TÜRKİYE’DE YIKICI SORUNLAR!?

Sevgili okurlar…

Bugün yine, memleketin “kanayan hadiselerine” odaklanacağız..

Ülkenin dününü, bugününü ve yarınını, “karartan” mevzuların varlığı, ne yazık ki kahredici bir serüven içerisinde artarak büyümektedir…

Denir ya “yaralar derin”, vücut kangrenleşmiş bir halde… 

Zihinler ve anlayışlar ise “çözümden” daha çok, çözümsüzlüğü, körüklemektedir…

Onun için de “vücut bulan” her mesele “yıkıcı” bir unsur haline geliyor…

Çünkü yaşam ve yönetim “maddiyata” tapıyor…

Milleti millet yapan..

Devleti kaim kılan…

İnsanı insani karakteriyle bütünleştiren “maneviyat” yerle-yeksan olmuş!

Yani maneviyatı, önemseyen yok..

Her şey madde!…

İşte bu hal-i duruma ilişkin yazı başlığımıza, “Türkiye’de yıkıcı sorunlar?” ifadesini kullandık…

Sorunlar, katbekat, katmerleşiyor…

Vaziyetin yıkıcı hali ve huzur vermeyen seyri herkesin malumudur.

Kimse de olup biten “olumsuzluklar” zincirini inkâr edemez…

Birileri belki karamsar bir tablo çizdiğimizi söyleyebilir..

Ya da abartı yaptığımızı…

Ne yazık ki tablo beterin beterini içeriyor…

Az sonra sizlere aktaracağım “hadiselerin satır başları”, ülkenin hal-i perişanlığında “devede kulak bile” değil…

Ki günlük yazılı medyanın manşetleri her şeyi deşifre etmeye yeter de artar bile…

***

Dedik ya, Türkiye’deki yıkıcı sorunlar.

“Türkiye, tarihini, tarih bilincini yitirmiş bir haldedir.. Varlık bilincini kaybetmiş.. Öz bilincinden uzaklaşmıştır…

Kısacası, özünü, yerli ve milli değer ölçülerini, ulvi kimliğini, bilincini erozyona uğratmış bir haldedir Türkiye…”

Benlik kaybı yaşıyor…

Hiçbir şey doğru, ahlaklı bir seyirde değil..

Millet “milli” ruhundan uzaklaşmış, uzaklaştırılmıştır…

Ki bu vaziyeti körükleyen en büyük etkenlerden biri de siyasilerimizdir..

Çünkü siyasilerin vurup tutuşturdukları dayanaksız aldatıcı kavramlar, yıkıcı sorunların yaratıcısı olarak hep karşımıza çıkmaktadır…

***

Yürürlükteki siyasi kavramlar; “itici, yıkıcı, hizipleştiren, ötekileştirip” kutuplaştırandır…

Pervasızca, şuur kaybı yaşatıyor…

İşte ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun vurup tutuşturduğu ifadelere bir bakın…

Her şey akla ziyan bir hal içeriyor…

CHP’nin hele ki tarihi din düşmanlığı.

İslam’a karşı yarattıkları kin ve nefret halleri orta yerde dehşetli bir şekilde “cereyan” ediyor….

Kimse de bunu inkâr edemez.

İşte AK Parti..

Muhafazakârlığıyla kendini lanse etti..

20 yıldan beri parti de iktidar…

Ama gel gör ki kuruluşunda tüzüğünde geçen ifadelerin nerdeyse hiçbirine sahip çıkmama halini yaşadığını son dönemlerde görmekteyiz…

Bir tek Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan var…

O da, kendi kalbi ve ruhi derinliklerinde gençliğinden beri taşıdığı misyonla baş başa mücadele ediyor…

Nitekim, Sayın Erdoğan’a halkın desteği, sevgisi, teveccühü tartışılmaz..

Ama gel gör ki AK Parti içerisinde öylesine çöreklenmiş yapılar var ki “maazallah…”

Ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta kullandığı tarihsel şu ifadesi çok değerli ve anlamlıdır…

“Ben yalnız bile kalsam davamdan, misyonumdan taviz vermem…”

Hep ifade ediyorum..

Bir kez daha ifade ediyorum…

Eğer ki AK Parti 20 yıldan beri iktidar partisi olarak ayaktaysa, kendine uzun ömür halini yaşatmışsa, bilinmelidir ki Cumhurbaşkanının bu misyonu sayesindedir.

Ama ne olursa olsun.

Bize göre Türkiye’nin bugünkü hale düşmesi, yani ekonomiksel sıkıntılar, Allah’ın her günü akaryakıta gelen zamlar, bundan altı ay, bir yıl önce bir dairenin fiyatı 1 milyon idiyse, bugün 3 milyon, 5 milyona çıkmışsa..

İnşaat sektöründeki amansız vaveylalar her gün biraz daha yükseliyorsa…

Halkın attığı ekonomiksel çığlıklar kesilmiyorsa.

Tüm bunları da AK Partiye yüklemek bize göre yanlıştır.

Haksızlıktır..

Vicdanlı bir mahkûmiyet değildir…

Elbette ki AK Partinin yanlışlıklarının payı vardır…

Yoktur denilemez..

Kimse de inkâr edemez.

Ama gel gör ki içerden ve dışarıdan gelen saldırıların, operasyonların, şeytani hesapların da yüksek oranda; “gelinen aşamada” payı vardır…

* * *

Sevgili dostlar.

Başlık olarak kullandığımız ifade genel bir ifadedir.

Hususi değildir.

En büyük yıkıcı unsurlardan birisi de yıllardan beri kurulan cumhursuz bir cumhuriyetin yaşam şeklinin milletle ters düşme halidir…

Gelen giden iktidarlarla millet arasındaki uyuşmazlık, mevcut durumu bedbaht hale getirmiştir..

Uçurum çok derindir.

Toplum…

Cumhuriyet..

Çağdaşlık…

Demokrasi..

Hukukun üstünlüğü…

Ne yazık ki Kemalizm,  Sekülarizm yani laikçilik kisvesi altında bu ifadelerin hepsinin içi boşaltıldı..

Boş kavramlar haline geldi…

Yapıcı, kaynaştırıcı kimlikten yıkıcı unsurlar haline getirildi?

Lakin gençlik, yani nesil İslam’dan uzaklaştırıldı..

Silsileli olarak sayarsak, ardı arkası kesilmez, milleti “milli ve yerli” değerlerinden uzaklaştıran faktörler?!

Bakınız hal-i durumumuza..

Toplumu tarihinden, kültüründen, özünden, sözünden, Kur’anından, gelenek ve göreneklerinden, aba ecdadının terbiyesinden uzaklaştıran yıkıcı sorunların silsilesi mevcuttur.

Hükümetlerin, devleti kullanarak millete haram yedirme meşruiyetini yaşatması..

Faiz, riba, zina ve fuhuştan gelen haram paranın resmileştirilmesi…

Yasadışı yapıların sektör haline getirilmesi…

Uyuşturucu sektörünün varlığı.

Allah’ın her günü aile bünyesine dinamit gibi yerleştirilmiş yıkıcı faaliyetlerin başında geliyor.

Evladın ana babasını tanımama edepsizliği.

İki eş arasındaki beslenen düşmanlık.

Birbirini acımasızca katletmesi…

Çocukların yetim kalma hali.

Tüm bunlar, yıkıcı sorunların başlıcalarıdır.

Hele hele milli kelimesi başına konulmuş milli olmayan varlıkların söz sahibi olması!.

Mesela Milli Eğitim.

Milletin milli iradesinden, tarihinden, kültüründen, dininden, imanından o kadar uzaklaştırılmış bir müfredata sahip ki millilikle uzaktan yakından alakası yok..

Ama ne hikmetse, başına milli kelimesi konulmuş..

Sormak gerekmez mi?

Bu yapılan, ülkeye ve millete yazık değil midir?

Bir de millete ve milliğe büyük bir iftira değil midir?

Hele hele Milli Piyango kelimesi?

Nerdeyse bu milli kelimesi fuhuş sektörünün, uyuşturucu tacirliğinin de başına konulacak endişesini taşımamak elde değil!

Bakınız, Türkiye’deki yıkıcı sorunlardan birisi de dünkü SÖZ Gazetesinde yer alan üç cinayetin şekli.

“BİR KATİLİN İTİRAFI” başlıklı haber.

“Şırnak’ın Silopi ilçesinde gözü yakılarak işkenceyle öldürülen 5 çocuk annesi Sakine …. Özel Harekat Ocakları Şırnak İl Başkanı İbrahim Barkın tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Barkın tutuklanırken Sakine’nin biri kardeşi iki yakını da adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.”

İşte ikinci haber.

“ÖLDÜRÜLÜP BAHÇEYE GÖMÜLMÜŞ”

“Elazığ’da Kasım ayından beri kayıp olarak aranan ve güvenlik kameralarından en son Karakoçan’da yaşayan Nihat Cav’ın aracına bindiği belirlenen Remziye Apaydın’ın öldürüldüğü ortaya çıktı.”

Daha neler neler…

Bir de üçüncü haber;

“Bismil’de amcasının 15 yaşındaki kızını kuma olmayınca öldürdü, istenen ceza belli oldu, müebbetleri istendi” deniliyor.

* * *

Peki, sevgili okurlar.

Bu üzücü, yıkıcı haberlerin aileler arasındaki mevcudiyeti, toplumun en ücra köşesine kadar yaşanıyor haline kim ne diyecek?!

İnsanları derinden derine üzüyor.

Çünkü bu yapılan işkenceli cerimeler silsilesine her gün birkaç tanesi ilave ediliyor..

Bu da demektir ki Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk Devleti olma halini yitirmiş midir?

Bu soru akla geliyor.

Veya demokrasinin neresinden yürüyor?

Veyahut gerçekten Türkiye, Cumhuriyetçilik kavramına sahip midir?

Kemalizm ve Sekülarizm anlayışına dayalı Türkiye’nin hali bu mu olacaktı?

Bu sorular silsilesine cevap aranıyor ama cevap bulmak gerçekten çok zor.

En derin saygı ve sevgilerimle.