TARİHİNİ BİLMEYEN BİR MİLLET GELECEĞİNİ KESTİREMEZ?!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzre  tarihler milletlerle eşdeğerdir.

Tarihini bilen, okuyan, ihya eden bir toplum, varlığını da güçlülüğünü de, geleceğini de peşinen temin etmiş  olur...

Bunun tersini düşünürsek, tarihsiz bir toplum, yani tarih unsurunu kaybeden, peşinen kendini kaybetmiştir...

Benliğini yitirmiştir, varlığını da düşmana peşkeş etmiştir.

Hiç kimse kimseyi kandırmasın!

Siyasetin, politikanın parlak nutukları, yaldızlanmış konuşmalar, “somut verileri” içermiyorsa, hiçbir zaman inandırıcı olamaz.

Bir arpa boyu kadar yol da alamaz..

Bakınız sevgili dostlar!

Geçenlerde Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan çok güzel bir söz söyledi...

“Yedi düvel bize karşı birleşmiş, bizimle mücadele ediyor” dedi.

Elhak çok doğru bir sözdür ve önemli bir tespittir.

Gelip giden hiçbir devlet başkanı, yani devlet yetkilisi bu sözü itirafen söylememiştir, söyleme cesaretini de göstermemiştir...

Tabiri caizse hep olayların üstü örtbas edilmiş, gerçekler saklanmış, gününü gün eden politikacılar saha hakimiyetini elinde tutarak, “milleti” uyutmuştur...

Sadece milletin değil, hatta yalnız Türkiye’yi değil, tüm İslam dünyasını çaresizlikler içerisine sürükleyip, kıvranmasına, inim inim inlemesine neden olmuştur..

Ve bugün ne yazık ki aynısını yaşamaktayız!...

Ama bir ümit var.. 

O da, böyle bir Cumhurbaşkanı’na sahip olmamızdır...

Çünkü, Türkiye’nin varlığı tüm İslam dünyasına bir ümittir, bir tesellidir, hem de, yarınlara güvenle bakmada temel beklentisidir.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse başta Türkiye olmak üzere tüm İslam dünyası, tarihini sanki okumuyor gibi davranmaktadır...

Veyahut genç nesline, geçmişe yönelik olup bitenleri okutmak ve öğretmek gibi bir gaye içerisinde değil..

Sanki hakikatlere vakıf olmasını istemiyor...

Hep ifade ediyorum...

Türkiye ve bu coğrafyada yaşayanlar, Devr-i Saadet’ten günümüze kadar yeryüzünde en önemli mevkileri ihraz eden bir ecdadın evlatları ve torunları olarak kendimizi tanımalıyız ve tanıtmalıyız..

O ecdadın mirasına sahip olabilme liyakatini elden kaçırmamak gerekir.

Yani Selahaddin Eyyubilere, Selçukluların başkumandanı olan Sultan Alparslan’lara, Ertuğrul Gazilere, Osman Gazilere, Fatihlere, Yavuzlara layık olmamız gerekir..

Ama heyhat...

Ne yazık ki, özellikle son 150 – 200 yıl içerisinde tüm o mirası yitirdiğimiz gibi elimizin tersiyle de, tarihin tozlu raflarına, mahkum ettik..

Kendimizi de, tarihimizi de, Emperyalist ülkelere peşkeş ettirdik... Patron durumundayken adeta köleleştirilmiş bir toplum haline geldik...

Bugün tüm varlığımızla, kültürümüzle, inancımızla, coğrafyamızla adeta celladımız olan emperyalizme aşık olmuş, etrafında pervane gibi dönen, onların ışıkları altında, virane olmuş bir halde, yanıp, tutuşmuşuz...

Zira “görünen köy kılavuz istemez”.. İşte bu perspektifte yola çıkarsak şunu daha bir net görürüz..

Batı emperyalizmi tüm gücüyle geçmişlerine yönelik Doğu Roma İmparatorluğu’nun başına İslam orduları ne getirmişlerse, onlar da sinsice, ahlaksızca, gizlice hiç fire vermeden “intikam peşinde” dev adımlarla ilerlemektedirler.

İslam dünyasını istila etmek için I. Dünya Savaşı’nda ne planlandıysa, kurulan Cumhuriyet’ten sonra da, ki günümüze kadar aynı minval üzerine üretilen bir politika söz konusudur..

Yol, hedef ve plan aynı...

İntikam almak...

Buna delil göstermeye, şahit getirmeye hiç de gerek yoktur.

Zaten kendi ağızlarıyla bunları adeta söylüyorlar ve sahada birebir uyguluyorlar.

Okyanusların arkasında olan bir ABD’nin Irak’ta, Suriye’de ne işi var, Afganistan’da ne işi var diye sormak gerekmez mi?

Suudi Arabistan yönetimiyle dolar pazarlamasından başka ne işi var?

Tarih sayfasını çevirirsek...

Bundan yüz yıl önce Fransızlar, sonra İngilizler, İtalyanlarla birlikte Kuzey Afrikayı istila etmediler mi?

Cezayir, Tunus, Libya’yı hegemonyalarına almadılar mı?

Churcil’lerin, Napolyon’ların çizmeleri altında ezilip Mısır’ı bizden kapmadılar mı?

Eğer bugün yüzyıldan beri Mısır’da uygulanan darbecilerin hegemonyası var ise, bu kesinlikle o günlerin devamı ve zihniyetin hala hakim olduğunu göstermektedir...

Ki, İslam dünyasında olan darbeler zinciri, kesinlikle o günkü batı emperyalist güçlerin, hala etkili ve yetkili olarak, kendilerini idame etmeleridir...

Selahaddin Eyyubiler nasıl Maveraünnehir (Orta Asya coğrafyasından Kudüs’e kadar) yekvücut olarak vermiş olduğu cihad bayraklarıyla, sancaklarıyla yürüyen o ordular, Şam’ı, Filistin’i, Kudüs’ü, Yemen’i, Hicaz’ı, taa Hindistan yarımadasına kadar gitmişlerdi...

Şam’da bulunan Selahaddin Eyyubi’nin türbesi, hala da batılılar tarafından bile ziyaret ediliyor olması!.

O kahramanlığı dahi istemeye istemeye dile getiriyorlar, yazıyorlar ve el altından da İslam ümmetine, gerçek yüzlerini unutturmaya çalışıyorlar.

Gerçekten bu söylediklerimiz, Ortadoğu’da İslam ülkelerinde olup bitene dair, devede kulak bile değil..

Ama, dilimizin döndüğü kadar gerçekleri dile getirmeyi devam edeceğiz, çünkü hakikatleri dile getirmeyi kendimize en kutsal görev telakki ediyoruz.

Evet sevgili okurlar!

Gerçekten, herşeye rağmen, Türkiye bugün çok şanslıdır.

Keza İslam dünyası da o paralelde, bir  o kadar şanslıdır.

Çünkü, Türkiye’nin başında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vardır.. Ve artık, Allah’u Ekber diyen bir ordusu vardır.. İşte Erdoğan’ın direktif ve talimatları doğrultusunda Kuzey Suriye’ye yönelik girişilen “Barış Pınarı Harekatı...”

Dünyaya parmak ısırtan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elde ettiği zaferler...

Cumhurbaşkanı hep Kur’an okuyarak, okutarak seferlerini başlatmış, ecdadından aldığı ilhamle, yol yürümektedir...

Nitekim geçtiğimiz Cuma günü Çamlıca Camisi’nde hütbe esnasında, El Fetih Suresini okudu.. 29’uncu ayetin birinci bölümünü de Türkçe olarak okuttu...

Erdoğan’ın bu tavrı toplum tarafından çok dikkatle izlendiği gibi,  kamuoyunun da takdirine ve tebriklerine mazhar olmuştur.

Ayetin Türkçesi şöyle...

“Muhammed Allah’ın Resuludür, onunla beraber, onlar inkarcılara karşı çetin, şiddetli, birbirlerine karşı ise çok şefkatlidir, merhametlidir. Onların namazda rüku ve secde halinde Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün.

Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.

İşte bu onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan özellikleridir.

Onlar filizini yarıp çıkarmış, onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçilerin hoşuna giden bir ekin gibidir...”

Evet Cumhurbaşkanı bu ayet-i celileyi anlatırken özellikle şu iki cümleyi vurguladı.

“Onunla beraber onlar var ya küffara karşı şiddetli, birbirlerine karşı ise çok şefkatlidir.” dedi.

O devr-i saadetteki o büyük insanların yaptıklarını biz de yapmalıyız.

Biz küffara karşı başını eğmeyen, belini bükmeyen bir millet olarak dosdoğru ayakta olmalıyız.

Anlaşılan budur ki; Cumhurbaşkanımız böyle bir anlayışa sahip bir insan olmakla dış dünyadakilere karşı da, içtekilere karşı da varlığını, ciddiyetini gösteren bir devlet büyüğüdür.. Ki varlığı Türkiye için ve İslam dünyası için bir şanstır.

Ama ne var ki bunu da söylemeden geçemiyoruz.

Kamuoyu adına diyoruz ki; Cumhurbaşkanımızın dıştaki siyaseti dosta düşmana ders-i ibret olarak gösterilmekle beraber, içteki AK Parti siyasetiyle bazı bakanlıklardaki olup biten olumsuzluklara da bir el atsa, üzerinde dursa ortalık güllük gülistanlık olur.

Ama ne yazık ki eskiden kalan bir söz var. “Alanda kazanılanlar masada kaybetme meselesi” gibi bir yaşam tarzıyla karşılaşılmaktadır...

Bazı bakanlıkların bünyesinde yapılan çok önemli olumsuzluklar var, yanlışlıklar var, toplumsal bir tedirginlik var, ekonomiksel sıkıntı diz boyu…

İnsanlara acımasızca yazılan cezalar ve yargı bünyesinde sebepsiz yere yapılan zenginleşme uygulaması, savunma erki olan avukatlık mesleğini nerdeyse alt üst etmiştir.

Keza SGK denilen vurguncu bir kurum apayrı bir vadide yürümektedir, kimsenin haberi bile yok.

En derin saygı ve sevgilerimle…