İSTANBUL SÖZLEŞMESİ EMPERYALİZMİN GERÇEK FİTNESİDİR!?

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre İstanbul Sözleşmesi, “Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ olarak, uygulamaya sokuldu...

Bir Avrupa sözleşmesi..

Ne yazık ki bu sözde diye ifade ettiğim sözleşme, A’dan Z’ye kadar bir bütünlük içerisinde, inanan bir toplumu kökünden söküp yok etmeye yönelik, kurgulu bir plandır...

Bu plan elbette ki yıllardan beri özellikle yakın tarihimiz boyunca Haçlı ve Siyonist emperyalistler, bu ülkede tüm sosyal hayatı kendi kontrollerine alıp, egemenlik kurma gayreti içerisinde olmuştur...

Türkiye’yi kendi tarihinden, kültüründen, inancından, kitabından, velhasıl tüm maddi ve manevi değerlerinden uzaklaştırma planlarını dönemsel olarak, hayata geçirme çabası içerisinde olmuşlardır...

Ki İstanbul sözleşmesi de bu planın bir parçası.. Doğrusu, bir sözleşme yok...

Kabulü de ne mümkün?..

Türkiye’ye yutturulmak istenilmiştir...

Tıpkı “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” adı altında Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması gibi...

Hadise masonik bir tezgâhtır..

Türkiye’ye yönelik tuzaktır ve mekirdir, hiledir.

Düşünün, sevgili dostlar.

İstanbul Sözleşmesi, Bakanlar Kurulu tarafından imzalanırken her nedense daha Bakanlar Kurulu’nun imzasına gelmeden evvel TBMM’nde muhalefetin hiçbir itirazı olmadan kemal-i memnuniyetle, büyük bir aşk ve iştiyakla hemen imzalara açılmış ve hiçbir fire vermeden herkes altına imza atmış...

Başta CHP, onun yavrusu durumundaki HDP ve diğer muhalefet partileri. 

Denir ya maşallah, nazar değmesin, evlere şenlik!

Bu nasıl bir ittifaktır ki, kimseden itiraz çıkmamış...

Muhalefetiyle, iktidarıyla beraber büyük bir kemal-i iştiyakla, İstanbul Sözleşmesi imza altına alınıyor..

Ve sözleşme, iki yıl sonra uygulamaya sokuldu..

Şunu net ifade edebilirim ki?

Bu “lanetli” sözleşme imzalandığı tarih itibariyle başta AB olmak üzere Türkiye’ye diş bileyen, düşmanlık besleyen tarihi devletler ve ülkeler adeta kına yakmışlardır..

Zil takıp oynamışlardır...

Sebeb-i mucibesi de açıktır?..

Türk kadınını bir fitne unsuru haline getirip Türk aile yapısının dibine dinamit koyup, parçalamaktır...

Aile bölünmüşlüğünü yaratmaktır..

Kadını erkeğe, erkeği kadına düşman etmektir..

Malum, bir toplumu, bir milleti ve devleti yıkmanız, ancak aile yapısını “tarumar etmenizle” mümkündür.

İşte, İstanbul Sözleşmesi de bunu domino taşı gibi hayata geçirme adına, dayatıldı..

Çünkü önce aile dağılacak, sonra toplum, ardından millet ve son halka olarak da devlet, ülke!?

Kısacası, nifak tohumu ve ahirzamanda kadınlardan oluşan bir fitne gerçeğiyle, Türkiye’yi yaşanmaz hale getireceklerdi?..

Bakınız, sevgili dostlar...

Sözde bu sözleşme yürürlüğe girer girmez, bu millet neler yaşamadı ki?...

Eşler arasında kavgalar, şiddet ve cinayetler alabildiğine arttı...

Allah’ın her günü, sokaklar aile şiddetiyle anılır oldu?..

İnsanlar, yürüyemez hale geldi..

Ulu orta yerde, kadın kocasını, koca eşini öldürüyor..

İntiharlar...

Aile faciaları..

Kadın, çocuk, erkek bir anda katlediliyor..

Korkunç bir vahşi yaşam ortamı yaratıldı..

Büyük bir yıkım...

Kaleme aldığımız her satır, bir kitap içeriği kadar geniş...

Yani, kıyıdan kenardan geçiyoruz...

10 yıl içerisinde tüm olup bitenleri bu köşeye sığdırmamız mümkün değil.

Bu fitne haline getirilen kadın ve aile mefhumunu ortadan kaldırma hilesini, bu millet fark etti, tepkisini koydu..

Toplum, düşünen, kalemini oynatan her kesim; “yıkıcı” sözleşmeden Türkiye’nin bir an önce çekilmesi ve fesih edilmesi gerektiğini dile getirdi..

Çünkü Avrupa Birliği’ne “aday” olarak yıllardan beri bekleyen Türkiye’nin başına örülmek istenen kirli çoraplardan bir halkanın da bu olduğu gerçeği görüldü...

“Yine bizi bizden ediyorlar” gerçeğinin farkına varıldı...

Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, gidişatın vahim ve hayli tehlikeli bir süreç aldığı gerçeğini görerek, el koydu..

Önceki gün gece yarısı bir kararnameyle “Sözleşmenin Fesh” edildiğini, dünya kamuoyuna iletti..

Tıpkı Cumhurbaşkanının Ayasofya’yı ibadete açma jesti gibi…

Atılan bu adımdan dolayı, gerçekten Cumhurbaşkanını tebrik ediyoruz, kutluyoruz, Allah razı olsun diyoruz, Allah uzun ömür versin temennisiyle dua ediyoruz.

Ülke ve millet olarak, minnettarız..

Denir ya; “zararın neresinden dönersen kârdır” düşüncesiyle atılan bu adımı, verilen kararı kamu vicdanı yerinde buluyor ve destekliyor.

Ve dua ediyor...

Allah’a yüz binlerce şükürler olsun ki böyle bir Cumhurbaşkanımız Türkiye’nin başında bulunuyor..

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Avrupa Birliği’ne üye olma iştihası, aşkı nerdeyse 70-80 yıldan beridir, diri tutulmaktadır..

Yani, ülke olarak emperyalistlerin kapısında bekletiliyoruz.

Çünkü bize samimi değiller..

Çünkü bizim inancımıza, kültürümüze, medeniyetimize dost değiller...

Şunu net ifade edebilirim ki...

Tanzimat Fermanını Fransa’da düzenleyen kimler ise bugünkü sözde “İstanbul Sözleşmesi” düzmecesini kaleme alıp, bize dayatanlar da aynı zihniyetin evlat ve torunlarıdır...

O girişimin uzantısıdır, aynı senaryonun devamıdır ve aynı kirlenmenin yapım şeklidir; İstanbul Sözleşmesi!.

Böyle görmek lazım...

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, iki günden beri Türkiye’nin bu sözleşmeden çekildiğine dair gerek yazılı ve gerek görsel medyanın bazı ipte oynayan cambazları nasıl da “vaveyla” koparıyorlar, nasıl da “ah-u figanları çekiyorlar..”

Öyle böyle değil..

Hele ki sözüm ona kendini bilim adamı olarak gösterenler...

Ya, yazarçizerler..

Profesör unvanıyla ahkâm kesenler...

Anlayacağınız diplomalı, ama halk deyimiyle zır cahil ve cühela güruhu bu şahsiyetler, olmadık şekilde salya akıtıyorlar..

Cumhurbaşkanına saldırıyorlar...

İslam’a, inanca, milli iradeye sahip çıkmak isteyen millete taş atıyorlar...

Hedef koydukları, İslam inancı, kültürü, yaşamı ve medeniyeti!...

Zehirli oklarını atıyorlar...

“Maskeleri” düşen düşene!...

Kimlerin yanında olduklarını, kimin dostu ve kimin düşmanı olduklarını kendileri, kendi elleriyle kendilerini ele veriyorlar..

Onun için inanan milletin yüzde 99’u bu fetbazların fitnesinden istiaze edip, “Euzü” besmele çekmeleri gerekiyor..

Pek tabi ki, Cumhurbaşkanının yanında yer almaları ve tüm ciddiyetiyle herkesin teşekkürlerini sunması gerektiğini düşünüyoruz.

Artık Türkiye ne 1839 ve 1840’lı yıllardadır, ne Tanzimat Fermanına inanıyor, ne de İttihat Terakkinin 31 Mart Hadisesine inanıyor ve ne de 1918 ile 1923’teki haçlılarla yapılan anlaşmalara inanıyor.

Ne diyoruz, Türkiye 2023 hedeflerine hazır ve nazırdır.

Bir karış kadar Cumhurbaşkanının yanından da maddeten ve manen ayrılmayan bir millet, sahadadır...

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Kadının iffet, namus, şeref, haysiyet ve izzetine, vakarına, anneliğine ve ev öğretmenliğine inanan bir toplum, hiçbir zaman kadını soyup, soydurup bir oyuncak ve “emtia” haline getirmeyi istemez, kabullenemez de.

Bu itibarla kadının her zaman iffet ve şeref ile yaşaması gerekirken ahirzaman fitnesi haline getirmek isteyen sahte kurtarıcıların, sahte evrenselcilerin, sahte çağdaşların, sahte kahramanların, sahte laikçilerin, sahte Atatürkçülerin hiçbir taraflarına inanmıyor bu millet.

Bu millet, kadını toplumda üstün seviyede görmek isterken ahirzaman fitne unsuru olarak görmeyi de kabul etmiyor.

Bakınız, Bediüzzaman Hazretleri “Lem’alar” isimli kitabında 24. Lem’anın son bölümünde şöyle diyor;

“Birden kalbime ihtar edilen bir mesele-i mühimme (mühim bir mesele) hatrıma geldi.

O mesele şudur:

Ahirzaman fitnesinde en dehşetli rol oynayan taife-i nisaiye (kadınlar) ve onların fitnesi olduğu, hadis-i şerif rivayetlerinden anlaşılıyor.

Evet, nasıl ki tarihte eski zamanda amazonlar namında gayet silahşor kadınlardan mürekkep (oluşan) bir taife-i askeriye harika harpler yaptıkları naklediliyor ise aynen öyle de bu zamanda zındıkanın dalaletinin İslamiyet’e karşı yaptığı muharebesinde (savaşında) nefs-i emarenin planlarıyla şeytanın kumandasına verilen fırkalardan (kadının değişik bölünmüşlüğünden) en dehşetlisi açık bacaklı kadınlarla yarım çıplak hanımlardır ki açık bacaklarıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana saldırıyorlar.

Gençliği tarumar ediyorlar.

Nikâh yolunu kapamağa ve fuhuşhanelerin yolunu genişletmeye çalışarak çokların nefislerini birden esir edip kalp ve ruhlarını büyük günahları işlemekle yaralıyorlar.

Belki o kalplerden bir kısmını da öldürüyorlar.

Yani kalplerin kapanıp küfre sapma yolunu açıyorlar.

Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak o bıçaklı bacaklar cehennemin birer odunları olup en evvel o bacakların yanacağını ve dünyada emniyet güvenilirliğini ve sadakatini kaybettiği için hilkaten (yaradılış itibariyle) çok istediği ve fıtraten muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamazlar.

Bulsalar dahi başlarına bela açarlar.”

Bu yazımız devam edecektir sevgili dostlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.