TÜM TERÖRÜN ANA KAYNAĞI HAÇLI UNSURLARDIR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

“Tüm terörün ana kaynağı haçlı unsurlardır” başlıklı yazımıza, bugün de aynı başlık altında, daha detayıyla mevzularımıza devam edeceğiz.

Malumunuz üzere insanlığın derin tarihinden gelen fıtrat kanunları dün olduğu gibi, bugün de, yarın da hep var olacaktır..  Ki kıyamete kadar da devam edecektir.

Fıtrat kanunu denilen gerçek, insanlığa yüce kudret tarafından verilen değişmez bir kanundur.

Bu kanun çerçevesinde hakla batıl hep çarpışa gelmiştir.

Zulümle adalet, zalimle mazlum ve hakla batıl olarak tanımlanan birbiriyle zıt kavramlar, insanlığın vazgeçilmez ana kanunlarıdır.

Ve kudret-i ezeli tarafından yazılmış, kader ve kaza kanunlarıdır.

Tüm bunlara rağmen, kötülük yapmak için ana kaynak inançsızlıktır, küfürdür, zulümdür, fıtrat kanunu dışı yaşam biçimidir.

Bunun tam tersine iyilik yapan da fıtrat kanununa ters düşmeyen, hukuka, hakkaniyete, adalete sahip çıkan adil taraflardır.

Bu her iki unsur Hz. Adem (A.S)’ın iki oğlu Habil ile Kabil arasında başlayıp, günümüze gelmiştir.

Hiç kuşkusuz ki bu da, yine ezeli bir yaradılış kanunu olarak bilinmelidir..

Ki daima hak batıla galip gelmiştir.

Geçici olarak batıl ve zalim unsurlar, toplumlar arasında türemiş, zulüm ve küfür gerçekleştirmişlerse de, hakimiyet ellerine geçmişse de netice itibariyle söz daima hakkın olmuştur...

Hukukun ve adaletin olmuştur.

Fıtrat kanunu buna sahip çıkmıştır.

Bu inkâr edilmez bir gerçektir.

Ki, tarih buna şahittir.

Ama ne yapacaksın ki akıl tanımayan cehalet, tarih boyunca akılcılığa sahip çıkmıştır.

İnsanlık mefhumunu tanımayıp, inanmayan ve hep fıtrat kanunuyla ters düşen zalim unsurlar, hep "güzel kavramların" arkasına sığınarak, kendilerini gizlemişlerdir…

Tabiri caizse "kuzu postunu giymiş" birer saldırgan kurt gibi, kamuflaj yapmışlardır…

Kendilerini "bu libasla" insanlara yutturmaya çalışmışlar ve insanlığı yağmalamışlardır.

Hükümferma olmuşlardır.

Sonuç itibariyle belalarını da bulmuşlardır.

Tarih sayfaları bu minvaldeki zihinlerin sonuçlarına şahittir!…

Nice Firavunlar, Nemrutlar, Mussolinler, günümüzdeki ABD’nin balon gibi şişkin olup ahkâm kesen Donald Trump gibiler.

Hep bela olmuşlardır..

Ama akıbetleri hep husran olmuştur!…

Donald Trump…

Günümüzdeki insanlığın başına bir bela olup, adeta fıtrat kanunlarıyla yarışıyor…

Öyle inanıyoruz ki çok yakın bir zamanda belasını bulacaktır.

Daha iki sene önce, ayağının tozuyla iktidara gelir gelmez, saldırıya geçmişti…

Tarihi Kudüs şehri İslam’ın malı olduğu halde, içinde Mescid’ül Aksa olan Harem-i Şerif’in varlığını inkâr ederek, "Kudüs İsrail’in başkentidir" terörüne imza attı…

Bakınız bugün de, işgal altındaki Golan tepelerinin "İsrail’in olduğunu" söylüyor…

Ve "İsrail'in tapusu olduğuna imza atıyorum" diyor..

Öbür yandan daha bir hafta önce yeryüzünü karanlığa gömen, insanlara insanlığı unutturan, tarihi bir zorba katilliği yeniden insanlara gösteren Yeni Zelanda’daki Müslümanlara yapılan bir katliamın varlığına karşı, ne yazık ki insanlık dünyası bir türlü bu edepsizliğe, bu karanlık küfre karşı ciddi bir karşılık veremedi.

İnfial gösteremedi.

Yüzeysel dedikodudan başka kimse bunu kınamadı.

Yeni Zelanda’daki iki camide bulunan masum Müslümanların katliamına giren bir insanlık haininin kökenine, mahiyetine, dayanak noktasına eğilim gösterilip, incelenmedi.

Ki Donald Trump adeta sahip çıktı.

Ve olaya yaşanan vahşete "katliam" bile demedi.

 

* * *

 

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten bizim bildiğimiz, inandığımız, yüce kitabımızda geçen insanlığın fıtrat kanununa ters bir cinayet olduğu halde, bu hain katili telin eden, kınayan, şiddetle üzerine giden tek bir ülke oldu, O da Türkiye…

Tek tepki gösteren lider de Recep Tayyip Erdoğan oldu..

Onun dışındaki İslam dünyası "o fıtrat kanunuyla" ne yazık ki ters düşmüş bir ruhla katliamı gözardı etti..

“Sükût ikrardandır” kaidesince görüyoruz ki İslam dünyası bu sükûta karşı, nerdeyse sukuta düşmüş durumdadır..

Ki küfre dayalı haçlı siyon hegemonyasına rıza gösteren Müslüman geçinen bazı devletçikler, gizliden gizliye haçlılarla işbirliği içindedirler…

Münafıkça, İslamiyet’i kendilerine kalkan olarak kullanıyorlar…

O kalkanın arkasına sığınan bu Müslüman devletçiklerin bir bölümü ne yazık ki "Papa'ya" secde ediyorlar, bir bölümü de Siyonist İsrail’in hizmetkarıdırlar, bir bölümü de diğer haçlı dünyanın hegemonyası altında bulunuyorlar..

Ne yazık ki bu görüntü insanları, derinden derine düşündürüyor ve üzüyor.

 

* * *

İşte bu doğrultuda görüyor ve düşünüyoruz…

Ki batı uygarlığına da bu nedenle “sözde uygarlık” diyoruz...

Çünkü, “Batı uygarlığı, insanlığı maddenin, bu dünyanın, dolayısıyla araçların kölesi yapmaktadır…

İnsan'a insanlığını, fıtratını, insanî hasletlerini kaybettiriyor…

Ki insanlık, şuan için herşeyini kaybederek zombileşti...

Nitekim insanın zombileşme süreci zıvanadan çıkmış bir halde seyrediyor..

En uç noktasına, sınırına kadar varmıştır…

Hiç bir suçu günahı olmayan, sadece ibadet etmek, Rablerine yönelmek için mabedde bir araya toplanan masum insanlara böylesine ürpertici bir katliam yapılması, insanlığın vücut bulduğu "karakteri" gözler önüne seriyor..

Vahşilik..

Siyonizmin..

Haçlı emperyalizmin..

Kan ve şiddetten beslenen "nonazilerin" İslam'a ve Müslümanlara karşı nasıl bir ihanet beslediklerini de ortaya koydu..

Ama hala; İslam dünyası uykuda..

Yaşanan acının bütün insanlar tarafından hissedilmesine, paylaşılmasına ve insanın insanlığını hatırlamasına bir ivme kazandırdıysa da; özü itibariyle İslam dünyası hala, uykudadır..

Bilinen, görünen ve Müslümanların içinde bulunduğu bir coğrafya, adeta ilkel bir coğrafya olarak kendine görüntü veriyorsa da, acaba İslam’ın neresinden geçiyorlar ve nasıl dem vuruyorlar?

Bizim bildiğimiz, anladığımız kadarıyla orta yerde ilahi vahiye dayalı bir yüce kitap var.

Ona da Kur’an-ı Kerim diyoruz.

O Kur’an-ı Kerim’in açık ve net olarak “Nas-a” dayalı hükümler, nerdeyse tümüyle boşta kalmış, sadece münafıkça aldatmacadan ibaret bir İslam coğrafyasında okunuyor olması da ayriyeten düşündürücüdür...

Zira İslam tarihi boyunca bu yüce kitab-ı mübinin hükümlerine karşı, böylesi lakayıt ve sorumsuzluk yaşamamıştır.

Onun için yüce kudret sahibi olan Allah (C.C)’un Kur’anda hüküm olarak buyurduğu ayetlerin varlığı, ders-i ibret olarak okunarak anlaşılması gerekir.

Üzerinde düşünülmesi gerekir.

Ve Müslümanların içine düşmüş olduğu derin gaflet kuyusundan nasıl çıkabiliriz çabası içerisinde olmaları lazım?

Aksi takdirde bu vahim durum, gittikçe ve oldukça İslam dünyasını badirelere, hem de derin badirelere sürükleyebilir.

Zira Kur’anın hükümlerine inanmayıp, sahip çıkmayan bir İslam coğrafyası düşünülemez...

Aksi takdirde “İslam” kelimesi yerine, “Münafıklık” kavramını kullanmak, bize göre daha yerinde olacaktır.

Yani münafıkça bir yaşam…

Hem de İslam perdesi altında.

Allah korusun.

Allah akıl, şuur ve iz’an hepimize nasip eylesin.

Özellikle siyaset dünyamıza…

En derin saygı ve sevgilerimle.