EÛZÜ BİLLAHİ MİNEŞŞEYTANİ VESSİYÂSE!

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri, Türkiye’deki güdümlü siyasetin ne kadar kirli, istikametsiz, dürüstlük ve sadakatten çok uzak olduğunu Risale-i Nur eserlerinde sık sık dile getirmektedir...

Kaleme aldığı risalelerden birinde, şöyle bir ifade de bulunuyor..

Diyor ki...

“Eyvah!

Benim Türkiye’deki siyasi münafık dostlarımın elinden çektiğimi I. Dünya Savaşı’nda Rusya’daki esir kamplarında bile çekmedim.

Bu itibarla şeytandan Allah’a sığındığım gibi, kirli siyasete de girmekten Allah’a sığınırım.”

İşte, yazı başlığımızın orijinal metninin anlamı da tam olarak budur...

* * *

Malumunuzdur, sevgili dostlar.

AK Partinin ne hallere düştüğünü..?

Ki, artık, “Hindistan’daki Sağır Sultan” bile hal-i vaziyetine vakıf ve haberdar...

Hatırlarsanız...

Merhum, Turgut Özal, Başbakan ve Parti Genel Başkanlığını bırakıp, Cumhurbaşkanı olunca. ANAP’ın başına merhum Mesut Yılmaz geldi...

Yılmaz sonrası, partinin düştüğü hali hatırlamanızı istiyoruz...

***

Özal, ailesiyle köklü olarak dindar bir aileye mensuptu...

Ki kendisi de İslamiyet’i yaşıyordu.

Alkol almıyordu..

Ama eşi Semra Hanım öyle değildi..

"Biz muhafazakar bir aileyiz” denilmesine rağmen, Semra Hanım “istediğini” yapıyordu?

Şişe deviriyordu.

Viski kadehi elinden düşmüyordu..

Partiler düzenliyordu...

Bir taraftan muhafazakar aileyiz deniliyordu, diğer yandan “seküler” yaşamdan taviz verilmiyordu..

Siyasetin ve siyasetçinin yaman çelişkisi burada?

Demek ki...

Türk siyaseti müstakil, bağımsız bir siyaseti ihtiva etmiyor...

Batı dünyasına endeksli bir siyaseti icra ediyor...

Muhafazakâr olarak geçinen siyasetçiler ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, bize göre hiçbir zaman kamu vicdanını rahatlatamazlar.

Çünkü adalet terazisi normal yörüngesinde yürüyemediği gibi, demokrasi terazisi de zaten yamuk tartıyor?.

Sürekli fire veriyor...

Ve bu fireyi önleyen, yamuk tartıyı da düzelten yok!...

Siyaset, çok yüzlü bir hale geldi?

Bu itibarla fazla uzatmadan diyoruz ki bir haftadan beri Bülent Arınç ile İhsan Arslan’ın Türk medyasına ve Türk siyasetine konu edilmesi gerçekten düşündürücüdür.

Özellikle de, siyasetin ne kadar kirlenmiş olduğu gerçeği noktasında, insanı hayli düşündürüyor.

Bülent Arınç..

Milli selamet partisinden günümüze dek muhafazakârlığı hiç kimseye bırakmayan, dindar, Müslüman, sağlam inanca sahip bir hukukçu olmakla beraber, hep İslamiyet’i ve Müslümanların temel hak ve özgürlüklerini savunuyordu.

Hele hele 28 Şubat’taki postmodernci Batı Çalışma Grubu’na karşı vermiş olduğu mücadele şayan-ı takdir idi.

İnanan tüm kesim gerek Refah Partisi dönemlerinde olsun ve gerek AK Partinin safında çalışma biçimi olsun…

İnsanlara “Eyvallah!” dedirtiyor ve herkes, yani muhafazakâr kesim bu alanda Bülent Arınç’ın hayranı olmuştu.

“Bülent abi” deniliyordu?

Hem dindarlığına, hem de hukuk biliminde düzgün bir istikamette olma göstergesine, millet hayranlık gösteriyor, destek veriyordu...

* * *

Peki, İhsan Arslan’ın portresine de baktığımızda karşımıza çıkan tablo nedir?

Şöyle ki...

İhsan Arslan Batman’ın Sason ilçesinin eski ismiyle Herivê köyündendir...

Mühteri bir aileye mensup...

Bir çok yakın akrabaları sol tandanslı, PKK yanlısıdırlar...

Aşırı sosyalist partilerde yer almıştırlar...

CHP veya İşçi Partisi gibi partilerde yer alıp mefkûresinden (düşüncesinden) hiçbir zaman taviz vermiş değiller...

Arslan aynı  fikir ve düşünceden, aileden olmasına rağmen, ayrı saflarda yer almayı tercih etmesi dikkate değerdir...

Çünkü, “muhafazakârlıkla” kendini idame etmeye çalıştı...

Gerek Refah Parti dönemi olsun, gerek AK Parti dönemi olsun, ilk olarak İstanbul Belediyesi’ne odaklandı...

Yavaş yavaş her iki partinin siyasi liderlerinin teveccühlerini kazanarak, gizliden gizliye epey çalışma azmini ”rant odaklı” gerçekleştirdi...

Her fırsatta, kendini de muhafazakâr kesime kabul ettirmeye çalışıyordu.

Zahiri hal, göstermelik olarak böyleydi...

Tabi bilen biliyor..

Ki, ruhi derinliklerinde geçmişine yönelik ne gibi sırların olduğunu biz iyi biliyoruz..

Onun için, bugün gibi, daha önce de, siz değerli okurlarla, Diyarbakır ve ülke kamuoyuyla, “hangi alanda” mahir olduğunu paylaştık, paylaşıyoruz..

Siyasettin, hep arka planında görünmüş gibiyse de hep ön plandaydı...

Kendini Erbakan’a da kabul ettirmişti.

Ama, Sayın Erdoğan’a daha  bir kapsayıcı kabul ettirmişti.

Büyük oğlunun adı Ali İhsan Arslan idi...

Ama onu herkes, “Mücahit” olarak tanıyordu..

Erbakan da böyle biliyordu..

Sayın Erdoğan’da öyle biliyordu..

Mücahit Arslan..

Ama gerçek kimliği, nüfuz cüzdandaki adı Ali İhsan Arslan...

Biz bunları çok iyi biliyoruz.

“Siyasetin mahir” isimlerinden...

Siyasi hayatı boyunca muhafazakâr ve İslami tandanslara yakın liderlerin kalplerinin ortasında “kendisine” yer bulabilme becerisini elde ediyorlardı..

Ki, AK Partinin kuruluş döneminde çok kilit noktalarda görev aldı.

Ve tabi ki, Parti sayesinde, iktidara gelinmesiyle çok büyük paralar kazandı.

Diyebiliriz ki; Türkiye’nin şu an en zengin müteahhitlerinden birisidir...

Mal varlığına akıl sır erdirilmiyor..

Sağır Sultan dahi, yüksek servetinden haberdar..

***

Ve yine parti içerisindeki nüfuz ediciliği...

Valiler üzerinde..

Bürokratlar üzerinde..

Parti teşkilatı üzerinde..

Yani çok yönlü bir yetki ve nüfuz ediciliğe sahip olduğunu bilmeyen yok..

Ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, “kendisini” kırmadığını herkes biliyor..

Zaten kendisi de, kaleme aldığı kitabında bunları itiraf ediyor.

***

Nitekim, kaleme aldığı kitaplarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ailesiyle, kendi aile fertleriyle çekilen resimleri ifşa etmektedir.

Ama tüm bunlara rağmen, ne ülkeye, ne millete, ne Güneydoğu’ya ve ne de Diyarbakır’daki  “yaralı bir parmağa” merhem olmamıştır...

Hep kendini düşünmüştür..

***

Ancak, Arslan’la alakalı düşündüren nokta hal-i hazırda şu?..

Ne oluyor da son aylarda iki tane kitap üst üste kale alıp, yayınlattı..

Sonra da peş peşe söyleşilerde bulundu..

Ve; Türkiye’nin yeniden parlamenter sisteme geçeceğini haber veriyor?...

Sanki, Türkiye’nin Başkanlık sisteminden çektiği varmış gibi bunu müjdeliyor (!)

Aynı zamanda, Kürt meselesinin ihmal edildiğinden söz ediyor...

Özetle, Erdoğan’a muhalif bir tavır içerisinde...

Erdoğan’ı şiddetle eleştiriyor...

Sanki, 18 yıl boyunca Erdoğan’ın gölgesinde “nemalanan, güçlenen, nüfuz sahibi olan, rant, mal, mülk servet” sahibi olan o değilmiş gibi?

Sonuç itibariyle diyoruz ki;

Siyasetin Allah için bir siyaset olmadığı gibi…

Ülkenin nereye gideceği de belirsizliğini koruyor.

Devam edecek...

En derin saygı ve sevgilerimle.