“RUHUNU YİTİRMİŞ BİR ÜLKE NASIL BAĞIMSIZ OLABİLİR Kİ”?! (III)

Evet, sevgili okurlar!

Bilindiği üzre her zaman bu köşede dile getirmiş olduğumuz mevzular, tümüyle tarihi gerçeklerdir ve gündemdeki güncelliğini koruyan, olaylarla ilgilidir...

Yani güncelliğini koruyan olayları irdeliyoruz, kamu vicdanıyla değerlendiriyoruz, tabi ki takdiri de siz okuyuculara bırakıyoruz...

Konuşan hakikattir ilkesiyle yola çıkıyoruz..

Abartı olmaz, keyfiyet hiç olmaz...

Kalemimizin yazdığı, dilimizin döndüğü, zihnimizin ifade ettiği rotada, hiçbir şekilde “kimsenin kişisel hayatını” hedef alma gibi bir düşünce içerisinde olmayız..

Kişileri rencide etmek..

Ya da “çamur at tutmazsa izi kalır” gibisinden hasımlık etmeyiz...

İster kişi olsun..

İster kamu kurumu olsun.

İster seçilmiş..

İster atanmış..

Veya başka bir kulvardaki kişi ile kurum olsun..

Hiçbir şekilde; “kin ve nefret” duygusu içerisinde olmayız..

İcraatı ne olursa olsun..

İyiye iyi, kötüye kötü deriz..

Çünkü, mesleğimizin gereği ve ana ilkeleridir..

Hep ifade ediyorum..

Kimliğini gizleyen, gerçek dışı tavırlar sergileyen, aldatıcı, kandırmacadan ibaret siyasetin hegemonyası altında, kendi kişiliğini gösteren her kim olursa olsun, “kalemimizin” hedefindedir..

Hak ve hakkaniyet içerisinde “o söylemlerini, o kişiliğini” gerçeklerin ışığında dile getiririz...

Ki gerçekleri yazmak zorundayız.

Bakınız kaç günden beri “Kürt Sorunu” deyip tutturan Anamuhalefet Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu hayali bir senaryoyu kendi partisine ve düşüncelerine malzeme yapıyor...

Sözüm ona Kürt halkını kendi tarafına çekip de;

“Ey Kürtler.. Bilin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti başka gözle size bakmaktadır. Sizi eziyor, kendi politikalarına malzeme ediyor...

Türklerden ayrı bir muameleyle karşı karşıyasınız...

İşte sizin bu hakkınızı biz koruyacağız..”

Gibi safsatalarla sahne almaya çalışıyor...

Burdaki hedef söndürülmüş veyahut söndürülmek üzere olan bir terör örgütünü yeniden alevlendirip bölge halkıyla, devleti karşı karşıya getirmenin gizli planıdır diye düşünüyoruz.

Hele hele şu HDP’li Ertuğrul Kürkçü’nün medyaya zaman zaman poz vererek “Kürt hakkını savunma kahramanlığını (!) göstermek” istemesi ayrı bir oyundur, ayrı bir tezgahtır.

Ama ben şahsen kişisel düşüncem Ertuğrul Kürkçü olsun, HDP olsun, CHP olsun, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu olsun bir nebze olsa hak vermek istiyorum.. (!)

Neden mi?

Bu soruya yanıt çok kolay…

Zira bunları böyle palazlandıran daima seslerini gür hale getiren ve toplumun içinde söz sahibi eden mevcut bir sistem var...

Bu sistem “Laik, Demokratik Cumhuriyet” adını taşıyor.

Yani madem ki laikse yüce İslam dinine inanmamak demektir.

Ertuğrul Kürkçü de ona inanmıyor..

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da inanmıyor...

HDP’nin yüzde doksanı da inanmıyor..

İnanmadıklarıyla beraber, hele hele mevcut Türkiye’mizdeki milli birlik ve beraberliğimizi koruyan, vatanın bölünmez bütünlüğü için mücadele veren, şeklen de olsa dini inançlarına karışmayan mevcut sistemin bunları koruma altına alması...

Yıllardan beri milletin vergileriyle oluşan bütçe ve bu bütçeden böylesine insanlara parlamenter sistemi gereği olarak maaş bağlanması...

Onlara, meşruiyet veren, anayasa teminatı altına alan gelen giden iktidarların yanlışlarıdır ve hatalarıdır...

Daha doğrusu oyunlarıdır diyoruz.

Zira...

Dünya hukuk literatürüne göre, mevcut çağdaş dünya sistemlerinin varlığına göre Türkiye’deki sistem ve sistemin uygulayıcılarına kadar yaptıklarıyla, düşündüklerinin birbiriyle çelişiyor olmasını, Hindistan’daki Sağır Sultan dahi biliyor.

Milletle, memleketle, milletin inancıyla, milletin birlikteliğiyle, vatanın bölünmez bütünlüğüyle zımnen de hükmen de olsa oynanıyor..

Eğer böyle değilse, bakınız Ertuğrul Kürkçü bir zamanlar çöl teröristiydi ve terör oluşturandı...

Üç dönem milletvekilliği yaptı..

 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin göbeğinde meşruiyet kazandı..

Bir dönem İzmir, İki dönem Mersin Milletvekilliği..

Şimdi de, HDP’nin onursal Genel başkanı..

Fi tarihinde bu insan devletin güvenlik güçlerine silah doğrultuyordu…

Hatta ay gün ve saatini verelim size.

Şöyle ki

“12 Mart 1971 muhtırasından sonra yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını engellemek için 27 Mart 1972'de Ünye'deki NATO üssündeki yabancı görevlilerini kaçıran Türkiye Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi'nden Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Ertan Sarıhan, Ahmet Atasoy ve THKO'dan Cihan Alpteki Kızıldere'ye gitti.

Burada, THKP-C'li Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve THKO'dan Ömer Ayna ile buluştular.

Grup köyün muhtarının evinde mevziilendi. Mahir Çayan teslim olmaları yönündeki çağrıya "Sıradan askerleri çekin üst düzeyler gelsin", "Biz bu yola dönmek için değil ölmek için girdik" şeklinde cevap verdi.

Ardından başlayan silah atışları sonucu Çayan, evin çatısında vuruldu ve yaşamını yitirdi.

Helikopter destekli operasyonda, evin içindekiler şiddetli silah atışlarına maruz kaldı.

Bunun ardından evden dışarıya silah atışının sonlanması üzerine eve giren kolluk kuvvetleri, can çekişmekte olan Saffet Alp'i öldürdüler.

Geriye kalanlar savunma mevziine geçerek kapının arkasına yerleştiler.

Kolluk kuvvetleri içerideki herkesi katlederek "operasyonu" tamamladı. İsmi geçen devrimcilerden yalnızca Ertuğrul Kürkçü katliamdan sağ olarak kurtuldu.”

Bakınız oyuna sevgili okurlar!

Yaşanmış bu tarihi vakaya acaba sistem, iktidar, parlamento, kamuoyu, ne gibi bir cevap verebilir.

Dünün teröristine bugün meşruiyet verilmiştir..

 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşınmıştır..

Anayasa’nın 81’inci maddesine göre sözde yemin etmiştir, and içmiştir.

Peki sormazlar mı, Abdullah Öcalan’dan ne farkı var.

Bugün Abdullah Öcalan’ın saflarındadır.

Gerçekten kamuoyu vicdanı bunu kurcalıyor ve merak ediyor.

Hakikaten bu Ertuğrul Kürkçü, Kürt müdür, Kürt halkını mı savunuyor, yoksa sadece ortalığı bulandırıp halkla devleti karşı karşıya getirmek için dış mihraklar tarafından ortaya atılan bir ajan mıdır?

İşte biz bu tarihi gerçekleri kamuoyuyla paylaşmak isterken, her nedense sosyal medya, yazılı medya ve görsel medya bu tarihi vakaları hiç kaleme almıyor, dile getirmiyorlar.

Hele hele Büyük Millet Meclisi’nin araştırma komisyonları zaten dut yutmuş bülbüle benziyor.

Bizim burada kamuoyu adına araştırdıklarımıza göre kamuoyu soruyor, Eyy Ertuğrul Kürkçü, eyy Kılıçdaroğlu sizin taşıdığınız misyon, milli ve yerli bir misyon mudur?

Kamuoyu vicdanına göre kesinlikle değil deniliyor.

Eyy Kılıçdaroğlu sen nerde Kürt sorunu nerde” diye sormazlar mı?

Bizim kamuoyu araştırmalarımıza göre Kürt Sorunu diye bir şey yok, sadece bir oyun oynanıyor.

En büyük Kürt Sorunu, yakın tarihimiz boyunca Kürtleri, Kürt ailelerini, Kürt gençlerini dinden uzaklaştırma sorunu var.

Cumhuriyetten sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt dili adına değil, Kürtlerin ne kadar inançlı bir millet olduğunu, ne kadar misafirperver bir millet olduğunu, ne kadar dinine ve cami cemaatine bağlı bir millet olduğuna yerle gök şahittir.

Sistemin getirdiği zorbalıklar sonucunda Kürt milletini elli altmış yıl boyunca, inancından, dininden, Kur’an’ından dolayı sorgulamışlardır..

Kürtlerin büyük ulema ve meşayih kesimleri idam edilmişlerdir.. Camiler kapatılmıştır, medreseler kapatılmıştır ve bugüne dek mevcut olan bir Kürt halkının mevcut sistemin mezalimine yenik düşmüş olduğu açık ve nettir.

Siz gerçekten yalan söylemiyorsanız, insanları kandırmıyorsanız, devleti de halkıyla karşı karşıya getirme oyunları içinde değilseniz buna inanmanız lazım ki bugün Kürt sorunu diye bir şey yok…

Kürdün İslamla ilgili sorunları vardır, dinleriyle ilgili sorunları vardır, imanlarıyla Kur’anlarıyla ilgili sorunları vardır.

Zira Kürt gençliği, Türk gençliğiyle beraber iç içe yaşamakta olup yekvücut olarak ülkenin bütünlüğü düşünülürse en büyük sorun Kemalizm sorunudur, sekülarizm sorunudur, inançsızlık sorunudur...

Her gün bu milletin vergileriyle oluşan bütçelerle nice hainler beslenmektedir.

İşte en büyük sorun budur..

Gelen giden iktidarlar da bu soruna maalesef ne sahip çıkabildiler, ne de cevap verebiliyorlar..

Fazla uzatmamak kaydıyla size Türklerle Kürtlerin hayat boyu ne kadar beraber olduğunu tarihi gerçeklerle kanıtlamak istiyoruz.

Bakınız Kürtlerin ve Türklerin Selçuklu döneminde İmadüddini Zengi ile oğlu Mahmud Nureddin Zengi’nin Selçuklu Devleti’ni kurarlarken kürt milletinden oluşan Eyyubi devletinin başkumandanı Selahaddini Eyyubi ile işbirliği yaparak İslam Cihadını birlikte yapmışlardır ve hem haçlılarla hem de Siyonistlerle mücadele etmişlerdir.

İlahi kelimetullah uğruna el ele vererek islamiyeti yeryüzüne yayabilmişler ve tek hedefleri de Hz. Muhammed (S.A.V.)’e ümmet olabilme haliydi.

Bugün Türkler de, Kürtler de mevcut sistemin oyunlarıyla, haçlıların tezgahlarıyla birbirlerinden uzaklaştırılma fırsatını yakalayarak ne yazık ki nice hainleri Büyük Millet Meclisi’ne taşımışlar, onlara meşruiyet vermişler ve demokrasi adı altında konuşma hürriyetini kazandırmışlardır.

Tek kelimeyle şunu diyorum, kendi siyasi geleceğini kurtarmak adına milletini kandırarak yalan söyleyenleri Allah kahretsin…

En derin sevgi ve saygılarımla…