YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN!..?

Evet, sevgili okurlar.

Bu köşede, zaman zaman dile getirdiğim konuların başında; “tarihi” vakaların "gerçek yüzü" gelmektedir…

Geçmişi sorgulamak, geleceğe “yol” gösterici olmak!...

Ve tabi ki hakikatlerin bilinmesi…

Kalemimizi de, olup-bitenleri “gerçek” yüzleriyle ortaya koyabilmeye çalışabilmek gayesiyle kullanıyoruz!...

Ana ilkemiz; “kalemimizin” her daim, doğruyu gösteren “istikamette” olmasıdır...

Zira doğruyu yazmayan, göstermeyen kalemler, yalancılıkla suçlanmaya mahkûmdur...

Nitekim yakın tarihimizde olup bitenler, zaten tüm cihetleriyle kendini ele veriyor ve vermektedir!!!.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek “milli eğitim camiasında” okutulan kitaplar, özellikle tarih kitaplarının neler yazdıkları, nasıl ve niçin yazdıkları, bugünkü hal-i durumumuzun penceresinde “malumun ilanıdır?”

Her şey apaçık ortadadır!..

Ama ne yazık ki bunu keşfedip inceleyerek, irdeleyerek, gerçekle yalanı birbirinden ayırt etme şansını bir türlü yakalayan millet olamadık?...

Meçhuliyet arz ediyor..

Sonuç itibariyle toplum, nelerle karşılaştığını, başına nelerin geldiğini hala da keşfedebilmiş değil..

Nitekim, kendine bir türlü istikamet verememektedir!...

Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse; hala da doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edemeyen bir millet, bir ülke durumundayız!..

Kirli ve sinsi oyunlarla “gerçekler” saklı tutulup, “yalanlar”, makyajlanarak gerçekmiş gibi, bu Millete sunulmuştur...

Cüce ruhlu anlayışlar ve onun biat edicileri ne hazin ki, hep “kahraman” olarak gösterilmeye çalışılmıştır...

Gerçek mücahit, milliyetçi, vatanperver, dini ciddiyetlerine sarılmış, insanları da tam tersine hain olarak, göstermeye çalışmışlardır...

Bir fetret devri; bu millete yaşatılmıştır...

Ne yazık ki bu süreçte olan oldu...

Denir ya, “toplumu da, devlet-i aliyeyi de” istedikleri şekilde; “yalan ve sahte” anlayış ile kahramanlarına “biat” edici ettiler..

Her şey zigzaglı yollarla “rotasından” çıkarıldı...

Gerçek tarih, yörüngesinden saptırıldı?..

Siyonizm’e ve Emperyalizme el pençe duran içteki piyonların “batı hayranlığı” ne hazindir ki; bu ülkeye ve millete “ağır bedellerin, faturaların” ödenmesine neden olmuştur?...

Dedik ya, kalemimizin “istikameti” hakikatlere odaklıdır...

Nitekim, son 1.5 asırlık zaman dilimi “samimi ve ihlaslı” şekilde sorgulanıp, irdelenirse; “kim kahraman, kim hain, kim dost, kim düşman” net ortaya çıkar...

Ki yıllardır da ifade ediyorum; Türkiye “geçmişini” irdelemelidir!...

* * *

Bakınız, dünkü yazılı medyada şöyle bir haber okuduk.

Sizler de mutlaka vakıf olmuşsunuzdur...

Gurur verici donanmamıza ait bir fotoğrafın da iliştirildiği haberde, atılan manşet şöyle...

 “ERDOĞAN, HARİTAYI YENİDEN ÇİZDİ”

Haber şöyle devam ediyor;

“Fransız medyasının Türkiye’nin Akdeniz ve Libya’daki hamlelerine ilişkin ‘endişeli’ haber ve yorumları dikkat çekiyor.

Le Monde’un “Yüz Yıl Sonra Erdoğan Sevr’den İntikamını Aldı” başlıklı yazısından sonra Le Figaro’dan “Fatih Erdoğan” başlıklı bir yorum geldi.

Gazete, Erdoğan’ın “Mavi Vatan” stratejisiyle Akdeniz’de haritayı yeniden çizdiğine dikkat çekti.

ERDOĞAN SEVR’İ ALT ÜST ETTİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Libya Başbakanı Faris El Sarrac ile Akdeniz’de haritayı yeniden çizdiğine dikkat çekilen haberde, Sarrac’ın batılı müttefiklerin kendisini yalnız bıraktıktan sonra Türkiye ile anlaşmak zorunda olduğu iddia edildi.

Haberde Recep Tayyip Erdoğan’a göre Libya hükümeti ile yapılan yeni askeri ve enerji işbirliği I. Dünya Savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğunu parçalayan Sevr antlaşmasını altüst edecektir” ifadeleri kullanıldı.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Fransa medyasının bu itirafından anlaşılan şudur ki; Türkiye’yi ve milletini, şimdiye kadar yalan dolanlarla, cüce insanların kahramanlaştırılarak, hezimetleri zafer olarak gösterip, oyalamışlardır...

Devletimize-milletimize yutturulan yalan tarihin, aslında bir nev-i deşifresidir; Fransa medyasının bu itirafı...

Yani, “gerçek tarih” gün yüzüne çıkmaktadır...

Dünkü yazımızda da ifade etmeye çalıştığımız gibi 1908’lerde kurulan II. Meşrutiyet, bir yıl sonra Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han’ı alaşağı etti...

Sonra, “Devlet-i Âliye-yi Osmaniye” ittihatçıların eline geçti.

Dört yıl sonra I. Dünya Savaşıyla o cihanşümul devlet yıkıldı.

Daha doğrusu yıktırıldı.

1915’te Çanakkale Savaşı sonrasında 1918’de Limni adasında Mondros Mütarekesi yapıldı.

İtilaf devletlerinin heyetiyle masaya oturan mağlup Türkiye, coğrafyasını böldürerek Siyonist haçlı emperyalistlere taksim ettirildi.

Bu arada ittihatçıların üç büyük paşaları da paşalıktan sıyrılıp maşa durumuna girdiler ve dış ülkelere kaçtılar.

Zaten maşaydılar.

Bu bölünmeden, bu taksimden doyamayan itilaf devletleri, bu kez 1920’de Paris’te Sevr antlaşması imzaladılar.

Sevr Antlaşmasından sonra 1923’te cumhuriyeti kurdurttular.

Cumhuriyetin kuruluşunda kahraman, muzaffer, kurtarıcı olarak gösterilen anlayışlar.

Ki bugünkü tarihi gerçekler tümüyle o hali, o şekli yalanlıyor.

***

Bugün Erdoğan’la yeniden sınırların çizilebileceğini gören Fransa’yı korku ve endişe sarmıştır..

Panik içerisindedirler..

Fransa Libya’da yenik düştü...

Fransa’nın korkusu, hem Mondros’u, hem Sevr’i, hem de Lozan’ın yeniden dile getirilebilineceğine dairdir...

Yeniden masaya konulabileceği endişesiyle karşı karşıya kalmıştır Fransa!.

Tabiri caizse o dönemin itilaf devletleri, bugün onların evlat ve torunları, Osmanlının “küllerinden” yeniden ayağa kalmasının karşısında tir tir titremektedirler..

Korku onları sarmıştır.

Onun içindir ki tümünün hedefi; Erdoğan’ı çalışma ciddiyetinden alıkoymaya yöneliktir...

İçteki ve dıştaki işbirlikleriyle; Erdoğan’ı hedef almaları da bu yüzdendir...

Yazımıza başlık olarak attığımız “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” ifadesi; bugünkü yaşanan olaylar bizim haklılığımızı ve doğruluğumuzu, ortaya koymaktadır...

Olaylar, tarihi tanıklık yaparak, bizi doğrulamaktadır!!.

***

Der demez insan sorguluyor...

Yakın tarihimiz olan yüzyıl içerisinde Türkiye, tüm İslam dünyası ve hatta Ortadoğu ülkelerinin içine düşmüş olduğu badireler, çözülmeyen düğümler, kokuşmuş küfür sistemleri daha ne zamana kadar devam edecektir?

Travmatik hal karşısında, düşünmemek mümkün değil.

Çünkü yalan söyleyen bu tarih, toplumu kandırmıştır, seküler bir anlayışla yönetmeye çalışmıştır, ahlaki, insanı ve vicdanı bir “yozlaşmayla” batı kültürüne biad edicilikle “tüm değerlerini” alt üst etmiştir...

Toplumu oldukça yüce İslam dininin gerçeklerinden uzaklaştırmıştır.

“Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle etrafa bakıp, gerçekleri görmek lazım.

İşte, İstanbul Sözleşmesi... Başlı başına bir bela…

Aile dramı had safhasında…

Toplum; 7’sinden 70’ine kadar, büyük bir keşmekeşlik içerisinde yürümektedir.

Yetişen gençlik, gözünü kırpmadan tavuk kesercesine insanları öldürüyor.

Hatta aile büyüklerini öldürüyor.

Dünkü yazılı ve görsel medyada çıkan haberler;

“Mersinde 42 yaşındaki adam 65 yaşındaki babasını gözünü kırpmadan öldürüyor.”

Hem de altı defa ateş ederek özbeöz babasının cesedini yere seriyor.

Öbür taraftan altı yedi günden beri Dicle’nin bir mahallesinde bayram günü, misafirle gittiği evin önünden kayıplara karışan 4 yaşındaki Miraç...

Hala da bulunmuş değil...

Adam evinin önünde, gözünü kırpmadan boşadığı karısını yeni eşiyle beraber ateş bombardımanına tutuyor.

Eski eşi olay yerinde can veriyor.

Yeni eşi ağır vaziyette hastaneye kaldırılıyor.

* * *

Şimdi bunları dile getirmek, söylemek, yazmak, bize göre abesle iştigal etmek ise de yazacağız.

Birilerinin kulaklarına gitsin, milletimiz uyansın, ne kadar toplumsal ruhi bunalım içerisinde olduğumuzu herkes anlasın...

Ahlaki çürümüşlüğe yüz tutan 83 milyon insanın akıbeti ne olacak?

Bu soruya cevap olarak; yegâne kurtuluş çaresi İslam hukukuyla yeniden tanışmaktır.

İslam gerçeklerine sarılmaktır.

Gençliğimizi, hakaik-i İslamiye ile donatıp, eğitmektir.

Başka da hiçbir çare yok.

Şu politikadır, bu siyasettir, şu partidir, bu partidir hepsi lafı güzaftır..

Eğer ki bu neşter atılmazsa; mevcut hal eski hal olur?!.

Eski hal da muhaldir.

YA YENİ HAL, YA İZMİHLAL…

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar...