YARGIYA GÜVEN KAZANDIRILMALI!

Sevgili okurlar...

Diyarbakır Söz’ün dünkü manşet haberi, muhakkak ki dikkatinizi çekmiştir..

Mavi zemin üzerine, yazı iri puntolu haber başlığı da şöyle;

“Yargıya Güven Kazandırılmalı..”

İşte bu başlığı da bugünkü yazımıza başlık olarak kullandık..

Çünkü yaşadığımız ve mustarip olduğumuz sorun, “Yargı” ve “Hukukun” üstünlük vasfının uygulamasında arıza-i durumun vaki olmasıdır...

Manşet haberin ilk spotu şöyle...

“Hükümetin İnsan Hakları Eylem Planı, Güneydoğu’da yankı bulurken yargıya, adalete güven kazandırılmalı yorumu yapılırken sürecin sivil anayasayla taçlandırılması istendi.”

***

Bu görüşe ve ortaya konulan ifadeye katılmamak mümkün değil.

Zira yüzyıl içerisinde nerdeyse her 10 yılda bir,  hükümetleri alaşağı etmek için yapılan darbeler ve darbe teşebbüsleri sonucu, “Hak, Hukuk, Adalet ve Eşitlik, İnanç hürriyeti” hep darbe almıştır...

Büyük zafiyetler içerisinde; “despotik” bir anlayışın hükümran olması sağlanmıştır...

Tüm bu tahribatların ana uygulayıcısı da “darbeler” Anayasası olmuştur..

Çünkü her darbe ve vesayet anlayışı, kendini koruma ve kollama adına, “Anayasa’yı” milli iradenin değil, kendi anlayışlarına göre dizayn etmişlerdir...

***

Malum, yer küresindeki tüm devletlerde “Anayasalar” tamamen, milli ve yerli bir iradenin hakimiyetiyle bina edilir..

Temsiliyet bu minvalde kabul görerek “Sivil Anayasa” oluşturulur..

Ancak Türkiye’de hep bunun tersi olmuştur..

Ve kaybeden, zarar gören, mağduriyetler yaşayan da yine bu ülkenin milleti, devleti ve hükümetleri olmuştur...

Her vesayet, ülkeyi yarım asır geri götürmüştür...

***

Şu gerçeği göz ardı etmemek gerekir...

Eğer ki Ülke ve millet olarak, fakru-zaruret yaşıyorsak..

Ekonomide krizler yaşıyorsak..

Devlet bütçesi “borç” batağı içerisinde bulunuyorsa..

Sanayi..

Teknoloji..

Ve beri yandan toplumsal huzursuzluk, güven ve istikrar “sorunu” yaşanıyorsa..

Toplumsal çürüme..

Ahlaki dejenerasyonla bu millet “kan revan” içerisinde bulunuyorsa..

Şiddet, terör, cinayetler..

Yani suç ve suçlular çoğalıyorsa..

İçte ve dışta “şoven” anlayışlar, cirit atıyorsa..

Irkçılık taassubu, söz sahibi olmuşsa..

Bilinmelidir ki bunun ana nedeni ve temeli “Milli İradenin” 10 yılda bir “suikasta” uğrayışındandır..

***

Bakınız yıllar yılıdır, “Sivil bir Anayasa” denilip duruluyor..

Ki Cumhurbaşkanımız Erdoğan da her fırsatta bunu dile getiriyor..

Vurguluyor..

Ve “Gelin hep birlikte, Sivil ve Milli Bir Anayasa yapalım” diyor...

***

Değerli okurlar...

Sivil Anayasa “salt” yargıyı kapsamıyor...

Yargıya olan güveni de artırmıyor salt...

Sivil Anayasa..

Milli ve yerli bir “toplumsal mutabakattır?”...

Devletin de..

Milletin de..

Kurumların da..

Hepsinin bir bütünlük içerisinde, “güveninin, istikrarının” birlik ve dirliğinin, teminatıdır Sivil Anayasa!..

Yeter ki “tekçi ve vesayetçi, jakoben” bir anlayışın ürünü olmasın!...

***

Dedik ya..

Tarihsel ve kültürel değerler, korkunç bir şekilde pervasızca yozlaştırılıyor...

Ahlaki çöküntüler, millileşmekten çıkmıştır...

Dini inançları kabul etmeyen bir milli ahlak vücut bulmuş...

Avrupa’dan ithal edilmiş bu tür gavura benzeme hali, her platformda, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel “yozlaşmanın” batağına dönen bir yol seyri içerisindeyiz!...

Gerçek tarih ortadan kaldırmış...

Varsa yoksa konuşan “yalancı tarih” olmuştur.

Ders kitaplarında, Milli Eğitim müfredatında, hatta yaşamın her alanında, gerçek tarih konuşulmuyor, anlatılmıyor..

Bilakis üstü örtülüyor..

Hep yalan söyleyen tarih anlatılıyor.

Olaylar ters yüz ediliyor?..

Sahte kahramanlar taçlarla taçlandırılıyor.

Yıllar yılıdır yaşadığımız hal bu..

Her ne kadar zaman “en iyi müfessirdir” diyorsak ve gerçekler bu minvalde gözler önüne seriliyorsa da denir ya “iş işten geçiyor?..

Her zaman ifade ettiğimiz gibi..

Bugünkü yazımıza başlık olarak da kullandığımız “YARGIYA GÜVEN KAZANDIRILMALI” ifadesi, gerçekten yaşanan tablo karşısında, sıradan bir ifade değildir.

Yargıya güven kazandırılmazsa, devletin hangi kurumuna güven sağlanabilinir ki?

Millet nereye güvensin?

Ne yazık ki muamma!...

Bugünkü yargının içinde bulunduğu yaşam hali, birçok yönüyle milletin milli iradesi paralelinde yol yürümüyor?..

Çünkü Antidemokratik birçok yasa söz konusu..

Ne insanidir, ne de vicdanıdır bu yasalar!…

İşte böylesi travmatik hal nedeniyle yanlışlıklar, hukuk dışılıklar, eşitlik ve tarafsızlık ilkesini alaşağı eden, devleti de milleti de birbirinden uzaklaştıran, esef verici haller yaşanmaktadır...

Ki yaşandığı da aleni bir durumdur..

Köşemin müdavimleri bilirler...

Birçok yazıma, seri makalelerime başlık olarak; “Hukukun üstünlüğü = Adaletin hakkaniyetinin sağlanmasıdır, yargının temel direğidir.”  ifadelerini kullana gelmişimdir!…

Bu ifadeleri, başlığa taşıyıp yaşananları irdelemişimdir..

Yaşananlar karşısında der demez toplum elem duyuyor, ıstırap duyuyor, üzülüyor.

“Bağımsız, tarafsız, eşitlikçi yargı niye bu hale geldi?” diye sorgulama yapıyor...

Nitekim dünkü yazımızda da ifade etmiştim..

Bir önceki yazımızda da dile getirmiştim..

Allah aşkına!

Şu İş mahkemelerinin uyguladıkları hukukun gerçek mahiyeti, bize göre demokratik değildir, hukuksal değildir.

Zira yansız değil, yanlıdır.

Bağımsız değil, bağlıdır ve ideolojiktir.

İş potansiyeli yaratan sermayedar istihdamcı işadamları yargılama kıskacına alınıyor, sorgulanıyor ve adeta hak yemek, hukuku tanımama şaibesiyle anılır hale getiriliyor...

Bu minvalde vasıflandırılarak, yargılanıyor.

İşçi ise 180 derece puro sabunuyla yıkanmış gibi terû taze emektar olarak vasıflandırılıyor.

Davacı pozisyonuna giriyor ve iş adamları sorgulanıyor.

Ama nasıl sorgulama?

Şöyle bir sorgulama ki dayanaksız, temelsiz, yalan ve uydurmadan ibaret sahte ve hasımlı tanıklarla davalının kanıtlayıcı durumdaki devletin resmiyetinden geçmiş resmiyet unvanını kazanmış tüm belgeler, o yalancı, husumetli, kasıtlı, sebepsiz yere birbirine kazandırma amacıyla verilen o tanıklık hali geçerli oluyor.

Ve bu belgeler yargılama duruşmalarında çürütülüyor.

Bu gerçekten tüm dünya hukuk literatüründen sorulursa, böylesine bir yargılama şeklinin hiç bir yerde olmadığı ortaya çıkar..

Ama bizde var?..

Halka, millete ve işadamlarına verilen ızdırap elbette ki halkın böylesine bir yargıya güven duyması beklenilemez...

Güven, sıfıra iner.

Burada hakkın ve hakkaniyetin, hukukun ve adaletin geçerliliği olması lazımken tam tersine devletin resmi belgeleri “sahte ve kasıtlı tanıklarla” çürütülmeye çalışılıyor...

İlginçtir buna da “mahkemenin takdiri” deniliyor.

Gerçekten aklın, mantığın, adaletin, hukukun ve kamu vicdanı hangi hukuk terazisiyle bunu tartabilir ki?

Böylesine yargılamanın objektifliğinden söz edilebilinir mi?

Bu itibarla Diyarbakır SÖZ Gazetesinin dünkü manşetinde yazılan haber, keşke mevcut darbeci anayasa tarafından himaye gören bu tür hukuk uygulamaları olmamış olsaydı.

O zaman gerçekten halk çok rahat bir nefes alırdı.

Ve derdi ki:

“Evet, evet, yine evet.

Yargıya güven kazandırılmalıdır.

Ve yine de onaylıyoruz ve diyoruz ki yargı kutsaldır, yargı halkın vicdanıdır, adaletin timsalidir, hukukun temel direğidir.”

Bu durumda objektif, tarafsız ve bağımsız olma hali her şeyin başında gelmektedir..

Bu yalnız iş mahkemelerinin eskiye yönelik ideolojik bazı sosyalist devrimci sendika ağaları tarafından önerilmiş ve iktidarlar buna dayanmamış ve milletin başına böylesine yasalar “adaletin tacı” olarak geçirilmiştir.

Bu itibarla diyoruz ki Cumhurbaşkanının her zaman dile getirmek istediği gerçek; sivil bir anayasa gerçeğidir.

Sivil bir anayasanın hem ideolojiden uzak ve hem de hukukun ana kural ve kaidelerine uygun bir anayasanın varlığı söz konusu olmalıdır.

Ve canla başla toplumun 7’den 70’e her bir ferdi bunu vicdan süzgecinden geçirmelidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.