Görüş Bildir

KONUK YAZAR

Av. Murat Baran Usal
Av. Murat Baran Usal

ACI ÇEKEN TOPLUMUN İKİ YÜZLÜ İSTİSMARCILARINA DUR DE..!

Bir sorun var ortada... Evet, kimine göre Kürt sorunu... Kimine göre ise Terör sorunu...

            Adını ne koyarsanız koyun bir sorun var ve bu sorun özellikle Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son 40 yılına damgasını vuran, bir pranga misali Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yapmak istediği atılımların önünde en büyük engel olarak karşımıza çıkan bir sorun...

            On binlerce canın yitip gittiği, neredeyse ateşinin düşmediği mahalle sokak bırakmamış bir sorun...

            Çözülmesi elzem bir sorun...

            Çözülmesi maksadı ile defalarca inisiyatif alınan, son olarak Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından; "Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin" denilmek sureti ile çözümünün önemi ortaya konulan ve yine çözümü maksadı ile büyük emek sarf edilen, bana göre büyük tavizler verilen bir sorun...

            Kısacası çözülmesi hususunda ki gereklilik, çok büyük bir çoğunluk tarafından kabul edilen ancak çözülmesinin aynı zamanda belli bir küçük kesimin hesabına gelmediği bir sorun.

            Bu yazımda bu küçük kesimden bahsetmek istiyorum.

           

            Kimdir bu küçük ancak etkili kesim..?

            Kör olası dış güçler, silah tüccarları vesaire gibi safsatalara girmeyeceğim. Jeopolitik ve stratejik gerekçeler ile yüzyıllardır bu coğrafyanın karışması yönünde ki talebe ilişkin irade dünde vardı, bugün de var ve yarında olacak...

            Bu talebe ilişkin arzın neden ve nasıl ortaya çıktığı konusuna da girmek istemiyorum, zira bu yazımı okuma ilgisini göstermiş herkesin sürece ilişkin neden ve nasıl soruları hakkında yeterli bilgi ve tecrübe sahibi olduğu kanaatindeyim. Ancak arza ilişkin süreci yöneten ve yukarıda küçük bir kesim olarak işaret ettiğim o iradeden bahsetmek isterim...

            Kimdir bu küçük kesim..?

            Yukarıda da işaret ettiğim büyük acılar yaşanmasına sebep olan, ülkenin hemen her alanda ki atılımlarının önünde engel teşkil eden bu kesim, yaşanan acılardan beslenir...

            Yaşanan çatışma ortamından, yitip giden on binlerce candan, şehirlerde patlatılan bombalardan, zarar gören ve psikolojisi bozulan masum sivil halktan beslenir...

           

            Ancak acıdan ve kandan beslenen bu karanlık zihniyet, hiç bir surette sorumluluk duymaz, merhamet göstermez. Onun açısından yaşanan acıların, yitip giden canların ve hatta ipotek konulan geleceğin hiç bir önemi yoktur. Üzümü de yer, bağcıyı da döver. Varsa yoksa kendi düzenini devam ettirmektir amacı, çok iyi oyuncudur. Rolünü de çok iyi oynar ve tabi ki başarılı da olur.

            Şekilden şekile girer. Gözyaşı bile döker...

            Kimi zaman alır sazı eline çıkar televizyon ekranlarına insanları coşturur...

            Kimi zaman bükük bir boyun, yaşlı gözler bir çatışmanın veya patlamanın enkazından çıkarılanları teselli etmek ile meşguldür... Sanki tüm bunlara sebebiyet veren kendisi değilmiş gibi...

            Kimi zaman ise ele geçirmiş olduğu sivil toplum kuruluşları eli ile kendini meşrulaştırma çabaları içerisine girer. Sırf kırıntıları süpürebilmek adına bazıları da kurgulanan bu filme figüran olur.

            20.11.2020 sabahı "Flaş Operasyon" başlığı ile uyandık. Diyarbakır Barosu'na bağlı 24 avukat, işaret etmiş olduğum karanlık zihniyetin siyasi uzantıları ile bağlantıları olduğu gerekçesi ile bir soruşturma kapsamında gözaltına alındılar. İddiaların doğruluğu veya yanlışlığı yapılan soruşturma neticesinde ortaya çıkacak.

            Ardından hemen 1 ay kadar öncesine gidelim.  Yine Diyarbakır Barosu'na bağlı bir avukat, Merve Nur Doğan, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 3 Ekim'de düzenlenen operasyonda etkisiz hale getirilen Dr. Amara' kod adlı PKK'lı terörist Müzeyyen Aydınlı'nın üzerinden çıkan bir hafıza kartında, adı geçen avukata ait, Pkk terör örgütü kıyafetleri ve silahı ile fotoğrafları ortaya çıkıyor. Adı geçen avukat Merve Nur Doğan, Diyarbakır Barosu faaliyetlerinde aktif rol alan, bir çok araştırma komisyonu ve raporda imzası olan, hatta yöneticilik yapan biri...

            Bu ve benzeri örnekleri Diyarbakır Barosu üzerinden çoğaltabilmenin üzüntüsü içerisinde olan bir avukat olarak, kurumsal öz eleştirinin yapılmasını ve gerçekliğin tüm çıplaklığı ile ortaya konulmasını bir vazife olarak addediyorum.

            Bugün gelinen noktada Diyarbakır Barosu, yönetimleri marifetiyle ne yazık ki karanlık bir zihniyetin yörüngesine oturmuş durumdadır. Bu gerçeklik İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman SOYLU tarafından da katıldığı bir televizyon programında "Diyarbakır Barosu teröre müzahir bir barodur." şeklinde ifade edilmek sureti ile dile getirilmiştir.

            Peki en açık ifadesi ile "Takke düştü kel göründü." olarak izah edebileceğimiz bu noktaya nasıl geldik..?  Eskiden bu işler söylentiler ve istihbarat üzerinden yürürdü. Çoğu kimse de itibar etmez idi. Çamur at izi kalsın diye eleştirilir geçilirdi. Ancak bugün gelinen noktada Diyarbakır Barosu yönetimlerinin göstermiş olduğu cürret ve netice olarak devletin en üst kademeleri tarafından dile getirilen tespitler, söylenti olmanın ve basit bir hadi oradancılık ile geçiştirilebilmenin ötesindedir.

            Tüm bunlardan daha endişe verici olanı ise Diyarbakır Barosuna bağlı yüzlerce avukatın, yönetimlerinin hoyratça istismar ettiği bu önemli sivil toplum kuruluşunun zedelenen itibarına karşı sessiz kalmasıdır. Bu durumu "KORKU" ile izah etmek yeterli bir yöntemmidir..? Ya da Diyarbakır Barosu yönetimlerinin yaptıklarını hukukun üstünlüğü ve insan hakları ile açıklayabilirmiyiz..?

            Asla...

            Zira öyle olsa idi Diyarbakır Barosu yönetimleri nezdinde acının düştüğü ocağın bir önemi olmazdı. Her türlüsüne sahip çıkardı.

            Öldürülen bir teröristin propagandasını en üst perdeden yaptığı gibi gencecik yaşında ebediyete intikal eden bir şehidin taziyesine katılır, acılı insanlara destek olurdu.

            "Pkk terör örgütü değildir, halk hareketidir." "Barış hemen şimdi" gibi inandırıcılığını kaybetmiş popülist sloganlara sığınmak yerine "Diyarbakır Anneleri" gibi gerçek halk hareketlerine destek verirdi.

            Siha'ların bombaladığı teröristlere sahip çıktığı gibi terör örgütü Pkk tarafından öldürülen işçilere, masum sivillere de karşı çıkardı.

            Ya da detaylandırmayalım, KISACA ÖRGÜT İLE ARASINA MESAFE KOYARDI...

            Tabi bu durum, kendilerini cesur insan hakları savunucusu ilan edenlerin korkaklıkları ve menfaatleri gereği mümkün değildir. Kck tensibi olmaksızın başkanı olmaya cürret dahi edilemeyecek bir terör yapılanmasına daha aday olunan ilk andan itibaren iradesini teslim etmiş kimselerden cesurca hareketleri ancak kendisini o göreve getirenlerin düşmanlarına karşı bekleyebiliriz. Nitekim de öyle olmaktadır.

            Ancak bu durum Diyarbakır Barosu'nun saygı değer mensuplarının kaderi değildir. Hak ettiği bir durum ise hiç değildir.

           

            Daha önce de müteaddit defalar dile getirdiğim üzere, saygıdeğer Diyarbakır Barosu mensuplarının bu karanlık zihniyetin işgaline kollektif bir ruh ile dur demesi gerekmektedir. Zira tek amaçları terör destekli siyasi menfaatleri uğruna bu değerli sivil toplum kuruluşunu istismar etmek olan bu karanlık zihniyetin piyonları, şahsi olarak ise gizliden gizliye zenginleşme gayreti içerisindedirler. Kendi çocukları için Robert Koleji ve Yurtdışı eğitimleri uygun gören bu karanlık zihniyetin piyonları, etkisi altına almak istedikleri halkın çocuklarına ise dağlarda acı ve ölümden başka bir gelecek ve seçenek sunmamaktadırlar...

            Hemen her biri açısından, çifte vatandaşlık, ikamet izni vs. gibi B planlarının bulunduğu, hatta ve hatta C planları bile olan bu karanlık zihniyetin piyonlarının iki yüzlülüğünü herkesin, özellikle Diyarbakır Barosu mensuplarının görmesi gerekmektedir. Zira bu karanlık zihniyete karşı durulmadığı sürece, tıpkı Tahir Elçi olayında olduğu gibi, zamanı geldiğinde bu karanlık zihniyet, hiçkimseyi harcamaktan çekinmeyecektir.

            İşaret etmiş olduğum karanlık zihniyet, bukalemun gibi kamufle olması ve ahtapot gibi kollarını Diyarbakır Barosu gibi bölgenin en önemli sivil toplum kuruluşlarına kadar hemen her yere uzatabilmesi sebebi ile ne yazık ki bölge halkının kanseri konumuna gelmiştir. Toplumsal hayatın içerisinden bu kanserin kesilip atılması gerekmektedir. Ancak doktor olarak devletin çabası kadar hastanın hayata tutunması da son derece önemlidir.

            Bu karanlık zihniyetin ve onun piyonlarının anlamadığı veya anlamak istemediği bir diğer gerçek ise, bu karanlık zihniyetin hedeflemekte olduğu ve gerçekleşmesi uğruna sürekli canlar yaktığı, insanları öldürdüğü ve çözüm adı altında sunduğu bölücülüğün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onu oluşturan dinamikler açısından KABUL EDİLEBİLİR BİR TARAFININ OLMAMASIDIR. Bu gerçek kabul edilmediği sürece ,  Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendisini koruma irade, azim ve refleksinin "ÇÖZÜMSÜZLÜK" adı altında bölge halkına lanse edilmesi, karşılığını yitirmiş bir örgüt propagandası olmaktan ileri gitmeyecektir.

            Diyarbakır anneleri gibi gerçek halk hareketlerinin desteklenmesi ve aynı çözüm iradesi ile bu karanlık zihniyete karşı mücadelenin, başta Diyarbakır Barosu olmak üzere toplumsal hayatın her kademesine yayılması, kayıp bir nesil olarak belki bizim değil ancak gelecek nesillerin kurtuluşunun, refahının, gerçekleştirebileceği atılımların en büyük itici gücü olacaktır. Geçmişte olduğu gibi bugünde gerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gerekse başında ki Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN'ın başlatılacak bu toplumsal mücadeleye her türlü desteği sağlayacağına ilişkin sonsuz bir itimadım vardır.

            Selam olsun Diyarbakır annelerine...

            Saygılarımla...


Bu Makale 1995 kere okunmuştur.

Yorumlar