TOPLUM BİR YÖNE GİDİYOR, DEVLET TOPLUMU BAŞKA BİR YÖNE SÜRÜKLEMEYE ÇALIŞIYOR!?

Sevgili okurlar…

Bayram tatili dışında, bir haftadan beri sohbetimize başlık olarak kullandığımız “DEVLETİMİZ HUKUK DEVLETİ Mİ, KANUN DEVLETİ Mİ, SİYASET DEVLETİ Mİ?!” ifadesinin açılımını yazı serimiz içerisinde siz değerli okurlarımızla net olarak paylaştık.

Hem de detaylarıyla, bir dizi örnekler vererek aktardık…

Hakikatleri kamuoyuna neşrettik…

Ki paylaşmak, dile getirmek ve araştırmada bulunmak bizim için ana kural ve kaidedir.

Bu hedeften de hiçbir zaman şaşmayız…

Doğru ne ise o, yanlış ne ise o; deriz!

Ne diyor o vecize söz…

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır..”

Bugün, sizinle yapacağımız sohbetin başlığını değiştirdik…

Başlığımız şöyle…

“TOPLUM BİR YÖNE GİDİYOR, DEVLET TOPLUMU BAŞKA BİR YÖNE SÜRÜKLEMEYE ÇALIŞIYOR!”

Bu ifade, anlamlı ve önemlidir…

Çünkü günümüzdeki toplumsal yaşam halini “açık bir şekilde deşifre” ediyor…

Devlet gücünü eline alan iradeler, hukukun üstünlüğüne bağlı kalarak, hukuk çerçevesinde yönetimi icra etmeliler…

Ki bir hukuk devleti olarak hukuk gerçeğini uygulama görevi de elbette ki “siyasal iktidarlara” düşmektedir…

Ve bu yetkiyi de toplumun desteğiyle almaktadır…

Keza kanun devleti olsa da ki öyledir, yine de hukukun üstünlüğüne bağlı olması gerekir ve şarttır.

Velev ki Siyaset devleti de olsa hukuksal ilkelere uyma zorunluluğu var..

İlla ki hukukun üstünlüğü işlem görmelidir..

Olmazsa olmazıdır yönetimlerin!.

Biz bunları, detaylı bir şekilde açıklamıştık.

Ama görünen odur ki; “ibreler” ters işlemektedir..

Çünkü devletle millet arasındaki kopukluk had safhaya gelmiştir.

Özellikle son 4-5 yıl içerisinde aşırı derecede devletin önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesinde uygulanmakta olan ve vücut bulan hantallaşma; “veryansın” ettiriyor…

Hele ki kamuda vatandaşlara “bugün git, yarın gel” misali sergilenen tutum ve uygulamalar…

Yol kontrollerine çıkan trafik ekipleri ve uyguladıkları sistemin tamamen; halkı cezalandırmaya yönelik olması…

Gerçekten bu olaylar sıradan hadiseler değildir.

Adeta olağanüstü haller yaşatılıyor bu memlekette.

Bunları yıllarca iktidara oy vermiş ve desteklemiş kişiler olarak yazıyoruz…

Ki hala da Recep Tayyip Erdoğan’ı destekliyoruz..

Ve onun, büyük bir devlet adamı olduğuna dair inancımızda zerre-i miskal bir tereddüt de yoktur.

Ancak ne hazindir ki son yıllarda Erdoğan’ın siyasi ve devlet adamı anlayışını sahada pek görebiliyor değiliz…

Tersi bir uygulama var…

Yaşananlar halkı bıktırdığı gibi her gün biraz daha usanç veriyor.

Hele hele Diyarbakır’ımızda uygulanmakta olan “kayyımcılık” hali, inanın ki kendimi zorluyorum ama bir türlü ifade edecek bir şey bulamıyorum.

Tek kelimeyle diyorum ki;  bunların hal-i pür melaline Allah yardım etsin.

Kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde derme-çatma uygulamalar var.

Yanlış uygulamalar söz konusu!

Şişirmeler.

Kimin eli kimin cebinde belli değil?

“Ahmet’i oradan al, Mehmet’i oraya koy.

Mehmet de olmadıysa Ali’yi koy..

Veli’yi de koyabilirsin…”

Neyse.

Bir değişim şekli olmasına rağmen işler yürümüyor.

Şu belediyelerin haline bakalım; her yönüyle arıza-i durum içeriyor.

Diyarbakır’daki kayyımlardan, belediye başkanlarından bahsediyoruz.

İlin Valiliğinden bahsediyoruz.

İlçelerin kaymakamlıklarından bahsediyoruz.

Vatandaş “illallah” diyor..

Ve bunu demekten başka bir çare bulamıyor.

Bu engellerin de yasalara uygun olarak yapılması, bize göre bir hukuk devletinin varlığına gölge düşürüyor.

Kanun devleti desek, kanunlara da uyulmuyor!

Vatandaşın müracaatları halinde resmi yazılarına aylarca cevap verilmediği gibi, teyiden tekrar tekrar yazılınca mecburen cevap veriliyor.

Deniyor ki; “kusura bakmayın, yönetmelikler gereği ancak bu hal gerçekleşebiliyor.”

Millet buna inanmıyor tabi?

Feodal yapı bölgede başını almış gidiyor.

Çetevari arsa mafyaları cirit atıyor.

Sanki Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde değil, kendi benliğini kaybetmiş bir Sosyalist Sovyetler birliğine dönüştürülmüş bir vurdumduymazlık görüyoruz…

Yasaları tanımayan, hukuk ilkelerine hiç uymayan, tamamıyla keyfiliğe dayalı uygulamalar, devletin bazı kurum ve kuruluşları içerisinde; “nüfuz” edici görünüyor.

Biz bunları yazarken dostça yazıyoruz.

Yukarıda belirttiğimiz gibi yıllar yılı bu partiye oy vermiş biri olarak bunları kaleme alıyoruz.

Ama çarşı pazara gittiğimizde kimin ağzını açıyorsanız söylediği ifade şu…

“Bu perişan hal ne olacak, nereye kadar devam edecek!?..”

Sanki AK Parti, yorgunluğunu ilan etmiş.

“Artık bu işleri yürütemiyoruz,..

Rakip muhalefet gelsin alsın iktidarı alıp, götürsün, yürütsün” diye bir hal yaşatılıyor.

Tek kelimeyle; fazla uzatmayalım.

Adeta toplumun her kesiminde ekonomiksel sıkıntılarla beraber gençliğin ahlaki çöküntüler içerisinde kıvranıp durma hali, her şeyi deşifre ediyor…

İnsan hayretler içinde olup biteni izliyor ve yaşıyor…

Ama toplumun üzerine güpegündüz çöken kâbusluk hali, her gün biraz daha toplumu ümitsizliğe sürüklüyor.

Bana göre Sayın Cumhurbaşkanımızın bu işe bir hal çare bulması için bazı önemli olaylara el atması gerekiyor.

Dün de bunu ifade etmiştim.

Yoksa AK Partiye gönül vermiş çok değerli insanlar, bugün sanki kovulmuş halleri yüzünden artık AK Partinin yüzüne bakılmaz hale gelindi.

Sanki yetkililer ve etkililer “artık yeter, biz erken bir seçimle de olsa, gününde seçimle de olsa, bu işi muhalefete bırakalım, onlar artık başlasınlar. Biz üzerimizdeki kâbusumuzu atlatamadık” diyorlar.

Hal böyle olunca, gerçekten memleket, başka bir vaziyete sürükleniyor.

Her gün biraz daha antidemokratik hukuk dışı emperyalizmin köleliğine doğru sürükleniyoruz..

Bu da elbette ki çok düşündürücüdür.

Allah korusun.

Bu memleket yeniden CHP’nin tek parti şeflik ve dipçik dönemini bir daha yaşamasın!

Yukarıda söylediğim gibi, “Görünen köy kılavuz istemez” misali…

Hangi devlet dairesine gidiyorsan, eli boş dönüyorsun.

Hem de “ne kadar ısrarlı olursan, o kadar pişman oluyorsun” sözünü insana hatırlatıyor.

Tüm bu aktif olumsuzlukların varlığı bir toplumun, özellikle İslam inancına bağlı bir toplumun İslamsız yaşama halini gösteriyor.

Yeni Şafak Gazetesinin dünkü nüshasında dostumuz değerli kalem sahibi Yusuf Kaplan Bey’in tespitlerini paylaşalım.

“Dün, Osmanlı’yı parçalayan ve tarihten uzaklaştıran büyük yanlışlıklara imza atan jöntürklerdi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü tehdit edenler, küresel kapitalist sistemin çıkarlarını temsil eden, kendi sınıfsal ve hedonist çıkarlarını kutsayan ve aynı çıkarlar etrafında toplanan “Beyaz Türkler”le “Beyaz Kürtler” Türkiye’yi parçalanmanın eşiğine sürükleyecek kin ve nefret tohumlarını ekiyorlar toplumun bütün katmanlarına…”

İşte bakınız, sevgili dostlar.

Deneyimli kalem sahibi Yusuf Kaplan Hoca’nın tespitleri yerli yerindedir.

Milletin tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, gelenek ve görenekleriyle, örf adetleriyle oynayan ve buna da “çağdaşlık” adını veren İslamsız bir ırkçılığa, bir Türkçülüğe veyahut bir Kürtçülüğe milleti sürüklemeye zorlamak isteyen nice hıyanet erbaplarını gördük.

Ve bunlar diyor ki;

Biz Türkiye’yi kurtarıyoruz(!)

Oysaki Türkiye’yi kurtarmak yerine, Allah muhafaza eylesin tam tersine batırma hali yaşatılıyor.

“Toplum, bin yıldır tarih yapan bir yerden bakıyor hâdiselere… Devlet, laik entelijansiyanın en parlak isimlerinden Tanpınar’ın yerinde tanımlamasıyla bir “kültürel inkâr” cinayetine soyunmaktan çekinmeyerek toplumun ruhunu, ruh köklerini yok edecek, kültürel intiharın eşiğine sürükleyecek bir sosyal ve kültürel mühendislik projesi dayatıyor topluma tam bir asırdır! Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştirmeyen toplumu laik Batıcılar içeriden zihnen sömürgeleştiriyorlar…”

Gerçekten öyle değil mi, sevgili dostlar?

Sekülarizm, toplumu devletten uzaklaştırdığı gibi tarihi benliğinden de uzaklaştırıyor.

Hem de laikçilik adına.

Bu da emperyalist ülkelere bir inançsızlık içerisinde peşinen köleleşmeyi kabul etmiş bir hali gösteriyor…

Yoksa durup dururken yeni bir devlet oluşturuluyor, bir cumhuriyet kuruluyor, ama “laikçilik” adına kendi milletiyle pençeleşiyor ve yaka paça oluyor.

Kalkınma ve ilerleme yerine tam tersine yerinde sayıyor.

Bu hal, gerçekten normal bir hal değil.

Dünkü yazımızda da söylediğim gibi, haçlı emperyalist ve Yahudi dönmelerinin yüz yıl yaptığı gibi, bugün de değişik versiyonlarla aynı şekilde başka projeler uygulanıyor.

Toplum bundan nedamet çekiyor, pişmanlık duyuyor.

Ama heyhat!

Kime söylüyorsun?

Bu misalle yola çıkarsak, her şeyi anlamış oluruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.