ADALET VE HUKUKUN, MAZİSİ!

Hukuk, Adalet ve Eşitlik! Beri yanda; Devlet-i Âliye’nin "yönetim" anlayışı! Bu kavramlar ve yönetimlerin ortaya koyduğu siyasi fikriyat zamanın ve yaşamın her alanında, mevzu olduğu gibi, sürekli siyasi mülahazalara malzeme olmuştur!…

Toplumlar ve toplumları yöneten otoritelerin her daim; "muzdaripliğini" gösterdiği, milletlerin de tepkisel tavır ortaya koyduğu kavramlar olmuştur… Ki mevcut çağda, daha bir fırtınalı şekilde, yaşıyor ve konuşuyoruz!

***

İşte hali vaziyetimiz! Daha kısa süre önce, çıkan "infaz yasası?"… Kim kimi, hangi hukuk ve adalet anlayışına dayanarak, "af edebiliyor, cezasını" indirebiliyor..

Diğer yandan da, cezalardaki ayırımı kim hangi siyasi yönde, değerlendiriliyor?

Ki bugün; bir kesim benimsiyor, bir kesim benimsemiyor?

Neyse; konumuz infaz yasası değil…

Konumuz, adalet, hukuk ve diğer yandan devlet yönetimindeki anlayışın; maziden gelen acı ve tebessüm dolu, hikâyeleriyle sizleri bugün meşgul etmek!

***

Malum, bugün Diyarbakır’ımız dahil, 30 Büyükşehir.. Ki Zonguldak da dahildir.. 31 İl'de "48 saatlik bir sokağa çıkma yasağı" var..

Yani; "Evde Kal Türkiye’m" diyoruz..

Bugün ve yarın için; "olağanüstü bir mazeret yoksa lütfen ama lütfen evde kalın!

Bence, diğer illerimizde de, mecbur olunmadıkça "sokağa çıkılmamalı…

***

Nitekim, kovid-19'la alakalı, uzmanlar uyarıyor.. "Bulaşma katsayısı" çok yüksek.. Zaten önemli olan, salgını "frenleyebilmek?"…

Onun için de, alınan önlemlerin verilerdeki sonuca etkisi, hayli yüksek!..

Evde Kal Türkiye.. Evde kal Diyarbakır…

Çünkü bu tıynetteki virüs; "sosyal hareketliliği" yayılma adına "fırsat" olarak görüyor..

Ona bu fırsatı vermeyelim…

***

Şimdi gelelim; mazide kalan ama acısıyla, tatlısıyla, fikriyatıyla her daim mülahaza ettiğimiz, kimine fıkra, kimine hikaye diyebileceğimiz; hukuk, adalet ve yönetim! Hiç kuşkusuz ki, "ahir zaman" için, vazgeçilmemiz olan; "İlahi Adalette "önemli.. Mahkeme-i Kübra… Ki, Hazret-i Ali (r.a) 'Devletin dini adalettir." 

Fıkralarımıza gelelim!

 ***

KARA KAPLI DEFTER

Malum, Nasreddin Hoca’nın kadılığı da vardı. Yani vazifeli olduğu beldede insanların hukukî davalarına şeriat ölçüleri dairesinde bakıp, hâkimlik yaparmış…

Günün birinde, Nasreddin Hoca’nın makamına telâşla bir şahıs gelir.

Huzurunda, yaşadıklarını anlatır..

Tarlasına giren ineğin mahsulüne zarar verdiğini, ineğin sahibinden davacı olduğunu söyler…

***

Hoca adamı dinler ve ilk hükmünü verir. İnek sahibinin derhal cezalandırılması gerektiğini söyler..

Ama, o esnada hocanın yanındakilerden biri ineğin kendisine ait olduğunu söyler.. Yani "şikayetçi kişinin tarlasına giren ineğin" Nasreddin Hoca’ya ait olduğunu fısıldar…

***

Hoca bunu duyunca, duraksak.. Oturduğu yerden cübbesini şöyle bir savurur ve “Gelsin o zaman kara kaplı kitap” der. Alır kitabı eline. Hemen karar verebilecekken davayı uzatır da uzatır…

***

Anlayacağımız yargının siyasallaşması, son sözü söyleme makamında olanların kararlarını adaletin yerini bulması için değil de belli ideoloji ve menfaatler için vermesi belki de insanlık tarihi kadar eski bir meseledir.

***

Kısacası, âlim değil, ama arif olan insanımız Nasreddin Hoca’nın şahsında yargının adaletsiz karar verebileceği gerçeğini böyle mizahlaştırmıştır işte… Ne hazin ki, acı bir tebessüm!?. Kimi zaman gülmek yapılan haksızlıklara karşı en etkili tesellilerden biri olsa gerek!

***

HANGİ BORÇ?

Temel, yalancı şahitlik yapmak için kendine büro açar. 

İlk müşterisi gelir ve Temel’e: ” İyi günler bana bir borç davası için yalancı şahit lazım” der. 

Bunu duyan Temel: ” Ne zaman verecek bu üçkâğıtçı adam borcunu” der. 

Adam Temel’e “Biz alacaklı değil borçlu tarafız” deyince Temel bu kez: 

“Ulan kaç kere ödeyeceğiz biz bu borcu!”

***

KURT'UN ADALETİ

Zamanın birinde uzak bir ormanda bir aslan, bir kurt ve bir tilki arkadaş olmuşlar. Birlikte eğlenip birlikte avlanırlarmış. Bir gün yine ormanda avlanırken bir yaban öküzü bulmuşlar.

Getirip bir ağaca bağlamışlar. Sonra da bir koyun ve bir tavşan avlayıp onları da yaban öküzünün yanına getirmişler.

Akşam olmuş, yemek vakti gelmiş.

***

Aslan kurda demiş ki;

- Haydi, sen bize avladıklarımızı adaletli bir şekilde paylaştır.

 Kurt da aslana;

- Yaban öküzü senin olsun, koyunu ben yiyeyim.

Tavşanı da tilkiye verelim, demiş.

Aslan sinirlenmiş;

“Bu nasıl adalet” diyerek bir pençe atmış kurda, kurt ölmüş.

***

Aslan tilkiye dönerek;

- Haydi, avladıklarımızı bir de sen paylaştır, demiş.

Tilki de demiş ki;

- Şu tavşan kahvaltın olsun, koyun öğle yemeğin, yaban öküzü de akşam yemeğin olsun.

Aslan şaşırarak;

- Sen bu adaleti nereden öğrendin diye sormuş.

Tilki;

- Şu, yerde yatan kurttan öğrendim, demiş.

***

HÜKÜMDARIN İLÂCI

Zamanın birinde ülkenin hükümdarı tedavisi bulunamayan dertlere düşer. Hekimlerden bir tanesi eşkâlini verdiği çocuğun kanını içtiğinde iyileşeceğini söyler hükümdara.

Hükümdar derhal aratır, buldurur çocuğu.

Hâkim çocuğa başına gelecekleri anlatıp kararı ilettiğinde çocukcağız gülmeye başlar.

Sorarlar neden güldüğünü.

“Benim hakkımı koruması gereken hükümdar kanımı içmeye karar vermiş.

Beni koruması gereken babam da bu karara rıza göstermiş.

Hakkımı müdafaa etmesi gereken hâkim gelmiş bu kararı bana iletiyor.

Ben gülmeyim de ne yapayım…*

***

PENCERELERDEN SEYRETMEK

Elinden gelen bütün gayreti sebepler dairesinde gösterdikten sonra neticeyi Rabbimize havale etmek yani tevekkül etmek, kadere rıza göstermek, kederden emin olmanın en güvenli yoludur.

İbrahim Hakkı Hazretleri der ki;

“Hak şerleri hayreyler. Zannetme ki gayretler.

Mevlâ görelim neyler? Neylerse güzel eyler”

“Pencerelerden seyredip, içlerine girmeyerek” ye’se, ümitsizliğe düşmeden gayretli çalışmalara devam etmek gerekmez mi, hayatın kulvarında!

***

YAKILAN MUM…

Hazreti Ömer (r.a.).

Halife.

Bir gece; makamında ashaptan biri ziyaretine gelir.

Selam verir.

Ama selamı alınmamıştır.

Oturur.

Hz. Ömer işiyle meşgul…

Sahabe bekler.

Hz. Ömer çalışır.

Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.

İş biter.

Hz. Ömer mumu söndürür.

Bir başka mumu yakar.

O anda selamını alır.

Konuşmaya başlar.

Sahabe sorar:

- Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın..

Ondan sonra benle konuşmaya başladın?

***

Hazreti Ömer (r.a.):

– Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı.

O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah katında sorumlu olurdum.

Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım…

Ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım.

Sahabenin gözleri yaşarır…

Ellerini kaldırarak şöyle dua eder:

– Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!

***

GÜNÜN SÖZÜ

Beşeriyetin hak, hukuk ve adaletinden çok, iyi ki Mahkeme-i Kübra yani ahiretteki o büyük mahkeme var!