Görüş Bildir

DEMOKRASİ, LAİKLİK VE MEVCUT DÜZEN!

Evet, sevgili okurlar.

Kısa bir aradan sonra yine birlikteyiz.. Allah nasip ederse, kaldığımız yerden deyip, sohbetlerimize devam edeceğiz...

Malumunuzdur sohbetlerimizin temel amaç ve felsefesinin ne olduğunu?...

Hiç kuşkusuz ki, halkın dertleriyle dertlenmek, halkın birlikteliğini sağlamak..

Ülkenin bütünlüğünü tehlikeye düşüre gelen cumhuriyet döneminden bugüne kadar yaşanan ve yaşatılanlar karşısında kendini şaibelerden kurtaramayan, zihniyetin gerçek yüzünü ortaya koyabilmektir..

Halkın arasına atılan nifak tohumları katı ve sinsi ırkçılık anlayışı, toplumun ruhunu her geçen gün, vahim şekilde zedeliyor..

Ahlaki çöküntüler başını almış gidiyor.

Nerdeyse aile mefhumu diye bir kavram kalmadı.

Ve mevcut sistem ve siyaset, her şeye “ırak” vaziyetle kendi halinde yürüyor.

Ama velakin, vücut bulan ve giderek girdaba dönüşen ahlaki çöküntüler yüzünden, ülke her gün biraz daha uçurumun kenarına itilmektedir...

Peki, olup-bitene tez elden bir çare aramak gerekmiyor mu?

Sad-i Şirazî, Gülistan’da şöyle diyor;

“Temmuz ayının keskin güneşi karı eritip yok ederken, hoca henüz gaflet uykusunda...”

Demek istediği şu...

“Gerek bireylerin, gerek toplumun, gerek devletin ve gerekse de ülkenin ömrü her gün ileriye doğru sahibini yaşlandırıp ölüme doğru iterken, hoca efendi henüz gaflet içerisinde hiçbir şey olmamış gibi görüntü veriyor.”

Gerçekten ülkemizin mevcut hal-i pür melali çok düşündürücüdür ve endişe vericidir...

Mevcut hükümet ve özellikle Devlet Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm iyi niyetlerine rağmen, var olan anayasanın dibacesine yerleştirilen cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğü kavramları ne yazık ki içi bomboş!...

Sadece makyajdan ibaret..

Her şeye giydirilen  ve her ortama göre renk değiştiren bir libas misali!...

Hiçbiri, gerçek mana ruhunu taşımadığı gibi, milletine de vermiş değil...

Tabi bu hal-i vaziyet, yalnız bugüne münhasır değil.

1950’den günümüze dek, devam ede gelmiştir..

Devleti elinde tutan ve halkın derin içtenliğinden gelen Müslümanlığın, ümmetçiliğin, milliyetçiliğin gayret damarıyla CHP’ye bu millet yüz vermemiştir…

Bu millet, hep kendini muhafazakâr, İslam’dan yana görüntü veren iktidarlara “yönetme hakkı” vermiştir..

Nitekim, muhafazakâr iktidarlar, Türkiye’mizin, insanlarımızın teveccühünü hep kazanmış ve iktidar hep onların elinde kalmıştır.

İllaki 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat, hatta 15 Temmuz da hariç…

Milli iradeyi sırtında taşıyan Demirel’den tutun da ANAP’a kadar...

ANAP’tan tutun da Refah-Yol’a kadar..

O günden, bugünkü iktidara kadar hep muhafazakar partiler iktidar olmuştur!…

Ne var ki, hiçbir iktidar milli iradenin ruhuna uygun hareketlilik göstermemiştir.

Başlık olarak kullandığımız “DEMOKRASİ, LAİKLİK VE MEVCUT DÜZEN” ifadesi, “bu ketumluğun, bu hareketsizliğin” deşifresidir...

İktidarlar, milleti hep yanıltmıştır..

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yusuf Kaplan, bir önceki günkü yazısında şöyle bir kaç cümle kullanıyor..

Cümlesi, bir nevi bugünkü sohbetimizin ana temasını içermektedir.

Kaplan, aynen şöyle diyor;

“Laiklik dayatması, laikliğin bir din gibi algılanması, dogmalaştırılması ve topluma dayatılmaya çalışılması, toplumu, neyi yitirdiğini hatırlamaya kışkırttı.

Menderes’in başlattığı toplumun yönünü bulma, yarma harekâtı gerçekleştirme yolculuğu başarıya ulaştı. Ama sadece bir açıdan bakıldığında bir başarıydı bu.

Yani sadece siyasî olarak tek parti zihniyetinin zorbalıkları, zulümleri durmuş, durdurulmuştu.

Asıl dipte yaşanan dalga yıkıcı oldu oysa. Nedir o dipte yaşanan dalga, dediğim şey?

Şu: Toplum, katı laikleşme dayatmasına karşı yumuşak sekülerleşme sürecine girdi.

Laikleşme, toplumun tepeden İslâmî duyarlıklarının inkârı ve iptali çabasıydı. Sekülerleşme süreci ise, toplumun alttan İslâmî kimyasının bozulması, İslâmî genlerinin hormonlu hâle getirilmesi olgusuydu.”

* * *

İşte bakınız sevgili okurlar.

Geriye dönüp geçmişi irdelediğimizde, bu söylenenlerin, bu yazılanların bütünüyle tarihi bir gerçeğe dayalı olma hali açık ve net olarak görülecektir?…

Yeter ki salih bir gözle bakılsın...

Kimse de, inkâr edemez.

Bugün günümüzde de aynı hal yaşanmaktadır.

Yumuşak sekülerleşme, laikleşme görüntüsü altında, halk büyük bir fütur ve gevşeklik içerisinde bulunuyor...

Sağına, soluna, önüne, arkasına bakmadan freni patlamış kamyon gibi yol alıyor?

Küfrün, dalaletin, nifakın çukuruna yuvarlanma tehlikesi; an meselesi!...

Ki girse; kendini bir daha kurtaramaz..

***

Evet, sevgili dostlar.

Başlık olarak kullandığımız “DEMOKRASİ, LAİKLİK VE MEVCUT DÜZEN” ifadesi paralelinde bir de hukukun üstünlüğü gibi ifadeleri, manasız ve anlamsız olarak halka aşılama, o insanlara yapılan en büyük kötülük ve en büyük fitnedir?

Bu kavramların hiçbirisi zaten diğeriyle uzlaşamaz, imtizaç sağlayamaz.

Mana ve anlam paralelleri birbirinden çok uzaktır.

Bir yandan demokrasi diyorsun, öbür yandan da laiklik diyorsun ve eşittir mevcut düzen diyorsun.

Peki, ondan sonra?

Hukukun üstünlüğü anayasamızın temel hedeflerinden olmakla beraber, maalesef uygulamada olan hal, bu hali neredeyse yalanlıyor.

Demokrasi deyince herkes kişisel olarak ne gibi kötülük yaparsa yapsın, yanında kar kalır serbestîyedi içerisinde!?..

Onun içinde, bölgede suç ve suçlu potansiyeli çoğalıyor.

İçki içilmesi, geceleri meyhanelerde veyahut eğlence yerlerinde bazı insanların kadeh tokuşturması, şarap şişelerinin devrilmesi, fuhuşhanelerin apaçık olması, faizin, yolsuzlukların başını alıp gitmesi, kadının nerdeyse büyük bir fitne unsuru haline gelmesi…

Bunların hepsi demokrasi kelimesinin mevcut düzenle eşdeğer olmasının bir alamet-i farikasıdır.

Mevcut düzen diyor ki “Ben adaleti sağlıyorum.”

Öbür yandan bakıyorsun, tüm bunlara “Adalet ve Demokrasi” adı altında tanınan özgürlükler silsilesi var!.

Ama heyhat!

Bir yanda, inanan toplum, yani ümmet birçok yönüyle hala da sekülerizmin baskısı altında, inim inim inliyor...

İnancı da yaşamı da, baskı altında!...

Peki, madem demokrasi diyorsun; bu çifte standartlık nedir?

Eşit bir uygulama hakkı olması gerekmez mi?

Batıl ve inhirafa giren bir kesime demokrasi deniliyor.

Dinini inancını yaşayan, İslam kültürünü öğrenmek isteyen, şeriat hükümlerini kendi aralarında uygulamak isteyen bir topluma “milli iradenin demokrasisi” niye denilmiyor?

O demokrasi inhirafa giren insanlara mı tahsis edilmiştir?

Laiklik de dini inancını yaşayana, İslam gerçeğiyle tanışmak isteyen kesime “inancını yaşayamazsın” dayatması, mevcut düzenin ayıbı değil midir?

Demokrasi nerede, laiklik nerede, mevcut düzen nerede ve hukukun üstünlüğü nerede?

İnanın, hukukun üstünlüğünden bahsedilirken, insanların tüyleri diken diken oluyor.

Allah aşkına.

Şu baro baronlarının son günlerde kusturdukları zehir, bu söylediklerimizi kanıtlamıyor mu?

En derin saygı ve sevgilerimle..


Bu Makale 1262 kere okunmuştur.