YÜREKLERİ HOPLATACAK OLAN BÜYÜK FELAKET..?!

Evet sevgili okurlar!

Tek kelimeyle diyebiliriz ki; inandığımız yüce kitabımız olan Kur’an-ı Kerim bizi, yani İslam dünyasını, inananları hatta tüm beşeriyeti ikaz ediyor, çok büyük uyarılarıda bulunuyor…

İster inanalım, ister inanmayalım…

İnananların kurtuluşa, inanmayanların da büyük felaketlere maruz kalacağını Kur’an-ı Kerim içerdiği ayetlerle bildirmektedir...

Ki, buda sabittir...

Nitekim, insanoğlu yaşadığı zaman dilimi içerisinde, kurtuluşu da, büyük felaketleri de her daim, görmüştür ve yaşamıştır... Tarih sayfalarına yaşadıkları, ders-i ibret noktasında kaydedilmiştir...

Hiç kimse de bunu inkar edemez..

Çünkü, Satvet-i İlahi denilen yüce ilahi kudretin dehşeti, hiçbir zaman kainat içerisinden çıkmaz, uçmaz, gitmez… Hep var olur?.

Kainatın içerisinde Allah’ın her zaman için görevlendirebileceği gizli orduları vardır...

Gazab-ı ilahi denilen felaketler ve cünud-u ilahi olarak bilinen Allah’ın çok güçlü görünmeyen orduları, kainat içerisinde her daim "görev" bekler..

Esir tabakası denilen gözle görülmeyen elle tutulmayan ilahi bir güçtür…

Gizli bir varlıktır...

Yüce kudret irade ettiği zaman, yer, mekan ve zaman içerisinde onları harekete geçirmek üzere görevlendirir...

Kasırgaya çevirir?..

İçinde yağmurun gizlendiği kesif ağır gürültülü bulutları yaratır.

Onların içinde şimşekler, yıldırımlar çıkar…

Yani akla ne gelirse gelsin, o semavi felaketleri insanlara görülen lüzum üzerine gönderir...

Buna da  hani diyorlar ya “Görünen köy kılavuz istemez” misali..

Bunu hiçbir zaman görmezlikten gelmemiz gerekir.. Ki gelemeyiz de....

Denir ya; “Gözünü kapayan kendine karanlık yapar, güneşi karartmaz....”

İlahi kudret kimi zaman da yerküresini görevlendirir...

Yerküresi de, aldığı ilahi emir doğrultusunda hareket geçer...

Yani yer sarsıntıları oluşur…

Yerin en alt tabakalarından derin faylar oluşur, patlamalar, çatlamalar meydana geler…

Toprak, altüst olur...

Her tarafı yerle bir eder.

İnsanoğlu da bunu hissettiği zaman o kadar dehşetle kaçar ki, aradığı bir sığınağı bile bulamaz hale gelir..

İşte insanoğlunun bunca güçlü bir kudrete karşı ne kadar zayıf, cılız ve güçsüz hale geldiğini insanlar inkar edemediği gibi şeytan dahi inkar edemez...

Dün Akdeniz’de meydana gelen bir deprem şekli yine yürekleri zıplattı.

Ne var ki, zıplanan yüreklerle birlikte uzakta gören ama zıplamayan yürekler bir türlü ders almıyorlar.

Diyebiliriz ki bunlar tümüyle insanların yapmış olduğu zulüm, mezalim, isyan, günah ve akla ne gelirse gelsin, kazuratı beşeriye denilen en kirli işler yapıldığı için, zaman zaman Cenab-ı Allah’ın gayretine dokunmaktadır...

İşte o zaman da gazaba geliyor ve kainat içerisindeki gizli semavi ve yerel ordularını harekete geçiriyor...

Ve gereken ibret derslerini bize, açık-seçik şekilde bildirip, gösteriyor.

Bakınız sevgiyi okurlar...

El Hak’ka suresinin 3, 4, 5, 6, 7 ve 8’inci ayetlerinin, çok kapsamlı anlamlarını burada sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum..

Ayet 3; “O, gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen nereden bileceksin...” 

Ayet 4; “Semud ve Ad kavimleri yüreklerini hoplatacak olan o büyük felaketi yalanladılar...”

Ayet 5; “Yaptıkları yüzünden Semud kavmi korkunç bir sarsıntı ile helak edildi, yok olup gitti...” 

Ayet 6; “Ad kavmine de uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgarla helak edildi...” 

Ayet 7; “Allah o kasırgayı üzerine yedi gece sekiz gün kesintisiz olarak salıverdi. Öyle ki; sen o zaman orada olsaydın o halkı için boş hurma kütükleri gibi yerlere serilmiş görürdünüz,,.” 

Ayet 8; “Şimdi onlardan hiç geri kalan bir şey görüyor musun ey habibim..!”

***

Evet sevgili can dostlar!

Yüce Allah insanoğlunun geçmişe yönelik tarihte vuku bulan tüm olup bitenlerini bize daima hatırlatmaktadır..

Bizi uyarmaktadır...

 “Kendinize çekidüzen verin.. Kendinize zulüm etmeyin... İnsanlığa da zulmetmeyin.. Hile yapmayın, iftirada bulunmayın... “

Tabiri caizse, birbirinize karşı, “Bizans oyunlarını oynamayın” diyerek, uyarıyor...

Ama ne çare ki; uyarıya uyabilecek bizde acaba o inanç var mı?...

Bizde o izan var mı?

Bizde onu kaldırabilecek tahammül var mı?

İşte bu sorulara bir türlü cevap bulma adına, gayret sarf etmiyoruz... Etmediğimiz içindir ki, İlahı kudretin gizli ordularıyla sürekli, karşı karşıya geliyoruz..

***

Bakınız sevgili kardeşlerim!

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri, sizlerle paylaştım.. Ki, kendimize “aynayı” tutabilelim diye..

Ama nerdeee?

Bugünkü, Türkiye’mizdeki orta yere serilen olumsuzluklar, mezalimler, insan temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayan uygulamalar, hukukdışılık adeta makyajlanıp topluma sunulduğu gerçeği, tartışılmazdır...

Vahim bir tablo var...

Ne gariptir ki, sanki her şey güllük gülistanlıkmış, pembe çiçekler dört bir tarafı sarmış, her olay dikensiz gülmüş gibi bize koklatılıyor.

Halbuki olup bitenlerin altında öylesine antidemokratik yasa ve hukuk tanımayan uygulamalar var ki; gerçekten insanların vicdanını titretmektedir...

Gayretullahı da titretir..

Her an için de Cenab-ı Allah'ın gazabıyla yüz yüze gelebiliriz.

Pislikleri örtbas etmek için olaylara giydirme yapıp, kamuflaj ile millete sunmak, nereye kadar?

Milletin arasına sokulan fitne, fesat, terör, kargaşa kasırgaları her gün biraz daha arsızlaşarak, gelişmektedir...

Gün geçmiyor ki; filanca ilin filanca semtinde koca karısını öldürdü veyahut kadın kocasına komplo kurdu, baba evladını, evlat babasını öldürdü....

Ya da çocuk, annesini, nenesini öldürdü.

İşte dün, Şanlıurfa-Mardin karayolu üzerinde, bir otomobilden, bir başka otomobile, ateş açılıyor, üç kişi ölüyor..

Yaşananlar çok ağır suç olmalarına rağmen Türk yargısı nerdeyse 24 saat aktif faaliyet göstermekle beraber, emniyet ve jandarma teşkilatları her an için olayların başında olmasına rağmen ama heyhat hiçbir “caydırıcılık” söz konusu değil..

Suç ve suçluların sayısı artıyor...

İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun, ister medya grupları olsun kimin ağzını açarsanız açın bu olup bitenleri görmüyor veyahut görmezlikten gelerek, kamuflajla geçiştiriyor.

Toplum büyük bir gaflete mahkum ediliyor…

Kendileri zaten gafil ve gaflet içerisinde veyahut da koltuk, makam, mevki peşinde, gözleri körelmiş vaziyette...

Herkes kendi aleminde yürürken millet de büyük acılar içerisinde kıvranıp durmaktadır…

Olaylar öylesine bir hal almış ki; zulmün başına adaletin külahı geçirilmiş, hamiyet (kurtuluş) libası giydirilmiş, insanları büyüledikçe büyülüyor.

Halkın ve milletin güvendiği, bel bağladığı büyük çaplı bazı önemli kamu kuruluşlarındaki antidemokratik uygulamalar, travmatik hal yaşatıyor...

Rant çürümüşlüğü başını almış gidiyor.

Kadın, içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, faiz, tüm bunlar yetmiyormuş gibi acımasızca masum insanların kanı akıtılıyor…

Hani sormazlar mı?

Anayasa nerede, anayasayı uygulayanlar nerede?

Yasalar ve hukukun üstünlüğü nerede?

Başta ayetle ispat etmeye çalıştığımız tarihi gerçeklerin her an için başımıza gelebileceğini, unutmayalım.. Ki hiç uzaktan bakmayalım.

Örneğin; Adalet Bakanlığı bünyesindeki savunma erki denilen avukatlık mesleğinin adalete, hukuka, demokrasiye, insan temel hak ve özgürlüğüne sahip çıkarak savunma yapmaları gerekirken, ne yazık ki o kisve altında, o adalet cübbesi altında öylesine kirli işler yapılıyor ki; akla ziyan…

Ki dört günden beri yazıyoruz çiziyoruz bir yerlere mesaj olsun diye?..

Keşke bu yazdıklarımız, çizdiklerimiz savcılarımız tarafından suç duyurusu olarak saymış olsaydılar?

İnanın birçok kilit kirli noktalar, kirli olaylar tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkacaktı..

Birileri yakalanacaktı ve  gerçek yüzleri deşifre edilecekti?.

Ama heyhat!

Dedik  ya, “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak bir şey göremiyoruz.

Tek kelimeyle diyebiliriz ki “Deveye sormuşlar senin boynun neden eğri, deve demiş ki benim nerem doğru ki..”

Velhasıl kelam, bugünkü sohbetimize, burada nokta koyuyoruz..

En derin sevgi ve saygılarımla

Hayırlı cumalar…