Görüş Bildir

İŞ MAHKEMELERİNDE BİLİRKİŞİLİK FACİASI!? (II)

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere dünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız ifadenin altında yazı serimiz devam edecek demiştik.

Bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü, milli birlik ve beraberliğini sağlamak adına her gün devlet gücünü kullanıp kirli emellerle mücadele eden devletin kutsal kurumlarını, hiç bir kişi ve zümre, kendi kişisel rantlarına alet edip, kullanamaz...

Kimsenin haddi de değildir...

İster seçilmiş, ister atanmış, ister görevlendirilmiş kişi olsun; “devletin gücü” ancak ve ancak bu milletin, birliği, dirliği ve vatanın bölünmez bütünlüğü için, kullanılır..

Sulh, huzur, güven ve istikrar adına!...

Elbette ki, hiç kimse de bu minvalde, “boynundan” büyük işlere kalkışamaz!...

Özellikle de, “Hukuk ve Adaleti” temsil eden kurum ve makamlar!...

Yargı mercileri...

Kişisel çıkar aracı olarak müştereken, çetevari biçimde değişik illiyet bağlarını kurarak, devletin tevdi ettiği koltuğu, makamı, merciiyi, kirli anlayışlarına alet edemeyeceği gibi, kullanamaz ve de kirletemez...

İşte bu hakikatin rotasında iki günden beri yazımıza başlık olarak kullandığımız;

“İŞ MAHKEMELERİNDE BİLİRKİŞİLİK FACİASI” ifadesi rastgele bir ifade değildir.

Yazılı ve görsel medya, ifa ettiğimiz görev ilkeleri ve sorumluluğu noktasında; bunları bir çok kez dile getiriyoruz..

Yazıyoruz, çiziyoruz..

Yeri ve zamanı gelince de, fiili olarak ilgili mercilere de bildiriyoruz…

Olup biten gerçekleri kamuoyuyla paylaşıyoruz..

Ne diyoruz, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır?”..

Kırmızı çizgimizdir; “dilsiz şeytan” olmamak!...

Çünkü, kamuoyu adına, devletin ve milletin “istikrar ve güveni” için, yazıyoruz!?..

Kişisel bir hesap içerisinde değiliz..

Nitekim, bugüne kadar yazdığımız, söylediğimiz, özellikle bu minvalde gündem ettiğimiz hiçbir mevzu, “itiraz” görmemiştir..

Tekzip edilmiş de değil..

Onun için söylediklerimiz; gerçeklerin ta kendisidir...

Bakınız, dünkü SÖZ Gazetesi’nin sürmanşetinde yazılan ifadeler bugünkü yazdıklarımızın bir ölçüde, mukaddimesiydi.

Bakınız sevgili okurlar!

Her zaman burada sizinle paylaşmak istediğimiz konuların başını çeken, “devletimizin varlığına” dair mevzulardır..

Çünkü, bir devletin varlığı, onun “hukuk devleti” olma vasfına bağlıdır...

Anayasamızın dibacesinde yazılan dört maddenin sonuncu cümlesi de bunu ifade ediyor...

Devletin yegane parolası hukukun üstünlüğüne inanma halidir.”

Diyorum ki...

Bu güzel, kutsal, ter u taze mevhumları, anlayışları, kirli ruhlu, çıkarcı çetevari rant şebekelerinin kötüye kullanmaları çağdışı bir utançtır ve skandaldır..

Pek tabi ki, faciadır, rezalettir...

Ki, affedilmeyecek bir alçalıştır.

Başta da söylediğimiz gibi hiç kimsenin haddi hududu değildir ki; devletimizin bu kutsal imkanlarını kendi çıkarları uğruna kirli amaçla kullansın...

Kendi geleceğini temin etme düşüncesiyle, her türlü yasadışı, hukuk dışı, keyfi ve zorba bir düşünceyle hareket etsin, birilerine imkan tanısın, yol versin...

Yargının keskin pençesi tavizsiz bir şekilde, bu tinette olanların yüzüne inmelidir...

Makam, mevki ve kişi gözetmeden, “o kutsal” kurumun çöplüğüne atmalıdır...

Zira serbest kaldıkça, onlar daha fazlasıyla kirletmeye devam ederler..

Dünkü yazımızda da ifade ettiğimiz gibi; 1 Nisan 2013 günkü Diyarbakır Söz Gazetesi’nde çıkan haber ve daha sonrasında yazılan yazılar; çok şeyi deşifre etmektedir…

Dönemin 1 Nolu İş Mahkemesinin Hakimesi Emine Üçer/Uçar’ın oturduğu adalet koltuğunu filhakikat dolaylı yollarla kendi çıkar ve kişisel ranta çevirerek ailesinin Malatya’da diğer başka köydeki bir aileyle yapılan arazi ihtilafıyla oradaki mahkemenin hakimini hatıra mı, katıra binaen mi tabi onu bilemiyoruz etkileyerek yargılama dosyasını, arazi ihtilafıyla ilgili dosyanın bilirkişiye havale edilmiş olması ve o bilirkişinin de Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde çalışan eşi Mehmet Uçar ile iki kafadarı olan Nedim Meriç ve Nihat Taşdelen’i de bilirkişi heyeti olarak belirtmesi gerçekten çok düşündürücüdür.

Düşündürücü olduğu kadar çok vahimdir…

Daha doğrusu adalete ve hukuka yönelik büyük bir skandal halidir.

Biz dün bunları yazdık…

Bu yazdıklarımızdan dolayı Diyarbakır Söz tekzip edilmedi ama dava açıldı..

Nihat Taşdelen tarafından o dönemde dava açıldı..

 Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Esas No: 2013/542 , Karar no: 2014/1982 sayılı kararıyla mahkeme hakimi tarafından bu şikayet dosyası reddedildi..

Davacı Nihat Taşdelen tarafından bu karar temyiz edildi..

Dosya, Yargıtay 4’üncü hukuk dairesine gitti...

Anılan dairece dosya 2015/7743 esas sayılı numarayla karara bağlandı...

2016/6762 sayılı kararla temyiz itirazı reddedildi.

Yani, Diyarbakır Söz “haklı” görüldü, yapılan haber gerçek, Taşdelen’in “iddiaları, ortaya koyduğu gerekçelerin de” geçersiz, olduğunu böylece Yargı tescil etti.

Bu kararın kupürü, yanda görüldüğü gibi!..

Bunlarla beraber dahası da var…

Her nedense sözde öğretim üyesi olan bu üçlü ittifakın içinde hakime Emine Hanım’ın eşi Mehmet Uçar da vardı.

Ama 1 Nolu İş Mahkemesi’ne giden sayısızca dosyanın bilirkişilerinden birisi illa ki Nihat Taşdelen’di.

Nihat Taşdelen, Emine Hanım’ın kocası Mehmet Uçar ile Nedim Meriç üçlüsü her birinin branşı ayrı olduğu halde, özellikle Nihat Taşdelen’in iş hukuku uzmanı olmadığı halde, bilakis roma hukuku uzmanı olmasına rağmen, dosyalar buna gidiyordu.

Tabi Diyarbakır Söz Gazetesi’nin çalışmaları neticesinde bunlar ortaya çıkarıldı, birçok dosyaların avukatlarına bildirildi.

Avukatlar harekete geçtiler ve tüm çıplaklığıyla bu üçlü rant çetesinin yaptıkları rezaletleri ortaya çıkardılar...

Gel zaman git zaman kader tecellisi mi diyelim her neyse, bu kez Nihat Bey’in oğlu Baver Taşdelen acaba babasının mesleğini mi icra ediyor gibi soruların akla getirecek, bir çalışma stiliyle, arz-ı endam etti.

Bize gelen iddia ve bilgilere göre, vekili bulunduğu bazı önemli dosyaların bilirkişinin bilgilerine dahi hiç ihtiyaç olmadan mahkemece dosya tekamül görmeden...

Yani deliller tümüyle toplanmadığı halde bilirkişiye havale ediliyor...

Ve o bilirkişinin de hiç de olayın uzmanı olmadığı  halde, yani hesap bilirkişisi  olmamasına rağmen, yine Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden diplomasını alan bir avukat hanımın vermiş olduğu sözde bilirkişi raporu var..

Ki  rapor, adeta bir facia niteliğinde….

Buna, Hukuki bir maskara mı diyelim…

Veya dehşet saçan hukuksal skandal mı diyelim?..

Her nedense tüm bunlar bize göre rastgele olup biten olaylar değil, işin içinde çok büyük kişisel rant söz konusu.

Yani pis kokular geliyor..

Yapılan kirli ve gizli tezgahlar itibarıyla üçlü bir ittifak hareketiyle mi yapılıyor bu işler dememek elde değil?.. Veyahut da gizli bir terör örgütünün uzantısı mıdır, ideoloji uğruna mı yapılıyor.

Bu illiyet bağı nereden geliyor?

Davalıların lehine oluşan bilgi, belge ve deliller dosyaya konulmadan işin uzmanı olmayan bir avukat hanıma gönderilmesi ranta dayalı bir oluşum hali midir acaba?

Bu düşünceyle yola çıkılırsa Adalet Bakanlığı’nın yapacağı tek bir iş var, o da bu dosyaları mercek altına alarak müfettişlik hale getirmesidir...

Başta söylediğimiz gibi bu kutsal devleti, makam ve mevkiisini, gücünü hiç kimsenin kötüye kullanmaya hakkı olmadığı gibi; haddi ve hududu değildir.

Hiç kimse Adaleti simgeleyen cübbeyi kendi kirli emellerine alet ederek rant peşinde koşamaz...

Fazla uzatmayalım…

Her zaman bu köşede söylediğimiz gibi Adaleti simgeleyen, temsil eden yargı ve yargıçlar, avukatlık veya bilirkişilik mesleği adı altında çetevari çalışan üçlü ittifaklara meyil vermemelidir, inanmamalıdır ve alet olmamalıdırlar.

Mesleğimiz icabı amacımız iyiye iyi, kötüye de kötü demektir...

Ve hakikatlerin kamuoyu tarafından, bilinmesini sağlamaktır...

Tabi bunu icra ederken, kimseyle herhangi kişisel bir kinimiz veya kişiliğine yönelik hakaret gibi bir niyetimiz de yoktur...

Ki olamaz da…

Ancak kirliye kirli, güzele de güzel demek düşüncesiyle, yola çıkıp, mesleğimizin rotasında yürüyoruz..

Bu minvalde, yazı serimiz devam edecektir.

En derin sevgi ve saygılarımla…

Hayırlı Cumalar…

 


Bu Makale 3491 kere okunmuştur.