Görüş Bildir

YENİDEN MİLLİ MÜCADELEYE!!!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzre yakın tarihimizde, başımızdan geçen tüm olup bitenler, “milletimize ve devletimize” buhran yaşatmıştır.. Ve bu şer ve belalı süreç, iki yüzyıldan beridir devam ede gelmektedir...

Gerek devlet olsun, gerek millet olsun, gerek siyasal iktidarlar olsun; “hiç bir sürrette” huzuru ve istikrarı, tam manasıyla yakalayabilmiş değil...

Çünkü; hep terör, kargaşa ve huzursuzluk üretilmiştir...

Bunun sebebi mucibesi de; “iki ana unsurdan” kaynaklanıyor...

Birincisi kendimizi, geçmişimizi okumaya hazırlıklı, yeterli ve yetenekli görmedik...

Görmüşsek de vurdumduymazlıktan gelmişiz....

İkincisi; “ne olursa olsun küçük olsun benim olsun” mantığı güdülmüştür...

Bu her iki ana unsur da birer milli kurtarıcı olmaktan daha fazlasıyla tam tersine bizi batırmaya yönelik “haince” hançer olmuştur...

Yok “edilme” noktasında, uçurumun kıyısına sürüklemiştir.

Bu söylediklerimizin kanıtlayıcı delili açık ve nettir.

Bakınız, Tanzimat Fermanı’nın tarihine...

İsterseniz, özetleyerek hep birlikte okuyalım.. O gün ve sonrasında; neler olup bittiğine bakalım... Ki meramımızı daha açık bir şekilde anlayabilelim...

Genç neslimiz de, hakikate vakıf olsun...

Tanzimat Fermanının maksat ve amacının neye yönelik olduğunu; neslimiz bilmelidir..

Ki okullarımıza birer ders olarak, müfredatta yer almalıdır...

Çünkü bir ders-i ibret vesikasıdır...

Ciltlerle bitmeyen bir tarihi içeren Tanzimat Fermanı, kitap halinde kütüphanelerimizde olmalıdır...

İlkokul öğreniminden üniversitenin son sınıfına kadar bu yakın tarihimiz “A’dan Z’ye” kadar okutulmalıdır...

Ancak, herhangi bir ideolojinin, siyasetin ve politikanın “çatısı” altına konulmadan, halis-muhlis, objektif olarak yazılmalı..

Bunları okutursak, kendimizi de geliştiririz, toplumumuzu da yeni bir toplum olarak oluşturup ülkemizi de himayeci gerçek insanlarla himaye altına almış oluruz..

Yoksa, geçmişe yönelik atılan palavralarla, sahte kahramancılık oynamakla, Cumhuriyet Halk Parti’nin altı okundan ibaret bir rejimin direklerini topraklarımıza dikmekle bir yere varamayız.

Delil mi istiyorsunuz?

Buyrun!

Hem de objektif, ideolojik herhangi bir maksat içermeden, gerçekten aba ecdadlarımızın çizdiği tarihimizi okuyalım, coğrafyamızı yeniden irdeleyip de keşfedelim...

Cumhurun arkasında olmadığı bir cumhuriyetin İngilizlerin tavsiye projesiyle kurulan bir cumhuriyet olduğunu iyice bilip, okuyalım, okutalım ve  irdeleyelim…

Gerçi bunları bilen eski nesle ders anlatma gibi olmasın ama, yeni neslimiz bunların gerçek yüzünü bilmiyor.. Onun için; mutlaka okutalım, öğretelim.

Cumhurun arkasında olmadığı bir cumhuriyetin kuruluş biçimi tümüyle dönemin İngiliz Baş Murahhası bugünkü deyimle Dışişleri Bakanı Lord Gurzon’un getirmiş olduğu proje kapsamında, hazırlanmıştır...

Onun için, altına imza atanların ne kadar hatalı iş yaptıklarını milletimize bildirip, öğretmeliyiz!...

O zaman bugünkü dünya medeniyetleri içerisinde Türkiye’nin yeri ve geldiği merhaleyi daha iyi, anlamış oluruz..

Her şey tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar... Birçok tarihi gerçekler; bize anlatılan yalan tarihin “ipliğini” pazara çıkarır...

Biz bunları aktarırken, ne kimseye iftira atıyoruz, ne de suçlama getiriyoruz.

Sadece, olup bitenlerin gerçek yüzünü ortaya döküyoruz... Hem de somut deliller ortaya koyarak, aktarıyoruz...

Bakınız sevgili dostlar!

Gerçekten şerefle ve gururla andığımız milli mücadelemizin ve istiklal savaşımızın gerçeğini biraz irdeleyelim.

Çanakkale Zaferimizi inceleyelim, gözden geçirelim ve yalan söylemeyen tarihleri de okuyalım, okutalım…

O zaman pergel açımız daha fazla açılır ve kaybettiğimiz coğrafyaları yeniden kendi mülkiyetimize taşıyabiliriz.

En azından dava edebiliriz.

Yoksa o günlerde kaybettiğimiz coğrafyaya rağmen, kendi kendimizi oyalayarak yanlış teselliyle kendimizi uyutarak, milli mücadelede yapılan kahraman insanlarımızı küçümseyerek veya gölge atarak bir yere gidemeyiz.

Milli mücadele 1918 ila 20’li yıl arasında olmuştur..

Çanakkale Zaferimiz 1915’lerde olmuştur.

Tüm bunlara rağmen o kahraman aba ecdadlarımızın ve silahlı kuvvetlerimizin uğruna vermiş olduğu mücadele ve dökülen şüheda kanları tüm  tarihimizde yazılmalıdır ve gerçeğini göstermelidir.

1918’lerde kovalayıp denize döktüğümüz o düşmanlar 1915’te Çanakkale Zaferi elde ettiğimiz İngilizlerin ve diğer savaş müttefiklerini denize döktüğümüz olay kesinlikle tarihi bir gerçektir, inkar edilemez.

Çünkü orada dökülen binlerce şüheda kanı var... Her karış toprak mücahit şehitlerin kanıyla sulanmıştır..

Ama tüm bunlara rağmen, bize ne oldu da birdenbire 1920’lerde verilen bu milli mücadele; “akamete” uğratıldı...

Ne oldu da 1923’te İngiliz gavurun Dışişleri Bakanı ile Cumhuriyeti kuran bir ekip; aynı masanın etrafında toplandı...

Ve nasıl oldu da o  büyük coğrafya küçüldükçe küçülerek, 3 milyon kilometrekarelik alan, 780 bin kilometrekareye iniverdi..

1915’te kazandığımız Çanakkale Zaferi, nasıl olur da o İngiliz gavuru tarafından, 1918’de “lav” edilerek, İstanbul istila edildi...

Hani gavuru kovalamıştık, denize dökmüştük, zaferler kazanmıştık?

İşte burada çok büyük ve önemli bir soru işareti var…

Ona bir türlü kimse cevap vermiyor.

Kovulan ve denize dökülen elin haçlıları nasıl olur da mağlubiyetleri sonucunda kendi kültürlerini, ahlaksızlıklarını, bağnazlıklarını, insanı hiçbir yönü bulunmayan örf ve adetlerini içimize sızdırabildiler?...

Ve bize “enjekte” ederek kabul ettirdiler..

Ne gariptir ki, 1924’ten sonra o milli mücadeleye giren o mücahit kahramanlar bir anda; “düşman” görüldü...

Sorgulamaya tabi tutuldu... Ki 1950’lere kadar tek parti şeflik ve dipçik döneminde; İslam mücahitleri olan kahraman ecdatlarımız, nesil ve yarınların nesilleri “hasım” olarak görüldü...

İstiklal Mahkemeleri kuruldu.. Peş peşe, idamlar başladı..

Memleketin en önemli ulema kesimleri darağaçlarına çekildi...

Gerçekten bu söylediklerimiz gerçek tarihi bilme noktasında “devede kulak” bile değil…

Her zaman söylüyoruz çünkü yalan söylemeyen tarihi gerçeklerden bahsediyoruz ve buna yönelik çok önemli arşivlerimiz  vardır.

Yazılan kitaplar vardır.

Hem de yabancı dilde…

Bize göre bu söylediklerimizin tümünün on katını devlet büyüklerimiz bizden çok daha iyi biliyorlar…

Özellikle Cumhurbaşkanımız, inanın onun kadar bu tarihi gerçekleri bilen ya yoktur, ya da varsa da çok azdır.

Hele hele bu milli eğitim sisteminde okutulan kitaplar ve ders müfredatları ne oluyor da Selçuklulardan, Eyyubilerden tutun da Osmanlıların son dönemlerine kadar okutulan tarihi gerçeklerle tam ters düşmektedir.

Geçmişimize yönelik tarihin derin sayfalarında altın harflerle yazılması gereken milletin geçmişi, hatta dini ve imanı, örf, adet, gelenek ve görenekleri bu millete bin yıllık bir ömür biçmiş olduğu halde, Tanzimat Devri’nden günümüze dek bunlar hepsi nerdeyse tozlu raflara mahkum edilmiştir...

Yeni bir sistemle, yeni bir laikçi demokratik, Atatürkçü bir proje adı altında bir çırpıda bunların hepsi silindi...

O büyük muazzam devlet ve ülke ufacık bir coğrafyaya sığdırılmış oldu...

Batı kültürüyle eğitimimize endekslemiş duruma geldik...Onun içindir ki, hala PKK’yla mücadeleden bahsediyoruz…

Misak-ı milliden bahsediyoruz...

Amerika ve NATO’nun müttefikliğinden bahsediyoruz.

Bilemiyorum.

Kimse kusura bakmasın ne oluyor bize ki milletimize şaşırtıcı bilgilerle tarihimizi okutuyoruz, kültürümüzü öğretiyoruz…

Oysa ki tam tersine gerçekdışı bir eğitim sistemiyle yetiniyoruz ve küçüldükçe küçülüyoruz.

Halkımızı, evlatlarımızı genç dimağlarımızı yıllar yılıdır, kültür emperyalizmiyle baş başa bırakmış durumdayız...

Oysa ki Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi’nin vasiyetnamesiyle Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye bıraktığı vasiyetnamelere göz atarsak o zaman anlarız ki bu büyük insanların devletlerini, tebalarını nasıl büyütmüşler, coğrafyalarını küçültme yerine nasıl büyüttüklerini görecektir!...

Demek ki, bunların yapmış olduğu siyaset halisane, siyasettir...

Saf kanla bu işi yapmışlardır.. Ki kısa bir süre içerisinde yeryüzündeki en güçlü devletleri mağlup ederek, Avrupa’nın kıyılarına kadar at koşturabilmişlerdir...

Bakın Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye ne diyor:

“Ey evladım!..

“Sakın, devlet yönetiminde Allah’ın emri dışında başka bir şeylerle milletini yönetmeyesin.

Sakın evladım, devlet yönetiminde herhangi bir zorlukla karşılaştığın zaman sakın ola ki gerçek kanaat önderleri olan ulema kesimlerine danışmadan, yabancı ideolojilerle devleti yönetme..

İlla ki ulema kesiminin danışmanlığını unutma…

Sana yalakalık yapan insanları da kendinden uzak tut.

Senin devlet yönetimindeki tek maksadın ve amacın Allah rızası olsun.

Allah rızası dışında millete bir şey yaptırma...”

İşte böylesi vasiyetnameler sayesinde kocaman Selçuklu ile Osmanlı Devletlerinin yönetim süreci bin yıl sürmüştür...

İçte hiçbir şekilde kargaşa, terör ve kanın varlığı söz konusu olmamıştır.

Ne yazık ki, tarihi düşmanlarımız bugün dost ve müttefik saydığımız, ülkelerdir...

Ki hal-i hazırda içteki tüm terör ve kargaşanın ana unsurları da yine onlardır...

Nasıl bir garabet haldir bizimkisi?

Vesselam..

En derin saygı ve sevgilerimle…

 


Bu Makale 499 kere okunmuştur.