“ALLAH’IN İPİNE SIMSIKI SARILIN!”

Evet, sevgili okurlar.

Hemen hemen birçok yazılı medyanın Cumartesi günkü nüshasının manşetinde, bu ifade vardı...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan...

Çamlıca Camiinde kıldığı Cuma namazında, cemaate aynen böyle seslenmişti..

 “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın..”

Bu ifadenin, ayet-i kerimesinin orijinal metni olan Arapçasını da, okumuştu...

Bu hitap, tarih sayfalarına altın harflerle yazılması gereken tarihi bir reformdur.

Yüz yıldan beri Türkiye’mizin gelmiş-geçmiş bir çok devlet adamlarının resmi ağzından bırakın ayetin orijinal metninin okunmasını...

Bilakis, Kur’an’ın gölgesinden, İslam inancının kenarından, kıyısından geçemeyen, nice devlet adamlarını gördük.

Tabi inanan da vardı, inanmayan da vardı?

Ancak bazı devlet adamları vardı ki, “inanmalarına” rağmen, gölgesinden korkanlardı...

Ama hiçbiri, ülkenin ve milletin yarınları açısından; istikrarlı ve başarılı bir politika, siyaset ortaya koyamadı!..

Çünkü gerçekleri saklayan hiçbir devlet ve devleti temsil eden liderler hiçbir zaman başarılı olamazlar ve olamamışlardır da!..

Onun için diyoruz ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan son asrın gelmiş-geçmiş, en büyük lideridir...

İslam dünyasının “ümit” kaynağıdır..

Bakınız daha iki ay önce Ayasofya “Cami” olarak ibadete açıldı..

Bu bir milattı..

Ve bu hamle, halka yanaşma hareketi toplumu yekvücut olarak; İslam bayrağı altında ümitlendirdi..

Ve toplumun yüzde 99’unun duasını aldı...

Hala da almaktadır.

Onun için diyoruz ki, geçtiğimiz Cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Al-i İmran suresindeki "Hepiniz toptan, Allah'ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın." ayetinin Arapçasını okuyarak, Camideki cemaate seslenmesi; tarihi bir reformdur..

 “Ve’tasimu bi hablillahi cemia vela teferreku” metnini okuması, tarihseldir...

İnanın, bu sesleniş kim ne derse desin, Türkiye’ye yeni bir yenilik, yeni bir çağ atlama, yeni bir ilke ve ana prensip getirmiştir.

Bir kez daha halkın duasına mazhariyet kazanmıştır.

Ümit vermiştir.

Bir nur damlası gibi herkesin kalbine nur damlatmıştır.

Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, bu ayet-i celileyi caminin içindeki cemaate seslenerek okuması, bize göre bir “mehdiyet” anlayışının pekiştirilmesidir.

Ve yeni bir fütuhatın zuhur etmesidir...

Pek tabi ki, İstanbul’da ikinci bir Fatih’in çağımızda da zuhur etmesi gibi manevi müjdeler zincirinin algılanmasıdır.

Başkan Erdoğan’ın bu büyük camide cemaat-i kûbra’ya (büyük bir topluluğa) seslenişi, yukarıda belirttiğimiz gibi hem kendisi için, hem de Türkiye için büyük bir şereftir.

Büyük bir ilahi izzet ve azametin kendisine bağışlanmasıdır.

* * *

Beklentimiz şudur ki, bu sesleniş, camide yapıldığı gibi Cumhurbaşkanı tüm platformlarda, ekranlarda, yazılı medyanın manşetlerinde her gün resmi sıfat olarak halka bu ayetin yüceliğini anlatacak konuşmalar yapsa!...

Ama ne mümkün…

Ne mümkün.

Ne mümkün.

Çünkü, ana muhalefet partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “laik bir Türkiye’nin Cumhurbaşkanı nasıl olur da halka ayet-i kerimeyi okur, anayasa ve devrim ilkelerine aykırıdır” yaftasını yapıştıracağını biliyoruz?.

Halk,  bunları biliyor ve tanıyor?..

Onun için Cumhurbaşkanını mazur görüyor.

Böyle bir emsal teşkil etme düşüncesiyle yola çıkarsak, devlet artık böylesine Cumhurbaşkanlarının sözünü dinler.

Ümitle, onların ağzından gerçeklerin çıkmasını ister.

Mevcut, çürümüş bir sistemin dalgalarına kapılmamayı ister.

Kur’an ayetleriyle halka hitap edilmesi, gönül arzu ediyor ki yalnız Cuma günü camide değil, her platformda, her konuşmasında ayetler okunsun, açıklamalarını ayetlerin gölgesinde yapsın..

Çünkü bu ayetler gençliğin beynine enjekte edilmesi gerekir..

Beyinlerinden kalplerine bir nuraniyet yansıtılmalıdır..

Ki o zaman toplumsal bir tecdidin (yenilemenin) getirilmesi, Türkiye için adeta bir müjdeler silsilesi olur..

Zira halkın ve gençliğin, resmi ağızdan çıkan hakikatleri birer ders olarak okuyup öğrenmeleri gerekir.

İşte böylesi bir atmosfer sağlanırsa, inanın Türkiye’de ne terör kalır, ne kötülüklerin anası olan içki, kumar, uyuşturucu, fuhuş kalır.

Zaten bir milletin kurtuluşu, refahı, huzuru bu beklentiler değil midir?

Yolları yapmak, fabrikalar kurmak, elbette ki güzel şeyler.

Ancak Kur’an gerçeklerini topluma enjekte edip, her gün gençlik âleminin birer ders-i ibret alıp toplumun her kesimine taşıması gerekir bize göre.

Aksi halde her şey hayal olur.

Başkan Erdoğan’ın camideki açıklamaları da bir yere kadar etkisini gösterir.

Sonra unutulup gider.

Zira toplumun şiddetle böylesi seslenişlere ihtiyacı vardır.

Cumhurbaşkanı bizden çok daha iyi biliyor bu hal-i durumu!

Ki devletin istihbarat birimleri mutlaka gerçekleri tespit edip, kendisine intikal ettirmektedirler...

Herkes kendi ismi gibi bilmelidir ki Türkiye’de böylesine bir Cumhurbaşkanının varlığı gerçekten Türkiye için büyük bir şanstır.

Ama bu da bir gerçektir ki bazı bakanlıkların bünyesinde olup biten yanlışlıklar silsilesi, Cumhurbaşkanının bu anlayışıyla terstir, tezattır ve zıtlaşmadır.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Yeni Şafak Gazetesinin dünkü nüshasında şöyle bir haber yer alıyor..

Okudunuz mu bilmiyorum..

Okumayanlar için aktarayım..

“DÖVÜP 7 METREDEN ATTILAR”

Spot başlık ise;  “Tahliye tepki topladı”

Haber aynen şöyle;

“İstanbul Bahçelievler’de dört kişi silah zoruyla öldüresiye dövüp, 7 metre yükseklikten aşağı attı.

Gözaltına alınan gaspçılar, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinde serbest bırakıldı.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tahliyeye itiraz edip, yeniden yakalama kararı çıkarttı.”

Sormazlar mı?

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Beş altı kişi bir araya gelip, bayıltıncaya kadar tekme-tokat ve yumrukla bir kişiyi yere sermeleri ve 7 metre yükseklikten aşağıya atmasının sebebi sadece gasptır, adamdan zorla para koparmak için mi yani.

Ve ne hazindir ki savcılık ve polis bu zanlıları yakalayıp adalete teslim ediyor, İstanbul Bakırköy Sulh Ceza Hakimliği tarafından serbest bırakılıyor.

Yine buna rağmen Başsavcılık buna itiraz ediyor ve yeniden yakalama kararı çıkartıyor.

Bir de “Taksi durağında pompalı dehşet” haberine bakalım.

“İstanbul Esenyurt’ta yolcu alma yüzünden aralarında husumet bulunan taksiciler silahlı-sopalı birbirine girişiyorlar..

Pompalı tüfekle yaralanan dört taksiciden Cengiz Dayanmaz, Yavuz Dayanmaz ve Sinan Öztürk ölüyor.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu her iki olay, tüm Türkiye’deki olayların zincirlerinden birer halka...

Ama hacmi küçük ise de cürmü, günahı çok büyüktür.

Buna rağmen, gerek İçişleri Bakanlığı, gerekse Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşan bu tür olumsuzluklar, insanın aklına “Bu her iki bakan ne yapıyor acaba?” düşüncesinin gelmemesi mümkün değildir.

Yarın da bölgemizle ilgili bazı bakanlıklarda “neler oluyor neler bitiyor” onu konuşacağız...

Özellikle, son zamanlarda bazı bakanların ne için Diyarbakır’a geldiklerini ve ne yaptıkları hakkında geniş çaplı bir bilgi paylaşımında bulunacağım.. Ama yarın...

En derin saygı ve sevgilerimle.