TOPLUMSAL BİR SÜKUT-U HAYAL Mİ YAŞANIYOR?! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sizinle yapmış olduğumuz sohbetin ana kural ve çizgilerinde iki temel dayanak üzerinde durmuştuk.

Birincisi: Konya’nın Meram ilçesinde meydana gelen bir ailenin soykırımı ile ilgiliydi.

İkincisi: AK Partinin kuruluş felsefesiyle bugünkü liberal demokrasiyle ortaya çıkmasının tezat teşkil etmesiyle ilgiliydi.

Bugün de aynı minval üzere Türkiye’nin bir İslam ülkesi olması hasebiyle İslamiyet’ten oldukça uzaklaştırılmak istenilmesi halinin yaşatılmasının, nedenlerini kaleme alacağız!...

Sevgili okurlar...

Yusuf Kaplan Hocanın dünkü yazısının başlığı pür dikkat çekiciydi..

Şöyle diyordu yazısının başlığında...

Modern siyasî muhalefetin çöküşü, postmodern sosyal medyanın meta-jeofizik muhalefetinin yükselişi…”

Denir ya doğru söze ne denilebilinir ki?

Ancak, anlayana..

Çünkü gerçekten çok şeyleri anlatıyor.

Anlamayana diyorlar ya; Davul zurna bile az.

Yusuf Hocanın tespitine katılıyoruz.

Lakin, modern siyasi muhalefetin çöküşü tanımına katılmıyorum..

Kimse kusura bakmasın.

Zaten modern siyasi muhalefet, özellikle ana muhalefet her gün biraz daha çöküşe mahkûm yüz tutmuş gidiyor.

Hem de tepetaklak gidiyor.

Fakat bize göre onun bu yuvarlanışını engelleyen, muktedir olmayan bir iktidarın antidemokratik keyfiyetleridir...

Bu keyfiyet, yuvarlanmasını engelliyor.

Hem de oldukça engelliyor.

Adeta değirmenine su taşıyor.

Zira dün de yazımızda belirtmiştik..

AK Partinin ilk kuruluş tarihiyle, halkla yapılan sözleşme, tüzükteki anlatımlar, bildiriler, yazılanların fersah fersah birbirinden uzaklaşma durumu söz konusudur..

AK Parti kendi kisvesinden, kendi sibgatından, renginden hatta onunla yola çıkan ve oy veren seçmenlerin inancından oldukça uzaklaşır bir gidişatın içerisinde bulunuyor...

Bakınız, bir haftadır Türkiye’nin her tarafını orman yangınları sarmış ve devam ediyor.

Elbette ki bu olay yalnız iktidarı ilgilendirmiyor, tüm milletin iktidara destek olması gerektiğini herkes bilmelidir ve uymalıdır.

Keza muhalefet de aynı şekilde.

Ama görünen odur ki birileri uzaktan seyrediyor ve iktidarın bu büyük musibetle pençeleşmiş olmasıyla bıyık altından gülüyor.

Nitekim Kılıçdaroğlu, sadece sesini yükseltiyor.

İnanın kendisi de ne söylediğinin farkında değil, ne söylediğini de bilmiyor.

Bir muhalefet partisi olarak, hem de ana muhalefet partisi olarak 2023 seçimlerine hazırlanma hevesi içerisinde yaptığı konuşmalarla ne yazık ki başta söylediğimiz gibi modern bir çöküşle karşı karşıya olduğunun da farkında değil.

Ama iktidar partisi de tüm bunlara rağmen kendisine düşen; hakkıyla yapması gereken çok büyük önlemleri bir türlü alabilmiş değil..

Ve bunun rastgele bir yangın şekli olmadığını da itiraf etmiyor, dile getirmiyor, kamuoyuyla paylaşmıyor.

Kamu vicdanı her şeyi yokluyor, inceliyor ve tespitlerini anlatıyor.

Ve diyor ki;

Bu sıradan bir yangın şekli değil.

Bu organizeli soğuk savaş halidir.

Peki, kimler arasında; “bu çatışma yaşanıyor?’

Türkiye’nin yıllardan beri başına bela olan sol sosyalistlerin, devrimci ve darbeci hıyanet şebekeleri gizliden gizliye Türkiye’nin önünü kesmektedir...

Yangını üstlenen PKK’nın ateş çocuklarıyla işbirliği içinde olmasınlar mı acaba?

Vesayetçi oluşumların istemlerine odaklı; sabotajlardır...

Kesinlikle kamu vicdanı bu minvalde düşünüyor?

Ki arayış içindedir...

Ama her nedense iktidarımızın istihbaratları bugüne kadar hala da bunu tespit edememiştir.

İktidarın bu tespitleri yapamama zafiyeti içerisinde olması da inkâr edilmez bir durumdur.

Sağır Sultan dahi bunu biliyor.

Ama AK Parti bunu dile getirmiyor veya getiremiyor.

Neden mi?

Zira AK Partinin misyonu eski misyon değil.

İçine sızdırılmış AKP’lilerin galibiyeti nedeniyle böylesine yüreksizliği ona yaşatmaktadır...

Bakalım, sonuç nereye gidecek?

Allah encamımızı hayreyleye.

* * *

Sevgili okurlar.

Dünkü yazımızda da belirtmiştik.

AK Partinin ilk kuruluşunda yapılan tüzük, bize göre halkla yapılan bir sözleşmeydi.

O sözleşmede her şeyden evvel; “iktidara gelirsek, yüz yıllık kirli geçmişle, mücadele edeceğiz...

Tek parti şeflik ve dipçik döneminin, yani CHP’nin altı okunun hıyanetlerini bir bir ortaya dökeceğiz.

Ve Türkiye’ye yepyeni bir bahar sevinci yaşatacağız..”

Deniliyordu?

Neyle, bu yapılacaktı?

İslam ahlakının geri getirilmesiyle...

Toplumun karanlık mezalimlerden kurtarılmasıyla…

Enflasyonun tek rakama indirilmesiyle…

Tek kelimeyle özetlemek gerekirse;

Sosyal bir adaletle, sosyal bir ekonomi, yeniden tarihi bir kültürün halka enjekte edilmesi, sağlanacaktı...

Okuyan, soruşturan, sorgulayan bir nesil yetiştirilecekti..

Gençliğin beynine modernizm kurnazlığı değil, İslam ahlakını enjekte edecekti...

Bunun sözünü vermişti...

Öncelikle mevcut eğitim şeklini yeni bir Türkiye’yle değiştirerek gençliği İslami terbiyeyle zirvelere tırmandıracaktı...

Halkın milli iradesini temsil etme sözü verilmişti.

Ama heyhat!

Görünen odur ki hiçbiri gerçekleştirilmedi.

Keza Konya’nın Meram ilçesindeki meydana gelen bir ailenin soykırımının, sadece normal adli bir vakaymış gibi gösterilip de eski kalıplaşmış, klişeleşmiş ifadeleri aynı kalıba koyarak kullanmaları ile yetinen iktidar, ne yazık ki yine milli iradeyle ters düşmüş durumdadır.

Şöyle ki...

Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, artık kamu vicdanı diyor ki devleti temsil eden iktidarlar, eski iktidarlar değil.

Hele hele AK Parti iktidarı, artık klişeleşmiş ifadelerden uzak durup yepyeni bir Türkiye’ye, yepyeni bir adaletin ve hukukun üstünlüğünü icra etmeleri gerekir...

Ki dünkü yazımızın son bölümünde “Maide” suresinin 32. Ayetinin yüce mealini sizinle paylaşmıştık.

Bu yüce ayet-i celilenin hüküm gerçeği üzerine yürütülmeyen bir hukuk sistemi, hiçbir zaman adil bir hukuk sistemidir denilemez.

Zira bu da Kur’anla sabittir... Ki inandığımız yüce kitap bize bunu emrediyor.

Bu gerçekleştirilmediği takdirde toplumu tevhit inancına yaklaştırma çabası da boşunadır.

Nitekim hakikat bize bunu gösteriyor ki;

Müslümanlar, İslam dininin gerçeklerinden geri kaldıkları müddetçe, onlar da geriler ve düşmanlarının tasallutundan da kendilerini kurtaramazlar.

Ama devlet-millet el ele vererek İslam’ın ana ilkelerine sarılarak yola çıkarsa, başarıları da kaçınılmazdır...

Yeryüzüne hükümranlığı sağlaması da, tartışılmazdır...

Bu devlet, bu millet, bu ülke, hala da kendi geçmişini yaşayamıyorsa, yani 1923’ten önceki tarihiyle, kültürüyle yaşayamıyorsa…

İllaki varsa yoksa 1923’ten sonraki tarihimiz, tarihimizdir” deniliyorsa...

İnatla, temerrütle, ısrarla buna devam edilirse, tüm çabalar boşunadır.

Bize göre havanda su dövmeye benzer.

Tek kelimeyle şunu diyebiliriz ki..

Yusuf Kaplan Hocanın dünkü yazısındaki “Modern siyasî muhalefetin çöküşü, postmodern sosyal medyanın meta-jeofizik muhalefetinin yükselişi…” hadiseye cuk diye oturmaktadır...

Son cümlesi olan “meta-jeofizik muhalefetinin yükselişi kaçınılmazdır.

Bu yolu kendisine veren de iktidarın toplumsal yanlışlıklarıdır.

Bu minvalde, konuşulan çok şey var..

Bugünlük bu kadar diyelim...

Sonuç itibariyle özetle şunu söyleyebilirim..

İktidar partisi olan AK Partinin kuruluş sözleşmesiyle yani tüzüğüyle bugünkü yaşam şekli birbiriyle tezat teşkil ediyor.

Özellikle Güneydoğu Anadolu’daki bazı kayyımların hala da HDP’nin kuluçkası üzerine oturmuş halleri, çatlayan yumurtadan çıkan civcivlerle yol yürümesi, onları büyütüyor olmaları, “gelen gideni aratıyor” dedirtiyor...

Vaziyete, söylenecek söz vay bu milletin haline!...

Başka bir şey demiyorum...

En derin saygı ve sevgilerimle.