TERAKKİ VE TEREDDİ VEYA TEDENNİ...!?

Evet, sevgili okurlar.

Sohbetimize başlık olarak kullandığımız bu iki kavram, çok önemli ve kapsamlı mana taşımaktadır...

Hele hele gelişmekte olan bir toplum için, bu kavramlar bir düsturdur, ilkedir ve hatta manevi kıbledir...

İnanan bir İslam topluluğu, nam-ı diğeri ümmet için bu zamanda “terakki” yani ileriye doğru gitme, yücelme, sanayi ve teknolojide gelişme olmazsa olmazdır.

“Tedenni” ise alçalışa doğru yuvarlanmadır...

Veya “tereddi…”

O da, ilerlemek için çalışmaktan vazgeçip tereddiye yani gerileme evresine girmektir…

Aşağı düşmektir..

İşte bu yıkım da, tembelliğin, acizliğin, fakr-u zaruretin faturasıdır...

Şu halde “MEFRAKUT-TARİK”, yani burada yol ayrımındayız.

İnanan bir toplum için ilerlemek mi gerekir, gerilemek mi veya tedenni etmek mi gerekir?

Elbette ki ilerleme, yücelme, maddi ve manevi yükseliş gereklidir…

Nitekim İmam-ı Gazali, “İhya-ı ulumud-din”de şöyle diyor;

“Bir askeri güç silahsız olmadığı gibi veya bir kuş kanatsız uçamadığı gibi, ümmet için mutlak bir askeri güç ve teknoloji olmazsa askeri gücün varlığı ne yazık ki sayılamaz...”

Biz bunları milletçe yaşadık.

Aba ecdatlarımız bu skandallarla çok kez yüz yüze geldi…

Bir kuşun kanadı olmadan uçamayacağı gerçeğiyle o kuş hiçbir zaman kanatsız bırakılamaz..

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

“İ’la-yı kelimetullah uğruna mutlaka terakki etmek gerekir...”

Terakki olmazsa, teknolojin olmazsa, gençliğini ilmi bilimsel karakterle donatılmıyorsa, o milletin varlığı düşünülemez...

Nitekim Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin sık sık kullandığı bir ifade var;

“Mezar-ı müteharrik.”

Yani iki ayak üzerine hareketlenen mezar veya mezaristan…

Demek ki önemli olan maddeten ve manen tereddi değil, terakki etmek lazım.

Bu terakkinin, yani yücelmenin, ilerlemenin temel taşı, ana çizgisi, olmazsa olmazı; yüce İslam dininin ana prensip ve ilkelerine sahip çıkmaktır…

Yüce Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılmaktır…

Toplumun yüzde 90’ı, hiçbir ideolojiye bağlı kalmamak kaydıyla, sadece Kur’an ideolojisine bağlı kalması gerekir.

Ki o zaman tedenni değil, tereddi değil, terakki oluşur…

Ummet noktasında, ilerleme sağlar...

Bediüzzaman Hazretleri diyor;

“Dünyada “tedennimizin” ve “tereddimizin” sebebi dinimize riayetsizliktendir.

Hem de intizam-ı idareden (idari düzenlemeden) ziyade ahlakımızı tehzib (seçkin) etmeye muhtacız.

Ve bu seçkin ahlakı da bize kazandıran yine yüce İslam dinidir...”

Hiç kuşkusuz ki, “ben dünyayı kazanayım da ne olursa olsun” demekle beşer kendini kaybettiği gibi varlığını da kaybeder.

İşte bu uğurda din ihmal edilemez…

Dinini ihmal eden veyahut geri plana atan, hiçe ve küçüğe sayan kişi demektir ki, Allah korkusu kalbinde ve vicdanında bulunmamaktadır…

Evet, din ihmal olunamaz.

Biz vatanımızı din ve harameyn için severiz.

Dünyayı da din için i’mal edeceğiz.

“La hayre fi dünya bilâ dinin..”  Yani, dinsiz bir dünyadan hayır beklenemez ve düşünülemez de.

Onun için içimizden Allah’a yalvarıyoruz.

Yıllardan beri batılılaşma uğruna, yani Avrupa Birliğine girme hevesi uğruna, dinin ana ilkelerini kapatıp, “yeni bir modernleşme dünyasına gireceğim” gibi bir batıl anlayış hiç kuşkusuz ki, sahibini uçuruma götürür…

Bunun için Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Din hayatın hayatıdır, hem ruhu, hem bekasıdır.

İhya-ı din ile olur şu milletin bekası.”

Hani beka deyip tutturuyorlar AK Partililer ve MHP’liler.

İşte milli beka olabilmesi için, dinin ilkelerine sımsıkı sarılmak gerekir…

Aksi takdirde Ziya Paşa’nın dediği gibi;

“İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki,

Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı…"

Yani, "Devletin yükselmesine ayak bağı olan İslamiyet imiş.. Önceden yoktu, bu söylenti yeni çıktı.”

Ziya Paşa Terkib-i Bent’teki bu mısrasını, Tanzimat Fermanının hemen akabinde, dile getiriyor…

***

1800’lü yıllarda Mısır’ı istila eden ve kendini dost gösterip, düşman olarak ülkeye giren, İngiliz ve Fransızların özellikle hedefleri, Mısır halkını İslamiyet’ten uzaklaştırıp yozlaştırılmış bir toplum haline getirmekti..

Ana planları buydu…

İngiliz ve Fransızlar, bunu piyonlar aracılığıyla yapıyordu…

Direkt olarak kendilerini deşifre etmeden, kendilerine Müslüman görüntüsü veren, toplumun her kesimine girebilen o haçlı generaller; Napolyon gibiler bu işi yapıyorlardı.

Mısır’ın Cami’ül Ezher’ine sızdılar…

Cami’ül Ezher’den gençliği ve insanları alıkoyabilmek için kendi özel okullarını açtılar.. O okullardan mezun olanlara devlet bünyesinde, makam ve mevkiler, imkânlar tanındı.

Ancak Ezher’den mezun olanlar kıt kanaatle maaşsız, gıdasız, ücretsiz olarak fakru zaruret içerisinde kıvranıp duruyorlardı.

Tıpkı günümüzdeki Türkiye gibi…

İşte devletin imkânlarından faydalanan, çifte standartlı nice kimliksizler, yüce İslam’a karşı böylece oyunbaz roller oynadılar ve hala da oynamaya devam ediyorlar.

* * *

Bu itibarla diyoruz ki, bizim ana ilke ve düsturumuz yüce Kur’an olmalıdır..

Kur’an ahlakıyla toplum ahlaklanmalıdır.

Bediüzzaman diyor ki;

“Elde Kur'ân gibi bir mu'cize-i bâki varken, başka burhan aramak aklıma zâid görünür.

Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,  münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?”

Nitekim merhum Mehmet Akif de şöyle diyor;

“Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı, asrın idrakine anlatmalıyız İslam’ı.”

Kendini şeklen, makyajlayarak nice postmodernci, basmakalıp insanlar, bu Kur’anın varlığını içlerine sindiremediler..

Sindirmemek için, enva-i kumpasları icra ettiler..

Kısm-i olarak, başarı elde ettilerse de, emellerine kavuşamadılar..

Çünkü dün olduğu gibi bugün de menfi propaganda yapan böylesi hainlere bu millet kulak vermediği gibi vermez de!.

Onun için milletçe uyanmalıyız…

Her daim uyanık olmalıyız..

Yeni kabuslar görmemek için  Kur’an etrafında kenetlenip, ümmet olmayıyız..

En derin saygı ve sevgilerimle.