HAYATI BİR SORGULASAK MI?..

Evet ya!.. Güzel olmaz mı?.. Ki, gerilimli bir haftayı geride bıraktık.. Bu sürede, çok konuştuk, çok şeyler yazıp çizdik… Gündeme dair, "azıcık" bir soluklansak mı?..

***

Malum, bugün de hafta sonu.. Uzun uzadıya, yaşanan ve yaşatılan siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal hayata dair mevzuları, yazmazsak!.. Ki içimden de gelmiyor…


***

Şöyle bir "hayatı sorgulama" babında, ders-i ibret ihtiva edici bir kaç hikayeyle, kendimizi ve yaşamı duygu seli içerisinde, sorgulasak mı?..

***

Bence iyi olur.. Öyle ise, günlük yaşamımızı "A'dan Z'ye" sorgulayan ve özeleştiri hanesine sokan, "öküzün suçu ne?" hikayesiyle, başlayalım!...

***

ÖKÜZÜN SUÇU NE

Bir zamanlar, ülkenin birinde arpa, mısır, saman alışverişi yapan zengin bir tüccar varmış. Tutumlu bir kişiymiş.

***

Karısı, bir gün demiş ki,

– Çocuğun ayakkabısı eskidi. Yeni ayakkabı almak gerek…

Adam, karısına kızmış:

– Bu nasıl iştir? Annem bana iki üç yılda bir ayakkabı alırdı da babam yine kızardı. Bizim zamanımızda bir ayakkabı beş on yıl giderdi. Her şeyi çürük çarık yapıyorlar derdi. Şimdi bizim oğlumuz iki ayda bir ayakkabı paralıyor. Sende hiç mi insaf kalmadı?

Kadın, suç benim değil, demiş, ayakkabıyı eskiten ben değilim. Kadın bu kızgınlıkla oğluna çıkışmış:

– Sen ne biçim çocuksun… Baban da, ben de bir ayakkabıyı iki yıl giyerdik. Şimdiki zamanın çocuklarında hiç insaf kalmamış. İki ayda bir ayakkabı eskitilir mi?

Oğlan;

– Suç benim değil, siz de biliyorsunuz, ben eskiden bir ayakkabıyı bir yıl giyerdim. Sonra ancak altı ay giyebildim. Şimdi her şey bozuldu yeryüzünde.. Çürük ayakkabı satıyorlar.

***

Anne ile oğul, her zaman ayakkabı aldıkları satıcıya gitmişler. Neden çürük ayakkabı yaptığını sormuşlar. Satıcı,

– Bunun suçlusu ben değil, demiş. Ayakkabıların çürüklüğünden şikâyetçi olan bir siz değilsiniz. Herkes de sizin gibi. Kunduracılar, hep böyle çürük kundura yapıyorlar.

Kunduraların çürüklüğünden o denli çok yakınmış ki, satıcı da, kunduracıya gidip, neden sağlam kundura yapmadığını sormuş.

Kunduracı,

– Bunda benim suçum yok, demiş. Ben kundura yapmak için aldığım gereçlere, eskisinden daha çok para veriyorum. Ama ne kadar çok para versem işe yaramıyor. Şimdiki köseleler, deriler çürük dayanıksız.

***

Kunduracı sinir içinde, deri kösele aldığı tüccara gitmiş. Neden dayanıksız, çürük deriler, köseleler sattığını sormuş. Derici,

– Benim hiç suçum yok, demiş. Ben dayanıksız deri, kösele satıp da, alıcılarımı kaçırmak ister miyim? Ama zaman değişti kardeşim. Hepsi de kötü, dayanıksız deri yapıyor.

Derici, işi bu kadarla bırakmamış. Alışveriş ettiği fabrikanın sahibine gitmiş.

– Sizin çürük derileriniz, köseleleriniz yüzünden ben utanılacak duruma düşüyorum…

Fabrikanın sahibi de,

– Ne desen doğru, kardeşim, demiş.  Benim hiç suçum yok… Eski zamanlarda fabrikamızda işlemek için aldığımız ham deriler sağlam çıkardı. Şimdi hem eskisinden pahalı, hem de çürük deri satıyorlar…

Fabrikanın sahibi, kendisine ham deri satan tüccara, gelen şikâyetleri anlatmış. Deri tüccarı,

– Çok doğru, demiş, şimdiki deriler eski deriler gibi sağlam çıkmıyor. Ama derilerin sağlam olmaması benim yüzümden değil. Biz bu derileri mezbahaya kasaplık hayvan getiren sürü sahiplerinden alıyoruz. Eskiden, insanların ahlakı gibi, aldığımız deriler de sağlamdı.

***

Deri tüccarı da, kendisine öküz derileri satan sürü sahibine çıkmış. Sürü sahibi,

– Bunda benim suçum yok, demiş. Şimdi zaman değişti. İnanır mısınız, öküzlerde bile namus kalmadı. Suç benim değil, öküzün.

Sürü sahibi, sürekli şikâyetler karşısında, mezbahaya götüreceği öküzlerden birini yakalamış. Ona şöyle söylemiş:

– Beni tüccara karşı utandırmaktan hiç sıkılmıyor musun? Senin yüzünden bana çıkışıyorlar. Siz öküz milletinin derileri eskiden daha sağlam olurdu. Şimdi deriniz bile bozuldu.

Öküz, boynunu bükmüş, şöyle söylemiş:

– Bunda biz öküzlerin en küçük bir suçu yok. İşte, beni ele alın. Ben, bütün gücümle, etimle, boynuzumla, gübremle, derimle sahibime yararlı olmaya çalışıyorum. Nasıl olsa insanlar beni kesip derimi yüzecekler. Hiç insanlara daha sağlam, daha kalın deri vermek istemez miyim? Ama ne yapayım ki zaman değişti. Çünkü, önüme arpa diye koydukları şeyin yarısı toprak, kum… Saman diye çürümüş ot veriyorlar. Hem de eskiden verdiklerinin yarısı kadar bile değil… Bu kadar yemle işte bu kadar deri olur.

***

Öküz, derisinin aşağılanmasından çok üzülmüş. O üzüntüyle, sahibine gitmiş:

– Neden bana iyi bakmıyorsun? Hem az, hem de karışık, bozuk yem veriyorsun. Kemiklerim irileşmiyor, derim kalınlaşmıyor. Senin yüzünden suçu öküzlere yüklüyorlar.

Öküzün sahibi şöyle demiş:

– Doğru söylüyorsun ama suç benim değil. Biliyorsun, benim küçük tarlamdan çıkan arpayla saman hayvanlarıma yetmiyor. Ben de gidip, arpa, saman tüccarından sizin için saman, arpa alıyorum. Dünya değişti. Namuslu kişi kalmadı. Arpa tüccarı, hem fiyatları artırdı, hem de karışık, katkılı mal satıyor. Ben de sana eskisi kadar bol ve iyi yem veremiyorum.


***

Adam, Öküzün sözlerine öylesine alınmıştı ki, hemen arpa tüccarına gitmiş. Neden hayvan yemlerini karışık, bozuk, pahalı sattığını sormuş.

Tüccar;

– Çok doğru söylüyorsun, demiş. Ama benim bunda hiç suçum yok. İnsanlarda ahlak kalmadı. Zamanlar çok değişti. Eskiden oğluma aldığım bir ayakkabı bir yıl giderdi. Şimdikiler iki ay zor dayanıyor. Hem daha pahalı, hem de çürük…

Yalnız ayakkabı mı?.. Elbise de, giyecek de, yiyecek de, her şey buna göre… Çoluk çocuğumun geçimini sağlayabilmek için, başkaları bana ne yapıyorsa, ben de onlara öyle yapmak zorunda kalıyorum. Ama bunu istemeden yaptığıma inan…

Benim hiçbir suçum yok.

Arpa Tüccarı, o kızgınlıkla kunduracıya gitmiş. Kunduracı, fabrikaya, fabrikanın sahibi ham dericiye, ham derici sürü sahibine, sürü sahibi Öküze, Öküz kendi sahibine, Öküzün sahibi arpa tüccarına gitmiş. Herkes diğerinde suçu aramış.

Şimdi zamanlar değişti. İnsanlarda namus, ahlak diye bir şey kalmadı…

***

KUYUDAKİ EŞEK HİKAYESİ…

"Öküzün suçu ne" başlığıyla, hayatı sorguladık.. Peki yaşamda, karşılaşılan engelleri aşabilmek, ya da çözümü elde edebilme, gayretimiz nasıl olmalı?.. Onu da, "Kuyudaki Eşek" hikayesiyle, not edelim!…

***

Köyün birinde, adamın eşeği, kör bir kuyuya düşmüş.

Nasıl düştüğüne gelince; belki kuyunun ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerinde de toprak vardı, zamanla tahta çürüdü, toprakta yeşeren otları yemek isteyen eşek düştü kuyunun içine.

Hayvancık saatlerce acı içinde bağırır.

Sesini duyan sahibi gelip bakar ki vaziyet iyi değil.

Zavallı eşeği kuyunun dibinde acılar içinde mahzun bakar…

Üstelik ayağını da incitmiş.

Eşeğini kurtarmak için adamcağız köylülerden yardım ister..

Bakarlar ki eşek kurtarılabilecek gibi değil, uğraşmaya değmez derler…

***

Kuyuyu toprakla örtelim eşek daha fazla acı çekmesin diye düşünürler..

Başlarlar küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atmaya…

Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe atar…

Ayaklarının altına alır…

Köylüler eşeği gömdüklerini sanıyorken attıkları toprak sayesinde eşek her an biraz daha yükselir…

Sonunda kuyunun yukarısına çıkar…

Köylüler şaşar kalır…

Onlar ne düşünürken, ne oldu!

Hayat bu, zorluklar üzerinize üzerine gelir de ne yapacağınızı bilemezseniz.

Kör kuyuya bile düşseniz, üzerinize toprak ta atsalar bütün engellere rağmen bir çıkış yolu bulabilirsiniz.

Hayatınızın kararması yerine aydınlığa tekrar kavuşabilirsiniz.

Bu arada eşeklik edip ot uğruna kuyuya düşmemeye de dikkat etmek gerek, her zaman eşek gibi şanslı olunmayabiliyor?..

Öyle değil miiii?

***

 

HAYAT DERSİ

 

Yaşamı güzelleştiren de, çirkinleştiren de, insan olduğuna göre, "o ferdin" kıymetini de bilmek adına; "Bir" olabilmenin, düsturuna bakalım… Hikaye şöyle..

***

Öğretmen mezun olmak üzere olan öğrencilerine okulun son günü son bir ders daha vermek için tahtaya çıkar.

Tahtaya kocaman (1) bir rakamı çiziyor.

– Bu bir rakamı sizin kişiliğinizdir.

Uzun emekleriniz, çalışmalarınız sonunda bugün mezun olmayı başardınız.

Sonra (1) birin yanına bir (0) sıfır koyuyor:

– Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1) biri (10) on yapar.

Bir (0) sıfır daha koyuyor:

– Bu, sıfır da okul sonrasında yıllar içinde oluşacak tecrübedir.

(10) on iken (100) yüz olursunuz.

Hayatın akışında yetenek, disiplin, sevgi, saygı…

Sıfırlar eklenip böyle uzayıp gider:

Eklenen her yeni (0) sıfır kişiliğinizi (10) on kat zenginleştirir.

Öğretmen sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1) biri siliyor.

Geriye bir sürü sıfır kalıyor ve öğretmen dersin son sözünü söylüyor:

– Kişiliğiniz yoksa veya kişiliğinizden ödün vermişseniz sahip olduğunuz tüm özelliklerin bir anlamı kalmaz…

Hikmet olan o bir olabilmek!…

***

GÜNÜN SÖZÜ…

Eski ayakkabı giydiğin zamanlar anne-babanın kapısında haftada bir duruyordun da, şimdi makam şoförün bile varken onları senede bir defa dâhi göremiyorsan sen başka bela arama kendine! Senin sevap bahçeni sel götürmüş!