SİYASETİN GÖLGESİNDE MİLLETİN VEKİLLERİ!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere dünkü sohbetimizin ana çizgisi, temel dayanak noktası, "siyasetin gerçek yörüngesinde" yürüyüp, yürümemesine ilişkindi...

Bu yörünge ve işleyişte ana akım hiç kuşkusuz ki, millet tarafından TBMM’ne gönderilen milletin vekilleri olarak kabul edilen; seçilmişlerdir?

İster iktidar, ister muhalefet olsun, milletin vekilleri demek, milletin milli iradesini temsillen seçilmiş kişiler demektir...

Yıllardır bunu hep yazıp çiziyoruz...

Eğer milli irade TBMM’nde temsil edilmiyorsa ve o Büyük Meclis, milletin olmaktan daha fazla seçilen rantiyeci, vurguncu bazı şahsiyetlerin oluyorsa, onların nam-ı hesabına temsil ediliyorsa vay halimize!..

Ki vay halimize!

Bu itibarla diyoruz ki; "milli irade" kutsal bir anlayış ve sorumluluk ihtiva etmektedir!!.

Milli iradeyi şekli olarak kavramlaştırarak dile getirip de meclisin tozlu raflarına kaldırmak, milleti morfinleştirmekten başka bir şey değildir.

Nitekim yıllardan beri müesses nizam paralelinde ortaya konulan siyaset, hiç bir şekilde "milletimize" hayır getirmediği gibi; "milli sorunlara da" çözüm üretmiş değildir…

Özellikle, muhafazakârlıkla, inançlılıkla, dinle, imanla yola çıkan siyasette, oldukça yıpranmıştır.

Millet artık yavaş yavaş bu tür "siyaset çizgisine" inanmamaktadır..

Bel bağlamıyor, sorunlarına çare olacağı yönünde de umut taşımıyor…

Nerdeyse 18 yıldan beri her seçimde yüzde 50’den aşağı olmamak kaydıyla milletin oyuyla iktidara gelen AK Parti, ne yazık ki her gün biraz daha, "içteki rantiyeci" bazı kesimlerin yüzünden, yıpranmaya yüz tutmuş durumdadır.

Neden mi?

Bu soruya cevap çok açık ve nettir!.

Dedik ya "içteki rantiyeci" kesim!

Çünkü, rant, rant, yine rant diyorlar.. İlla ki rant, hem de kişisel bazlı illa ki rant….

Devletin bir çok kurumunu tabiri caizse "Ali Babanın çitliği" misali, kendilerine "rant çiftliği" olarak kullanmaktadırlar…

Özellikle, özelleştirilmiş bazı kamu kurum ve kuruluşları; onların arka bahçesi gibi!…

Rant ve rüşvetten kendini kurtaramayan bir yönetim anlayışıyla yönetilmektedir…

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan bizatihi kendisi yaşananlara karşı amansız mücadele veriyorsa da, ki veriyordur..

Bu mücadelesine millet, hal-i hazırda güveniyorsa da, itibar ediyorsa da..

Ama gün gittikçe skandallar, siyasetin morfinleştirme hali zincirleme gidiyorsa sonuç itibariyle millette "bir yere kadar" deyip, uyanır ve gerekeni yeri geldiğinde yapar, manevi şamarını da atar!…

 

 

* * *

 

Bakınız, sevgili dostlar.

Dün, Yeni Akit Gazetesinin başyazarlarından deneyimli kalem, çok sevdiğim, saydığım, muhterem Abdurrahman Dilipak’ın yazısını okudum...

Gerçekten, yazının muhtevası karşısında tüylerim diken diken oldu.

İrkildim, korktum, titredim…

“Nasıl böyle bir şey olur” diye kendi kendime bir sorgulama yaptım!…

Sayın Dilipak yazısına başlık olarak kullandığı ifade aynen şöyle..

“Ramazan fitnesine hazır olun..!?”

Bu yazının birkaç paragrafını paylaşarak sadedimize geçmek istiyorum!….

Buyrun ne diyor Dilipak!...

“Eskiden her kurbanda Kolera salgını olurdu. Kolera salgını olduğundan değil, Suriye’de, Suudi Arabistan’da, Mısır’da, Kolera var diye Hacca gidiş engellenmeye çalışılırdı...

Dünya Sağlık Örgütü de ciddi ciddi açıklama yapardı.

Türkiye’de birçok noktadan su numuneleri alınır, “Koli basili” aranırdı!

İsrail her Ramazanda Filistin’e saldırırdı mesela..

Müslümanlara rahat vermeyecekler ya, ellerinden geleni arkalarına koymazlardı.

“Ramazan Fitnesi” dediğim bu.

Bu Ramazan erken başladılar. Sadece bizde değil, Arap ülkesinde de bir takım çevreler eş zamanlı devreye girdiler..

“Ramazanı ertelemekten” söz ediyorlar.

Ellerinden gelse Haccı, kurbanı, Ramazanı, hatta namaz vakitlerini, şeklini değiştirecekler.

Kimi Hacca takıyor kafayı, kimi Kurban’a!

“Cuma namazına evden uysak, olmaz mı” diyen de var mesela.

O kapıyı bir açarsak, bilmem hangi şehirdeki şeyhine evinden, işyerinden uymaya kalkanlar da olur o zaman..

Kimi kulaklık takar, kimi karşısına bir ekran koyar, cemaatin kıblesi şaşar.

Düşünsenize imam Fas’ta, cemaatin bazı mensupları Özbekistan’da.

Fetüllah gibi biri “ben şimdi Allah’ın huzurundayım” diye namaza duracak olursa insanlar nereye döneceğini de şaşırır.

Biliyorsunuz her yön kıbledir. Önemli olan sizin kıbleniz nere.”

* * *

 

İşte sevgili okurlar.

Dilipak Hoca bu yazısında tüm ümmeti uyarıyor.

Ümmet, nasıl kirli bir siyaset formülüyle uyuşturulmaya çalışılıyor, morfinleştirilerek felç edilmek isteniliyor, gerçekten dikkatli olmak lazım.

Görünen odur ki AK Parti gibi muhafazakâr bir partiyi 18 yıldan beri iktidarda tutan bu millet, ne yazık ki her gün biraz daha hayal kırıklığına uğratılmaya çalışılıyor..

Ümmet denildi, milli irade denildi, cami cemaatler denildi, salt çoğunlukla iktidar oldular.

Ama ne yapacaksın?

Milleti temsilen seçilen vekillerin, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki milletvekillerin kaçta kaçı kişisel rant peşine düştü?…

Bunların kaçta kaçı, milletin gerçek milli iradesine yüzünü çevirdi, milletin inancını kendine göre ön plana attı…

Maalesef, maddiyat hep ön plana alınarak, rant düşünüldü…

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın da zaman zaman çok güzel, uyarıcı konuşmalarına rağmen, bir türlü mevcut "kirli siyaset" fitnesinden kendini kurtaramayan bu millet, ne yazık ki her gün biraz daha ahlaki çöküntülere doğru yüz tutmaktadır...

Son birkaç yıldan beri milletin içine düşmüş olduğu; özellikle siyasetin fitne unsurları diz boyu.

* * *

Başta ifade etmeye çalıştığım gibi!

Rüşvet, kişisel rant ve DEDAŞ gibi özelleştirilmiş bazı devlet kurumları millete istihdam yaratmak yerine, özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki tarımsal yatırımlara, destek yerine adeta köstek oluyor.

“Ben nasıl hizmet yapayım, millete istihdam sağlayayım” demesi gerekirken, “ben ne şekilde katlama para kazanırım, kar ederim, milletin cebine elimi nasıl sokarım” düşüncesiyle hizmet vermeye çalışan bir kurum…

Ve ne yazık ki kontrolsüz, denetimsiz bir şekilde milletin şeref ve haysiyetini de zedelemeye çalışıyor.

Rastgele elektrikler kesiliyor, rastgele yüksek faturalar düzenleniyor?…

Hatta borcu olmayan çiftçilerin devlet tarafından verilen desteklemeleri dahi IBAN numarasından habersiz el konuluyor, çekiliyor, sanki çiftçinin “borcu varmış” gibi; "parasını" kendi hesabına aktarıyor…

Üstüne üstlük bu parayı da; günlerce kendi hesabında tutarak, işletiyor?..

Bu da yetmiyormuş gibi Cumhurbaşkanının zat-ı devletlerinin tarafından defalarca tarıma yönelik hazine arazilerinin köylünün hizmetine verilmesi ve köylülerden her kesimin semtinde bulunan hazine arazisini karşılıksız olarak tarla haline getirip, “eken ekebilir” şeklindeki emir ve direktiflerine rağmen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’ımızda bu uygulanmıyor…

Uyugulanmasına izin verilmiyor…

Çünkü, Defterdarlığın bünyesinde örgütlenmiş, PKK tandanslı bir şebeke var.

Devletin imkânlarını kötüye kullanıyor, haksız yere rant temin edip milleti kandırmaca cihetine giriyor.. Ve bunlar, ceplerini ha bire doldurmaya çalışıyorlar..

Vatandaş soruyor, “bu hal ne zamana kadar böyle devam eder, devlet hiç mi bunları kontrol etmiyor?”

Oysaki Cumhurbaşkanlığı yüksek denetim kurulunca bu tür olumsuzluklar gözetim altına alınmalıdır…

Denetim yapılmadır..

İnanın ki, en küçük bir soruşturma ve tahkikatta, bu söylediklerimizden daha katlamalı bir şekilde çok büyük yolsuzluklar ortaya çıkacaktır…

Kim devletin malı deniz düşüncesiyle hareket ediyor, kim hangi siyasinin uzantısıdır hepsinin maskesi düşer..

Yeter ki, bir neşter atılsın..

Biz burada kamuoyuna, açık olarak bunları paylaşıyoruz!?..

***

Ne var ki, tüm bunlara rağmen, her şeyin başı milli iradedir diyoruz!.

Milli iradenin gerçek manada uygulanmasıdır, yörüngesinden saptırılmamasıdır.

Gerçek manada milli irade ise yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim'ın rotasında yürümesidir…

Kur'an bize açık ve net olarak şunları bildiriyor.

“Hayırlı, bereketli, iyi bir ümmet olabilme şekli toplumun içinden iyilikleri yaşatmak, emretmek, emr-i maruf olarak bilinen tüm gerçekleri millete götürmektir, kötülükleri de yasaklamaktır...”

Demek ki, hükümetlerin, milli iradeyi temsilen görev alanların, köklü vaziyette toplumsal ahlaki çöküntülere neden olan tüm pislikleri yok edip, ortadan kaldırmaları gerekir…

Bu da, dediğimiz gibi gelen giden, iktidarı ele geçiren, devletin kilit noktasını elinde tutan, hükümetlere, siyasi partilere ve seçilmiş milletvekillerine düşer?…

Eğer bu yapılmadığı takdirde, insan kılığındaki insi şeytanlar, toplumun huzurunu, varlığını, ciddiyetini bozar ve toplum der demez yanlış yörüngelere sapar, pusulasını şaşırır, kıblesiz bir ümmet haline gelir...

Tıpkı bugünkü korona virüsü gibi bahanelerle camiler, cemaatler ve cumaların, ortadan kaldırılmış hali gibi.

Hele bakalım Ramazan’da ne yapılacak?

Sayın Dilipak’ın dediği gibi; yoksa Ramazan-ı Şerif de başka aylara mı ertelenecek?

Bayram, Cuma, Kurban, Hacc mevsimleri mi değiştirilecek?

Bize göre böyle şeyler hükümetin elinde değil...

Zira gizli siyon emperyalist güçlerin bunu hedeflemekte oldukları âşikardır.

En derin saygı ve sevgilerimle..