceğimiz Mevlid-i Nebevi'nin, ülkemize, milletimize ve tüm İslam alemine bir uyanış ve dirilişe vesile olmasını temenni ediyorum…

Siz değerli okurlarımızın da Mevlid Kandilini tebrik ediyorum…

***

Bu görevi ifade ettikten sonra, sohbetimize geçelim..

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere yıllardan beri bu köşede yazdıklarımızın ana çizgileri hak ve hakkaniyete, hukuk ve adalete dayalı olup, milli hâkimiyetin söz sahibi olma prensibini savunmaktır...

Savunmaya da devam ediyoruz.

Milli hâkimiyet iradesi yerine siyasal mefkûrelerin hâkimiyeti sürdüğü müddetçe, ne yazık ki ülke hep gerilemeye başlamıştır.. Nitekim, ülkemizin hal-i pür melali orta yerdedir…

Yüz, yüzeli yıl bunun göstergesidir…

Buna karşı yürütülen tüm mücadelelere, her ne kadar milli mücadele damgası basılmış ise de; ne hazin ki "patent" ayrı bir patenttir.

Çünkü, bu patent hiçbir zaman "milli" bir kimlik taşımadığı gibi; olamamıştır da!.

Tanzimat Fermanı’ndan tutun da, cumhuriyete kadar…

Hatta cumhuriyetten günümüze kadar hep “siyaset dili konuşmuştur”...

"Söz sahibi olan siyaset" olmuştur..

Hiç bir şekilde; Sosyal dile ve konuşmaya, hak ve yer verilmemiştir.

En acı tarafı da siyasalın, yani siyasetin “ben millet adına konuşuyorum, milleti savunuyorum” cümlelerini kullanması da ayrı bir garabet olmuştur.

Hep batı hayranlığıyla, millete yutturulmak istenen siyasal düşünce hâkimiyeti varlık göstermiştir…

Ki, hala da varlığını sürdürmeye devam ediyor...

Onun içindir ki, millet ve devlet istediği birliktelik noktasında, aynı istikamette yürüyemiyor..

Hiçbir şeye de sahip olunamamıştır bugüne kadar…

Teknolojisinden tut ahlaki değerlerine kadar, tarihinden kültürüne kadar, inancından hür düşüncesine kadar, hiç bir şekilde somut bir değere sahip olamamıştır…

Konuşan hakikat olması gerekirken, ne yazık ki konuşan hep siyasal olmuştur, hem de milli iradeden kopuk bir dil kullanmıştır..

Yani, millet aldatıla gelinmiştir.

Zulmün, küfrün, inançsızlığın başına adalet cübbesi giydirilmiş, sadakat külahı başına takılmıştır.

Ve toplumu “zehirleyen” bir enjeksiyonla, yüz elli yıldan beri, bu aşı yapılmaktadır..

Gerçek şudur ki; tarih süresince bu toplum, hep zirvelerde yürüyen bir toplum olarak, kendini var etmiştir...

Gazi olmuş, şehit olmuş, ama hep zirvelerde yürümüştür.

Alçalışı, düşüşü kabullenmemiştir.

Hele hele korkaklığı hiçbir zaman kendine yedirmemiştir.

Ama ne yazık ki; dışarıdan bugünkü kendi gerçek kimliğini dışarıya veren Fransa ve diğer batı ülkeleri, Amerika’nın gölgesinde milletin, ülkenin malı olmayan kültürlerini sahte emtia olarak, İslam coğrafyasına yutturabilmişlerdir…

Keza tarihi de öyle.

Keza ahlakı da öyle.

Keza ekonomisi de öyle.

Hala da ekonomimiz istikamette değildir.

Onun içindir ki, hep kaygan zemin üzerinde yürüyoruz.

Ancak ne var ki eğri oturup doğru konuşalım.

18 yıldan beri devletin başında olan muhterem Recep Tayyip Erdoğan, zat-ı devletlerine yakışır bir şekilde milletle yan yana yürümeye çalışmaktadır..

Millete hadim olarak kendini göstermiştir.

Hâkim olarak değil.

Böylece 18 yıldan beri hele hele son iki üç yıldır alnı açık, başı dik olarak, dik duruşuyla bütün dünyaya meydan okumaktadır.

Ve kalbindeki, beynindeki, ruhi derinliklerindeki iman meşalesi her gün biraz daha ışık veriyor, ortalığı aydınlatıyor.

Artık sahte siyasalın ve sahtekâr münafık siyasi muhalefetlerin veya ciddi olmayan, gelen giden iktidarların her gün biraz daha ipliklerini de pazara çıkarıyor.

Topluma kirliliklerini anlatıyor.

Ve toplumla beraber, sosyal dengeyi savuna savuna dev adımlarla ilerleyerek hedefine ulaşıyor olması, elbette ki ümit vericidir, sevindiricidir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki gün önce Mevlid-i Nebevi haftası açılış programında Avrupa’ya sert çıkıştı.

Erdoğan, Macron’un İslam düşmanlığı yaptığı tepki çeken açıklamalarına karşı çıkıp, Fransız malları için de boykot çağrısı yaptı.

Ve şöyle seslendi;

“Fransa’yı Boykot!...

Fransa’da, Almanya’da yaşananlar tüm dünyanın gözleri önünde oluyor.

Fakat batı, özellikle Hıristiyan dünyasına ve Musevilere sesleniyorum.

Bizim dinimizde Hıristiyan olmak suç değil, Hıristiyanlara ve Musevilere sahip çıkıyoruz.

Fransa’da Müslümanlara zulüm varsa, oraya da sahip çıkalım.

Avrupa’da da İslam düşmanlığının veba hastalığı gibi yayıldığını görüyoruz.”

Küfür dünyasının madrabazlığını yüzlerine çarpa çarpa seslenen Erdoğan, ümit varız ki Allah-û Teâlâ’nın hıfz-u himayesindedir.

Zira bu millet, ona yalan söyleyen bir siyasal fikir hâkimiyeti yerine tam manasıyla milli hâkimiyetle kendini pekiştiren büyük bir devlet adamı, gözüyle bakıyor…

Ona inanıyor, bel bağlıyor ve destekliyor.

Bu itibarla Allah’a şükürler olsun ki artık İnönü’lerin, Demirel’lerin, Ecevit’lerin, Kılıçdaroğlu’ların o foyaları her gün biraz daha ortaya çıkıyor.

Ve sosyal değil, siyasal batılılaşma hallerini yakalıyor ve topluma deşifre ediyor.

* * *

Sevgili okurlar..

Bu paralelde İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu Bey de basına yaptığı açıklamada batı dünyasının gerçek kimliğini ortaya koyuyor.

İslam dünyasının da her gün biraz daha uyanması için uyarılarda bulunuyor.

Sayın Bakan dünkü yazılı medyada yansıyan demecinde şöyle diyor...

 “MÜSLÜMAN ASLINA DÖNDÜ, BATI BUNDAN RAHATSIZ”

Sayın Soylu şöyle devam ediyor;

“Bugün dinimizle ilgili provokatif paylaşımlar yapılıyor.

Oysaki biz dün de Müslüman’dık.

Ama sorun şu ki dün onların istediği gibi Müslüman’dık.

Kafamızı kaldıramıyor, söz söyleyemiyorduk.

Oysa bugün inancımızı da tarihimizi de kendi istediğimiz ve kendi düşündüğümüz gibi yaşıyor ve inanıyoruz...”

Bu gerçeğin yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz.

Ancak azıcık biz de bu gerçeği yorumlayalım diyoruz.

Yakın tarihimiz olan 1923’ten günümüze kadar elimizi vicdanımıza koyalım, düşünelim ve konuşalım…

Kaç tane İçişleri Bakanı basının önünde Müslümanları ve İslamiyet’i savunabilmiştir Süleyman Bey’den başka.

Gelen giden hep laikçilik, sahte Atatürkçülük madrabazlığıyla gününü gün etmiş, devletin bütçesini fuzuli yerlerde harcamışlardır.

Ama artık öyle inanıyoruz ki, bu millet  uyanmıştır, pusulasını şaşırmayacaktır...

Siyasal hareketlilikten daha fazla sosyal inanç paralelinde siyasalı da düzeltecektir.

Ancak Sayın Soylu’dan istirhamımız, tüm bu ciddi tespitleriyle beraber, lütfen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki, özellikle Diyarbakır-Batman havzasında var oldukları bilinen gizli PKK-KCK yandaşlarını mercek altına almasıdır...

Bunları, tespit etmesidir..

Bölgedeki kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki idarecilerin daha aktif bir şekilde çalışmalarını sağlamalıdır...

Millete “bugün git yarın gel” halleri yaşatılmasın.

Bazı siyasilerin arkasına sığınarak zorba, gaspçı, feodal yapıya da dur demelidir.

Zira PKK terör örgütü ne kadar tehlikeliyse ve bugün ortada görünmüyorsa da bu tür şer güçleri mevcuttur ve halkı rahatsız ediyor.

En derin saygı ve sevgilerimle…