İNSAN TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜNE AYKIRI SİSTEMLERİN SONU!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “NE YAZIK Kİ!?” ifadesi, yazımızın kapsadığı birçok önemli meselenin olumsuz sonuçlarına ilişkindi.

Elbette ki insan temel hak ve özgürlüğüne uygun olmayan yanlış yamalak sistemler ve sistemlerin uygulamaları, gerçekten aşırı derecede zulümdür ve mezalimler silsilesidir.

Bu itibarla insan temel hak ve özgürlüğü, gerçek ve samimi bir manada açıklanırsa ve ona sahip çıkılırsa, o toplum mutlak bir refah, mutluluk, istikrar ve istikametini istiklalce sağlar.

Ama o olmadığı takdirde, o toplum derbeder olur..

Bu nedenle diyoruz ki;

Mevcut anayasanın 10. Maddesine odaklanmamız lazım..

Kanun önünde eşitlik.

Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep vb. sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

Madde devamla şöyle diyor;

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz…

Devlet organları ve idari makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.”

Gerekçe olarak da madde şunu bize açıklıyor;

“Bu madde demokrasinin üç vazgeçilmez ilkesinden birini teşkil etmektedir.

Yani insanın insan olması dolayısıyla doğuştan bir değeri ve haysiyeti vardır.

Bu onun tabii bir hakkıdır.

Bu hak dolayısıyla herhangi bir niteliğe veya ölçüye dayanılarak insanlar arasında ayrım yapılamaz.. 

İnsanlar arasında kanunların uygulanması açısından da hiçbir fark gözetilemez.

İnsanlar arasındaki eşitliğin temellerinden birini de böylece kanunlar önünde eşitlik ilkesi sağlar.

Bu hakka saygı göstermenin devlet organları ve idari makamlar için de bir görev olduğunu belirtmektedir.

Devletin organları ve idari makamlar bütün işlemlerinde insanlar arasında ayrım yapılmadan devlet faaliyetlerini yürütmek zorundadırlar.”

Anayasanın bu maddesini gerekçesiyle beraber güçlendiren Anayasa Mahkemesi kararları da vardır.

Kararlar şöyle;

Anayasanın 10. Maddesinde herkesin hiçbir ayrım yapılmadan kanun önünde eşit olduğu kabul edilmiştir.

Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep vb. sebeplerle bir ayrım yapılamayacak.

Yasalar herkese eşitlikle uygulanacaktır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Anayasanın maddesi açık olarak bunu bize bildiriyor.

Peki, Anayasanın bu 10. Maddesi paralelinde bugünkü uygulamaların neresindeyiz?

Bir sefer “dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep vb. sebeplerle bir ayrım yapılamayacak” cümlesinden yola çıkalım.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek yüce İslam dinine mensup olan toplum, ümmet, dini inançları bakımından temel hak ve özgürlüğünün neresindedir?

Hukukun üstünlüğü, adalet ve istikametin bir inanç için adalet ve dürüstlüğün neresinde yürüyor?

Cumhuriyet dönemindeki dil ile coğrafya hakkındaki devletin bakış şekli ne derecede anayasa hükümleriyle bağdaşır?

Tabi bu sorularımızı teyit ederek devamla şöyle diyoruz?

Yüce İslam dinine mensup olan bir toplum, yani bir ümmet, aba ecdatlarından, geçmişinden, ecdadın mirası olarak bize bıraktıkları ağır bir terekenin üzerindeyiz.

Yiyoruz, içiyoruz, biçiyoruz, mal mülk, evlat, aile, devlet millet…

Eyvallah.

Her şey o biçim.

Amma velâkin o mirasın üzerinde yaşayan o toplumun olmazsa olmazı olan din mefhumudur, din gerçeğidir.

Bu toplumun devletin mevcut uygulamalarıyla yıllardan beri karşı karşıya gelmesinin anlamı nedir?

Zalim kimdir, mazlum kimdir?

Zalimin zulmü devam ettiği müddetçe, anayasanın 10. Maddesinin mevcut sıralanmış hükümlerinin neresinde gidiyor devlet ve millet diye sorgulamak gerekmez mi?

Geçenlerde de yazmıştım.

Zaruriyat-ı Hamse” denilen beş ana hükümlerin varlığı bir toplumun mutluluğu demektir.

Bunlardan birisi eksik olursa, o toplum sakat yaşar.

İstikametini zedelemiş olmasıyla yetinmiyor, istiklalini ve istikrarını da beraberinde yitirmiş durumda.

Hal böyle olunca memleket nasıl yönetilebilinir?

Ülke insanları nereye kadar ve ne zamana kadar bu istikrarsızlığa dayanabilir?

İşte kamu vicdanı bu soruların cevabını arıyor.

O beş ana hükümlerden birisi din dedik.

Can ve mal güvenliği dedik.

Toplumsal aklın koruma altına alınması dedik.

Bir de gençlik, neslin korunması dedik.

Tüm bunlardan birisi sakat olduğu zaman, yani koruma altına alınmadığı takdirde, o ülke, o yönetimler, o iktidarlar, ne herhangi bir demokrasiden bahsedebilir, ne hukukun üstünlüğünden, ne anayasadan, ne de şuradan, buradan bahsedemez?

Ki hal-i âlem meydandadır.

Gerçekten toplumumuzun günlük hayat akışları içerisinde görünen yaşam şekli büyük bir derbederlik arz etmektedir..

Mal ve can güvenliği hak getire..

Bu güvensizlik en büyük tehlikeyi arz ediyor.

Son günlerde TBMM’nde 2022 yılının devlet bütçesi tartışması söz konusudur.

Her bakan kendi bütçesinin savunmasını yaparken, ana muhalefet partisi mensupları alay edercesine kahkaha atıyor.

Demek atabiliyor.

Demek bazı sakatlıklar var.

Eğer değilse, şu halde sen devletle oynuyor musun ey arkadaş?

TBMM gibi kutsal bir çatının altında bu devletin, bu milletin varlığıyla alay mı ediyorsun?” diye hakkında soruşturma açılması gerekmez mi?

Görünen odur ki sadece birbirleriyle galiz ve ağır küfürleşme ile zamanı geçiştiriyorlar ve bu kin, nefreti doğuran bu hal ne yazık ki, artık gizli tutulmuyor..

Meğerki temelde aynı anlayışın taşınmakta olduğu görünüyor.

Ekranlarda 83 milyon da olup biteni izliyor, görüyor ve ibretle seyrediyor.

Yukarıda dedik ki bu İslam coğrafyası üzerinde ecdadın bize bıraktığı ağır bir terekenin üzerinde yaşıyoruz.

Eğer bu mirasın hakkını vermiyorsak..

Eğer o ecdatların bize bıraktığı bu İslam coğrafyasında, miraslarına sadık kalarak, davalarına layık olabilecek bir evlat, bir nesil yetiştiremiyorsak..

Eğer ecdadın değil,  batı emperyalizminin köleliğini tercih edip onların yolundan gidiyorsak,  hiçbir şekilde payidar olamayız…

Çünkü mevcut olan ilahi kanunlara ters düştüğümüz için Allah tarafından terslenmiş oluyoruz.

Bakınız, Hac suresinin 40 ve Araf suresinin 128. ayet-i Celileleri bizim söylediklerimizi teyit ediyor ve güçlendiriyor.

Hac Suresi 40. Ayet;

Allah kendi (dini)ne yardım edenlere elbette yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah (her şeyi hükmü altında tutacak kadar) kuvvetlidir, her şeye galiptir.”

Araf Suresi 128. Ayet;

Musa kavmine: “Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Ve istikbal Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlarındır” dedi.”

Bu mutlu ve zengin coğrafyayı bize tereke olarak (miras olarak) bırakan ecdat, İslam coğrafyasının hür bir coğrafya olmasını bizden istiyor.

Yani emperyalizmin, Siyonizm’in, haçlı emperyalistlerin hegemonyası altında değil, müstakil, bağımsız, istikrarlı bir emanet olarak korumamızı istiyor o yüce Allah.

Şerefli emanet durumunda olan bu coğrafyanın, bu vatanın, bu ülke toprağının üzerinde emperyalizmin hıyanet plan ve projeleriyle değil, hür bir İslam devletinin, hür bir toplumun hür inançlarıyla yönetilmesi gerekir.

O olmadığı takdirde, şekli bir devlet yönetimi, şekli bir siyasi organizenin kamu vicdanında yeri yoktur ve kamu vicdanı ondan çok rahatsız olur.

Nitekim hal-i âlem meydandadır.

Anayasanın 10. Maddesinde belirtilen gerçeklerle bugünkü yaşanan hal tam manasıyla ters düşüyor.

Ekonomi ibresi nerdeyse sıfıra düşmek üzere…

Ahlaki çöküntüler ve aile çürümüşlükleri orta yerde.

Mutlak cehaletin her gün biraz daha palazlanarak, şişerek büyümesi, hele hele mevcut medyanın cahil cühela taifeleri devleti nasıl yanlış yönlendiriyorlar.

Allah korusun.

Başka diyeceğimiz bir şey yok.

Tek kelimeyle dünkü yazımızın başlığını bu defa sona alıyoruz.

“NE YAZIK Kİ!?”

Yani ne yazık ki bu hale düştük.

En derin saygı ve sevgilerimle