Görüş Bildir

VAHŞET, DALALET, CİNNET VE REZALET!?

Sevgili okurlar...

TALAN, YALAN, SAHTEKÂRLIK=YOKSULLUK!?” başlıklı iki günlük yazı serimizi burada noktalıyoruz..

Yeni bir başlıkla ülkenin kanayan ve can alan mevzularına bu kez projektörü çeviriyoruz...

Aslında dillendirdiğimiz ya da dillendireceğimiz “toplumsal çürümüşlüğe” dair hadiseler, sebep ve sonuç ilişkisinde hep aynıdır..

Değişmiyor..

Tabiri caizse, zincirin birer halkalarıdır...

Çünkü “ana etken” ve temel müsebbip bir yerden üremektedir..

O da mevcut müesses nizamdır!...

Çürümüş sistem aynı rotada işlem gördüğü içindir..

Olaylara tevellüt ediyor...

Yaşanan ve yaşatılan olayların baş müsebbibidir...

Lakin her şey “maddiyatla” ölçülür hale geldi.

Gerek siyasi mekanizma olsun, gerekse toplumun idaresindeki işleyiş olsun, “maddiyatı” öncelediği için, ulvi değerler tahribata uğradı...

Oldukça zarar veriyor...

Keyfiyetle vurdumduymazlığı benimsiyor...

Denir ya, “kim kime, dum duma!”

Hal böyle olunca da, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanda oluşan “erozyon ve dejenere oluş”  toplumun çekirdek yapısı olan aileleri; çökertti...

Evler artık kan gölü...

Gidişat hiç de iyi bir hal içermiyor...

İç açıcı bir ortam yok..

Gün gittikçe de dünü arar hale geliniyor..

Dedik ya...

Yaşanan halin tek müsebbibi, sistemdir...

Pek tabi ki sistemin bünyesinde oluşturulan aileye, kadına karşı şiddet yasalarıdır...

Antidemokratik uygulamalardır..

İşleyiş bir bütünlük içerisinde, fitne arz ediyor...

Ne rahmani ne de vicdani!...

Ülkenin hal-i pür melalinden bihaber olan ve bu kanunları, bu yasaları hala da savunma modunda bulunan TBMM’ndeki bazı siyasi partilerin mensupları, milletvekilleri, bakanlar her ne ise; “vebali” büyüktür!...

Kendilerince “milli ve yerli” olarak gösterip, al beni oluşturdukları yasaların ve kanunların hiçbirinin “millîlikle, yerlilikle” alakası yok..

Olsa idi hal-i durum perişanlık arz etmezdi...

Her şey, “biz iş yaptık” diye halka yutturuluyor...

İnsanlar siyasi olarak aldatılıyor, morfinleştiriliyor, uyuşturuldukça uyuşturuluyor.

Uygulamalar ve yasaların işleyişine halk baktığı zaman, maazallah aile bireyleri başta anne-baba olmak üzere birer tane “adüvvun mubin” kesiliyorlar.

Açık ve net olarak birbirine düşman kesiliyorlar..

Ailelerin bölünüp, parçalanması işte bundandır...

Ki mevcut işleyen yasalar İstanbul Sözleşmesinin birer eseridir.

Her ne kadar Türkiye onlardan vazgeçti ve imzaları geri aldıysa da eser bırakmış, iz aynen işlem görüyor!.

En küçük bir tartışmada erkek eş, sesini hafif yükseltirse kadın adeta isyankâr olur ..

Telefona sarılıp polisi arıyor..

Polis eve gelip, kocayı evinden alıp, dışarı çıkarıyor...

Neymiş uzaklaştırma...

O eşin yıllar yılı yaptığı her şey çöp olup gidiyor..

Uzaklaştırma süreci bitince tekrar eve gelince, huzur kalır mı?

Eve gittikten sonra da büyük bir vahşetle, büyük bir edepsizlikle, büyük bir insafsızlıkla gözünü kırpmadan gencecik erkek evladını, karısını, kızını öldürüyor, yaralıyor, katlediyor..

Mucize eseri cinnet getirenin elinden kurtulan da kurtuluyor..

Bir değil, iki değil, üç değil, beş değil.

Türkiye genelinde bu facialar kesintisiz her gün yaşanıyor.

Peki sormak lazım, halkın vekaletini alan TBMM’deki partiler, seçilmiş vekiller, liderler..

Yani hükümet ve muhalefet...

Çıkarılan yasalar, hal-i hazırdaki uygulamalar insan temel hak ve özgürlüğünü ne kadar teminat altına aldığını hiç düşünüyorlar mı?

Bakanlar kurulundan çıkarılan mevzuatlar, vicdanen hiç araştırılıyor mu, inceleniyor mu, uzman kişiler tarafından kontrol altına alınıyor mu?

Hayır kesinlikle.

Her zaman burada söylüyoruz.

Devlet imkânlarından kişisel rant elde edebilmek için iktidar yarışında kavgalar o biçim.

Birbirine kırıcı laflar, hatta galiz küfürler söylemek o biçim.

Ama bir de bakıyorsun ki milli dayanışmaya, milli inanca, tarihe, kültüre dayalı hiç ama hiçbir yasa yok, eser yok.

Can ve mal güvenliği yok.

Gençlik bomboş kulvarlarda yürüyor.

Siyaset de maşallah, nazar değmesin, EVLERE ŞENLİK…

Özellikle iktidar partisi hep maddiyata odaklanmış...

Maneviyat yok..

Köprüler yapıyor, yolları genişletiyor.

Ama köprülerden alınan ücretler de çok yüksek rakamlar, afaki rakamlar yolculardan tahsil ediliyor.

O apayrı bir garabet.

Ama kime anlatırsın?

Gözü dönmüş bir siyasetin aklının hiçbir zaman müstakim olduğu düşünülemez.

Gözü dönmüş bir siyasetin basireti de bir şey görmüyor, kulakları da bir şey duymuyor.

Yediklerinden de tatmin olmuyor.

Çünkü doyum yok.

Ama millet birbirini yiyor, bitiriyor.

Dünya hukuk literatürüne göre, tüm demokratik yasalara göre, devletin, otoritenin en başta gelen görevi; halkın can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır.

Gençliğin yetiştirilmesidir.

Akıl ve irfan sahibi olma hareketliliğidir.

Ve İslam’a dayalı ilmi değerlerin idamesidir.

Ne yazık ki heyhat diyeceğiz!

Bunlardan hiçbiri ama hiçbiri yok ki.

Ne can güvenliği var.

Ne mal güvenliği var.

Ne akıl güvenliği var.

Ne gençliğin kaygansız sağlam bir zeminde yürümesi var.

Ne de şu veya bu var…

Her zaman söylediğimiz gibi, diyorlar ya;

“Koyun can derdinde, kasap et derdinde.”

Millet başka yörüngede yürüyor, siyasi yönetimler apayrı bir yörüngede yürüyor.

Toplumsal ahlaki değerlere yönelik herhangi bir eğitim yok.

Sözüm ona AK Parti, muhafazakâr bir parti olma kisvesiyle yola çıkmış, milleti böyle ikna etmişti, ama ne yazık ki söylemle eylem birbirinden çok uzak.

 

* * *

 

Bakınız, sevgili dostlar.

Bu söylediklerimizi özetlemek gerekiyorsa…

Zaman zaman olduğu gibi yazılı medyanın bazı köşe yazarlarından veyahut manşet haberlerden bazılarını örnek olarak göstererek, mevzu ettiğimiz konuya dahil ediyoruz...

İşte Diyarbakır SÖZ Gazetesinin bugünkü nüshasında yer alan “Cinnet geçiren baba, aile katliamı yaptı” başlıklı haber..

“Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinde, aile katliamı yapıldı.

Huzurevleri Mahallesi 31. Sokak'taki M.V. apartmanı 1'inci katta yaşayan aile arasında kavga çıktı.

40 yaşındaki baba Mahmut B., cinnet getirerek eline aldığı bıçak ve makasla ailesini doğramaya başladı.

Kanlar içerisinde kalan ailenin bağrışmalarını duyan komşuların haber vermesi üzerine, olay yerine 112 Acil Sağlık ekipleri ve güvenlik güçleri sevk edildi. Ekipler, 39 yaşındaki anne Sabika B., 15 yaşındaki Elif ve 18 yaşındaki Muhammet Semi B.’yi kanlar içerisinde buldu. Yaralılara olay yerinde ilk müdahaleler yapılırken, 18 yaşındaki Muhammed Semi B.'nin hayatını kaybettiği belirlendi. Ağır yaralı olan anne ve kızın hayati tehlikesinin devam ettiği öğrenildi.”

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten böylesine insanlık dışı vahşet, ancak Ortaçağ vahşetinde medeniyetsiz, İslamsız, Peygambersiz başıboş bir toplumun içinde meydana gelebilir...

Ki tarih tescil etmiştir...

Ama bi’setten sonra yani nübüvvetten sonra o vahşeti canlandıran nice babalar, İslam’a girdiler, İslam’ı tanıdılar, bırakın diri diri evlatlarını toprağa gömmeyi, öldürmeyi.

Bir karıncayı dahi ezmemeye dikkat eden o cehaletten ilme, imana intikal eden insanlar Hz. Muhammed (S.A.V)’in birer sahabeleri arkadaşları durumuna girdiler ve medeni oldular.

Ve yeryüzüne İslamiyet’i yaydılar, tanıttılar.

Demek anlaşılan budur ki İslam’ın bulunmadığı bir ülkede, “Ortaçağ vahşeti” kaçınılmazdır...

Pek tabi ki,  ülke insanlarının kalbinden, duygularından, inançlarından İslam’ı uzaklaştırma hali yaşatılırsa, Ortaçağ vahşetinin daha bir ötesinde dehşetli olarak yaratılır, meydana gelir...

İşte örnek Diyarbakır’da meydana gelen dünkü aile katliamı faciası…

Peki, bu yalnız mıdır?

Türkiye’nin her tarafında Allah’ın her günü böyle aile faciaları yaşanıyor.

Bu faciaları oluşturan, aile arasındaki evlat-baba-anne arasındaki oluşan kin, nefret, vahşete ve kan dökmeye kadar götürüyor...

Peki, bu hukukun üstünlüğüne, laikçiliğe, Kemalizm’e inanan bir rejimin yöneticileri, bir sistemin, müesses nizamın koruyucuları bunları görmüyor mu?

Görüyorsa da görmezlikten mi geliniyor?

Yoksa milleti maddeperestliğe yöneltmek görevini mi üstlenmişler...

Mana değil.

Toplumsal bir barış değil.

Kardeşlik değil.

Sevgi ve iman değil.

Ancak morfinleştirilmiş bir gençlik veyahut bir toplumun varlığı onlar için söz konusudur.

Bu ise kârı, zararı, olumlusu, olumsuzu bir teraziye koyup tartıldığı zaman; bırakın yararı, kârı, menfaati.

Tam tersine mutlak bir zarar, tehlike ve vahşetin bu millete yaptırılmakta olduğu açık ve net olarak görülür.

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 4198 kere okunmuştur.