YİYİN EFENDİLER YİYİN, BU HAN-I İŞTİHA SİZİN!!!

Evet sevgili okurlar!

Dünkü sohbet yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade şöyleydi:

“İslamsız bir Türkiye Tarihine Dönmelidir”

Bu ifade gerçekten çok kapsamlı, muhtevası çok geniş bir anlam içermektedir..

İki yüz yıldan beri siyasetin içinde bulunduğu bir Türkiye’nin yaşam tarzının “zımni ve hükmi” bir şekilde, tanımlamaktadır...

Gerçekten Türkiye’nin İslam’a sırtını dönüş tarihi “Tanzimat Fermanı’ndan” itibaren başlıyor... Ki bugüne kadar da devam ede gelmiştir...

Yaşanan hal-i duruma da; “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” diyebiliriz...

Şöyle ki, Türkiyenin altı yüz yıllık geçirdiği bir Osmanlı dönemi vardır...

Ve bu dönemde, hep büyümüş, yayılmış, İslam’ın Bayrağını, Viyana kıyılarına kadar, götürüp dalgalandırmıştır..

Ama ne var ki, “Tanzimat Fermanıyla” önü kesildi..

“Hasta Adam” konumuna” sokuldu...

Yatağa mahkum, “yatalak” denildi...

O günün devşirmeleri, dönmeler, “çözümü” uşaklık yaptıkları, Batılı Haçlı Emperyalistlerin, “Batılılaşma” hayranlığında, buldular...

“Batılılaşalım” denilip duruldu..

Bin yıllık geçmişe, 600 yıllık hükümranlığa “kapı kapatıp”, olmazla olmaz, denilerek “Batılılaşmayı” Sultan Abdülmecid’e dayattılar...

Ne hazin ki, bu dayatmayı da Sultan’ın başdanışmanı durumunda olan 33 dereceli Mason Cüce Reşit Paşa yaptı...

İngilizlerle işbirliği yaparak “Tanzimat Fermanı” projesini, Sultan Abdulmecid’e kabul ettirildi...

Peş peşe organize edilen “sinsi ve karanlık” oyunlarla, Osmanlı tam bir teslimiyet, içerisine sokuldu...

Ve nihayetinde, Sultan Abdulhamid “tahtan” indirildi..

İçimizdeki dönme Yahudilerin talimat ve girişimleri doğrultusunda kurulan İttihat Terakki Partisinin, tertipleriyle, Devlet-i Aliye’yi Osmaniye “tar-ü mar” edildi..

Öyle ki, girdiği ve kazandığı savaşlarda elde ettiği zaferler bile bu evrede, “masada” kaybettirildi.. Ki bunun en bariz örneği de, Lozan Antlaşmasıdır...

Velhasıl, İslam’a sırtını dönen bir anlayışın “hakimiyeti” kıskacına giren Türkiye o günden bugüne kadar bir türlü iki yakasını bir araya getirmediği gibi; “çürümüşlük” bataklığı içerisinde debelenip duruyor...

Nitekim, bugün yolsuzluğun, usulsüzlüğün, rüşvetin, rantın, çıkarın, menfaat perestliğin, hırsızlığın, gaspın en alçak şeklinin yaşanılır olmasının temel nedeni de; “İslam’a” sırt dönüşten kaynakladır...

Kısacası, “iman ve ahlak” yoksunluğunun tohumunu, kökü dışarıda olan mason kafalı Siyonist ajanların, İngilizlerle işbirliği yaparak organize ettikleri “Tanzimat Fermanıyla” attılar...

***

Şimdi sadede gelelim…

Malumunuz, dünkü yazımızın ana çizgisi, ana hedefi “rüşvetti.”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile yine Ankara CHP eski milletvekili Sinan Aygün arasındaki rüşvet teatisine dairdi...

Olay çok üzücü..

Her zaman yazıyoruz çiziyoruz…

Bu mesele yalnız Cumhuriyet Halk Parti’nin milli bir parti olmama şeklinden kaynaklı değil... Öte bir durumdur..

Çünkü, gelen giden iktidar partileri, özellikle muhafazakarlık kisvesi ile yola çıkan partiler, rüşvet şaibesinden, yolsuzluklardan, belirli çevrelere ihale ayarlamaktan bir türlü kendilerini kurtaramadıklarını biliyoruz... Yani “o biçim” bu minvalde, icraatlar da bulunuyorlar..

Hani demişler ya “Tencere dibin kara, seninki benden kara...”

AK Parti her ne kadar Cumhuriyet Halk Parti’nin bu tür pisliklerini ortaya çıkarıyorsa da, ki bunu yapmalıdır…

Ama kendisinin de etraf, çevre, dayı, amca, yeğen, kayınbirader vs. gibi hali pür melali de ortadadır.

Neden bu yöne bir “projektör” tutulmuyor..

Deveye sormuşlar “neden boynun eğri..”  O da demiş ki; “nerem doğru ki?”

İşte bu vecize söz, “yaşanan hal-i kirliliği” açık bir şekilde; ortaya koyduğu gibi ifade de etmektedir...

Bu arada anlaşılan budur ki Türkiye’de bir yerlere gelmek için illa siyasete girmek gerekir (!)...  Milletvekili olmak gerekir... Ya da Büyükşehir Belediye Başkanı olmak gerekir.

Aksi halde para kazanma çaresi imkansız.. Ne kadar çaba gösterirsen göster, önüne zikzaklı yollar çıkıyor, rampalı yokuşlu yollardan kendini kurtaramazsın…

***

Bakınız, yaşadığımız bu hale dair, Neyzen Teyfik’in şu şiiri aklıma geldi.

İnanın bu şiir, arif olan anlar gerçeğiyle çok anlamlıdır...

Tabi, Neyzen Tevfik bu şiiri, dönemin İttihat Terakki Partisi’nin mebuslarına hitaben, kaleme almış ise de!!!...

 “Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...

Künyeni almak için, partiye ettim telefon:

Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!..”

Netice itibariyle, o zaman da  rüşvet vardı, yolsuzluk vardı, aldatmaca vardı, gerçek siyaset yoktu, politika vardı...

Nitekim o dönemin “devşirme” akımındaki siyasiler, Osmanlı’yı birinci dünya savaşına sokarak, tabiri caizse 624 yıllık “varlığının” dibine dinamit koyarak, imha ettiler...

Yani bugünün, hali o günleri konuşturtmuyor değil...

Allah encamımızı hayreyleye demekten başka bir şey diyemiyoruz.

Günümüzde de nerdeyse devlet imkanlarını elinde tutan, hatta iktidarların gölgesine giren ne kadar müflis, yoz ruhlu insanlar varsa, “kamunun” malı üzerine çöreklenmişlerdir....

Kendilerini yolsuzluktan, rüşvetten, adam ayarlamaktan, çalmadan, çırpmadan kurtaramıyor.

***

Bundan değil midir ki Tevfik Fikret de şöyle diyor:

“Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır

Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;

Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!

Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say

Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,

Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”

***

Evet sevgili dostlar..!

Dönemin edebiyatçı şairlerinin gerçek duygularından çıkan ve o günün siyasilerini konu eden bu ifadeler, gerçekten takdire şayan, analizlerdir...

O günü bilip, bugünü yaşayanlar olarak, bu insanlara rahmet okumamak, yad etmemek, Allah Razı olsun dememek mümkün mü?...

Şimdi, bugünkü halimiz, o dönemlerden, yani yüz yıl öncesinden daha mı ilerdedir veyahut daha mı geridedir?...

Hayır!

Mukayese oldukça önemlidir.

O gün neyse bugün de o tür insanlar bu ülkede bu tür yaşamlardan kendlerini alıkoyamıyorlar.

Bakınız sevgili dostlar!

Deneyimli kalemlerden muhterem Abdurrahman Dilipak beyefendinin dünkü köşesinde, “İş İşten Geçmeden” başlığını içeren bu anlamdaki yazısından bir iki paragrafı sizinle paylaşarak yazımıza son veriyoruz.

***

“Bakın insanlar rahatsız. Bunun AK Partilisi, CHP’lisi yok, herkes tedirgin. İnsanlar bu işin böyle gitmeyeceğini bir yerde kopacağını gördü. Siyasetçiler söylem ve eylemleri ile bindikleri dalı kesiyorlar. Birçok kişi “kurtulmak” diye, rakibinden kurtulmaktan söz ediyor. Onlar olmasa sanki memleket güllük gülistanlık olacak.

***

Son olarak Sinan Aygün ile Mansur Yavaş arasındaki 25 milyonluk rüşvet tartışmasını görüyorsunuz. Belediye başkanı da tartışmanın içinde, belediye bürokrasisi de. Belediye Meclisi de işin için de, CHP genel başkanı da. İşin için de FETÖ de var. Hadi çıkın işin içinden çıkabiliyorsanız.

***

Sinan Aygün CHP milletvekili. Mansur Yavaş CHP belediye başkanı. İkisi birbirine girdi. CHP grubu sus-pus, millet ittifakından da ses yok. CHP medyasının AK Parti’ye karşı meydan okuyan “ateş parçaları”ndan da ses çıkmıyor.

***

Arkadaşlar, bu işler çığırından çıktı. Bir kara delik oluştu, bir dehşet dengesi oluştu kamu piyasasında. Adına rant mı dersiniz, rüşvet mi, gasp mı, hırsızlık mı? Bunun sağcı, solcu, liberal, milliyetçi, ulusalcısı geçineni yok. Hepsinde bu tür birileri var ve bunlar da bulundukları yerde itibar gören, güç ve otorite sahipleri genelde. Kiminin kripto ilişkileri var, kiminin “yargı dokunulmazlığı” sanki. Bu işler öyle “sır” filan da değil. Bu işlerin bu kadar şüyu bulması, vukuu kadar beter bir durum ayrıca.

***

Siyasetçilerin oğlu, kızı, damadı, gelini, eniştesi, kayınbiraderi, kaynana, kayınbaba, dayı, hâlâ, amca teyze, yeğen farketmiyor, herkes bir şekilde bu pisliğe bulaşmış. Millet akraba-i taallukatını toplayıp gelmiş yetmiyor hemşeri desteği de alıyor.”

En derin saygı ve sevgilerimle…