İŞ MAHKEMELERİ YARGIYI YIPRATIYOR?! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre yıllardan beri bu sohbet köşemizde, toplumun sosyal normlarına uygun bir hukuk sisteminin savunucusu olarak, yaşanan ve yaşatılanları ifade ediyoruz.

Hukukun üstünlüğünün temel felsefesi ve ana hedefi istikametli çizgide yürümesidir... Ve tabi ki, aynı rotada uygulanmasıdır...

Kavram kargaşası içerisinde olan uygulamalar, hiçbir zaman hukuk normlarını yansıtamaz...

Keyfiliğe, yanlılığa saptırılan bir hukuk uygulaması hiçbir zaman hukuk normlarını temsil edemez...

Ki hukuk literatüründe de yeri yoktur.

İş ve işlemler, hukukun semtinden bile geçemez..

***

Hal-i hazırda, birçok yönüyle yargının hukuk normlarına uygun yargılama şekline sahip olduğunu biliyoruz...

Mesleğini iyi bilen, iyi uygulayan yargıçların varlığı da tartışılmazdır...

Hukuk bilimini çok iyi bilen çok değerli hukukçuların ifadelerine göre sosyal bir hukuk devletinin varlığı tüm gerçekliğiyle hukuku iyi bilen, iyi uygulayan, ehliyetli hâkimlerin elinden geçmesi lazım.

Ki aynı meselelerde verilen kararların birbiriyle çelişmemesi kaydıyla, o hukuk, hukuk olabilir.

Yoksa rastgele “ben hukukçuyum, ben hukukun üstünlüğüne inanarak, adalet cübbesini giyiyorum, adaletin koltuğunda oturuyorum” demekle hiçbir zaman hukuk anlayışıyla bağdaşamaz.

Hele hele savunma erkini temsil eden şerefli Avukatlık mesleğine gölge düşüren, kişisel rantını hukukun üstünde tutan bazı rantiyeci, cepçi avukatlar var ki maazallah!...

Yargılama esnasında neleri ifade ettiklerini, neler yaptıklarını, nasıl dolambaçlı yollardan yargıyı yanıltma cihetine gidildiği, yalan söyleyen tanıklarla illaki haksızı haklı etme çabasıyla yanıltıcı dayatmaları var ki; akla ziyan!?..

Aynı avukatların hal ve gidişatına bakıldığında, adalet cübbesini giymeye hiç de layık olmadığı halde, anayasanın onlara vermiş olduğu hak (!) doğrultusunda cirit atıyorlar...

Hakka batılın libasını giydiriyorlar...

Batıla hakkın libasını giydirip kirli olayları ansızın berraklaştırıyorlar...

Birçok Baroda olduğu gibi, özellikle Diyarbakır Barosu’nda şaibeli, yıllar yılı HDP ve PKK politikasını savunmakla soruşturma geçiren nice avukatlar var.?

Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 3 Ekim'de düzenlenen operasyonla etkisiz hale getirilen, İçişleri Bakanlığı'nca terörden arananlar listesinde 'Kırmızı Kategori'de yer alan 10 milyon lira ödüllü 'Amara Doktor' kod adlı Müzeyyen Aydınlı ile irtibatı olduğu tespit edilen avukat Merve Nur Doğan, jandarmadaki sorgusunun ardından sevk edildiği adliyede tutuklanarak cezaevine gönderildi.

İşte bakınız, sevgili dostlar.

Böylesine kirli habaset içinde çalışan birilerine; hukuku temsil eden, adaleti simgeleyen cübbe giydiriliyor.

Hukuk fakültelerinde diploma veriliyor.

Daha bir hafta önce Diyarbakır Barosu’ndan S.K., S.D.K, C.T ve daha birçok isim DTK’ye yönelik gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alındı...

Hukuk cübbesini giyen böylesine şahsiyetlerin varlığı da ne yazık ki bu kirli emellerin peşinde olmakla beraber, yanıltıcı bilgi ve yalancı şahitlerle yargıçları yanıltmaya çalışıyorlar.

Aynı paralelde yaşayan sözde işçi pozisyonuna girip iş mahkemelerindeki iş davalarını kazanmak üzere envai türlü yalan dolan oyunlarla hak davaları tersyüz edip rahatlıkla iş mahkemelerinden karar alabiliyorlar.

Oysaki topladıkları delilleri sadece yalancı ve husumetli tanıklara dayandırarak, dosyasında olduğu halde resmiyet kazanan kanıtlayıcı resmi belgeleri görmezlikten gelen bazı yargıçlar da aynı oyun ve hileden kendilerini kurtaramıyorlar.

Zaman zaman davalı tarafın tanıkları dinlenmeden veya dinleniyorsa da üstünkörü dinlenip, dosyanın bilirkişiye gönderilmesi de ayrı bir garabet!?..

Daha sonra davalı taraf, yalancı şahitlerin yalanlarını ortaya koyduğu halde, o tanıklık o yargıçların yanında geçerli olmuyor.

Tüm bunlar dosyalar üzerindeki tespitlerimizdir.

Hele hele yargılama esnasında böylesine avukatların tanıklarını harfi harfine zapta geçiren bazı iş mahkemelerinin yargıçları, her nedense davalı tarafın avukatlarının şahitleri ya üstünkörü geçiştiriliyor veya da tanıklara “yalan söylüyorsun” diye bağırarak itham altına alınıyor.

Bunlar da tespitlerimizdir.

Böylesine PKK yanlısı görüntüsünden kendini koruyamayan avukatlara hukuk cübbelerini giydirmemek ve avukatlık diplomasının da derhal iptal edilmesine yönelik, Adalet Bakanlığı ve Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun harekete geçmesi gerekir.

Bize göre adalet ve hukuk normlarına uymayan bu iş kanunu ve iş mahkemelerinin ıslahı cihetine gidilmesi kamu vicdanının istek ve arzusudur.

Bu itibarla diyoruz ki hukuk devletinin en önemli niteliğinden biri de güvenilir olmasıdır.

Anayasamızın ikinci maddesi aynen şöyledir;

“Türkiye Cumhuriyetinin ilkeleri arasında hukuk ilkesine de yer verilmiştir.

Hukuk devleti, devletin bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir.

Bu tür devlette de hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır.

Devlet, görevlerini yerine getirirken hukuk devleti niteliğini yitirmemeli, hukukun uygar ülkelerinde kabul edilen temel ilkelerini sürekli göz önünde tutmalıdır, böyle bir düzende devlette güven ilkesi vazgeçilmez temel öğelerdendir.

Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. 

Yasaların anayasaya uygunluğu karinesi asıldır.

Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir.

Devletin yaptığı düzenlemelerle başkasına haksız bir edinim sağlaması ve kişilerin haksızlığa uğratılması kabul edilemez.”

Yani iş mahkemelerinde gerçek ve kanıtlayıcı resmi belgeler, yalancı tanıkların tanıklığıyla çürütülemez.

Ama ne yazık ki görünene bakılırsa, bazı yargıçların Yargıtay’ın görüşlerine rağmen, bu tür hukuksal gerçekleri göz ardı etmesi de açıktır ve ayrı bir garabettir.

* * *

Bu anlatmaya çalıştığımız ifadeler, avukatın üstünlüğü değil, hukukun üstünlüğünü ön plana alan devletin temel inancı ve düşüncesi olmalıdır.

Yoksa rastgele sağını solundan ayıramayan, sadece basmakalıp klişeleşmiş ifadeleri ezberleyip, sözde savunma tarafını temsil eden ideolojik avukatlar veya onlara uyan yargıçlar “hukuk devletini” temsil edemez ve savunamaz...

Bunları devlet gözetmeli, bakanlığın denetimden daima geçirilmelidir.

Bu söylediklerimizle rastgele kimseyi hedef almıyoruz...

Herhangi bir kimseye karşı kastımız, garezimiz de yoktur.

Kamuoyunu temsil eden bir medya grubu olarak her zaman bunları elbette ki yazıyoruz, çiziyoruz, kamuoyunu aydınlatıyoruz.

Ve Adalet Bakanlığı yetkili mensuplarını da uyarıyoruz.

İnsan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan adalete ve eşitliğe dayanan bir hukuk düzeninin tesisi şarttır..

Bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan, tüm çalışmalarında hukuk kurallarına ve anayasaya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olup, toplum yaşamında bireylerin haksızlığa uğratılmamasını ve mutluluğunu amaç edinen bir devleti biçimleyen hukuk devleti tanımı, devlete güven ilkesini de doğal olarak güçlendirir...

Bu düşünce ve inanç paralelinde diyoruz ki;

Mevcut iş kanununun yüzde 90’ı insan temel hak ve özgürlüğüne aykırıdır.

Her zaman söylediğimiz gibi CHP’nin ve geçmişe yönelik sözde devrimci sendika patronlarının ittifakıyla çıkarılan bu iş kanunu hukuk normlarına uymuyor.

Her şey nerdeyse tersyüz ediliyor.

Bu itibarla devlet “kaş yapayım” derken göz çıkarıyor.

Gerçek işçi değil, işçiliği istismar eden rantiyeci şebekenin tuzağına düşmek için devlet eliyle yem hazırlanıyor.

Deveye demişler; Boynun eğridir.

Deve de demiş ki; NEREM DOĞRU Kİ?

En derin saygı ve sevgilerimle.