KADINLARIN KATİLİ KİM?..

Evet ya!...

"Kadına şiddet ve kadını katleden cani kim, ne amaçla, hangi gerekçeyle bunu yapar?..”

Az sonra; "mevzuya" dair hasbi halin satır aralarında soru, cevap bulacak!..

Malum, "bir mevzunun" hakikati, o hadisenin "çıkış noktasına" bağlı...
Pek tabi ki kültür ve medeniyeti de, "temel ilkeleridir?"…

Önceki gün itibariyle, "İstanbul Sözleşmesi" kapsamı, "kilitlendi?"..

Yani, Türkiye AB'nin medeniyetiyle "organizeli" kaleme alınan, bu sözleşmeden çıktı..
Çekildi yani, fesih etti!?..

Birileri tepkili, birileri öfkeli, birileri "farklı bir mülahaza" üreterek; feryat, figan içerisinde!..

***

İyi de, "Sözleşmeden" çıktık diye!..

Artık "kadınlar dövülecek, şiddete uğrayacak, ikinci, üçüncü sınıf muamelesiyle, enva-i işkenceye, zulme, baskıya, tecavüze, tacize" maruz bırakılacak..

Ve bu; aşağılık karaktersizlik "cezasız mı" kalacak?..

Yok daha neler!…

Asla ve katta!..

Hiçbir şekilde; ne mümkün?…

Bayanlar.. Beyler.. Hanımlar…

Vaziyet "akla ziyan" bir hal-i durumun, cenderesine sokulmasın!..

Kadın dediğiniz kim ya!?..

O annemizdir, bacımızdır, eşimizdir, kızımızdır, halamızdır, teyzemizdir?..

Hangi akıl, mantık, karakter, düşünce, fikir, ideoloji "dövülmesini" ister ve rıza gösterebilir ki?!…

***

Vaki mi, "birine" bir şey yapıldı diye; "cezasız" kalınsın..

Yapılan o kişinin yanına "kar kalsın?"..

Her şey ulu orta yerde cereyan ederken, ne hazindir ki birileri "algı operasyonuyla", İstanbul Sözleşmesinden çıkmak "Kadınlar öldürülsün" demektir diyecek kadar, zihin fakirliği içerisinde, "zihinleri" bulandırıyor!…

Ucuz ve bağnaz bir söylem!..

Sormak gerekmez mi!?..

Yahu, "İstanbul Sözleşmesinden" çekilirken, "ceza kanunlarımızda" bir değişiklik yapıldı mı?..

Şiddet, taciz, tecavüz, ölüm, öldürme, cinayet, katletme gibi "suça" ilişkin hafifleyici ya da farklı bir müdahale söz konusu oldu mu?..

Hayır!…

***

Türk ceza Kanunu'ndaki "insan öldürmek" ile ilgili madde aynen yerinde duruyor..

Ki, insan öldürmeye azmettirme, şiddet, cebir, hürriyetten alıkoyma gibi, cezai kanunlar da yerli yerinde!…

Ha bu arada, "Sözleşmenin" yürürlükteki tarihinde, "cinayetler sıfırlandı mı?"..

Hayır..

Bilakis, "katlamalı" arttı..

Demek ki, "İstanbul Sözleşmesi" denildiği gibi "kadını korumuyor?"

***

Ne diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan!…

“Kadına şiddeti, tıpkı salgınla mücadelede olduğu gibi siyasi tartışmalara malzeme etmeden, samimiyetle ve objektif bir şekilde ele almamız gerekiyor..”

Bu beyanat, devletin en tepesinden, kadına karşı şiddete hoşgörü gösterilmeyeceği, tavizsiz bir mücadele yapılacağını söylüyor…

Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekilmesiyle ilgili olarak da "Kadına yönelik şiddetle mücadelemiz bu sözleşmeyle başlamadı, bu sözleşmeden çekilmeyle bitecek değildir" ifadelerini kullandı.

***

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmak, "kadınlar öldürülsün demektir" diyenlere söylenecek çok söz var ama, tek bir cümleyle, ifade edersek!…

O sözleşme, "gayleri, sapkınları, fuhuş, cinsel istismar, ahlaki yozlaşma, toplumsal değerleri tarumar edici, aşağılık karakterleri sahipleniyor ve teşvik ediciliği kolluyordu!…

***

Hasılı kelam!… "Cennet anaların ayakları altındadır" diyen bir Peygamberin, rehberliğinde iman etmiş bir toplum iken!..

En ulvi değerlerle kadını "kutsallaştıran" bir inancın, kültürün, medeniyetin sahibi iken, "batının ve batılın" ahlakıyla kadını "cinsel objeye" döndüren kültürün peşinde koşmak, izahı mümkün değil!..

Azıcık dürüst olalım..

Azıcık, hakikatlere gözümüzü açalım..

"Siyasi ve ideolojik" sapkınlığın kör taassubuyla hasımlık üreterek, "analarımıza, bacılarımıza, eşlerimize, kardeşlerimize, kızımıza" böylesi bir kültürün "libasını" giydirmeyelim!..

Lut kavmine "zemin ve alan açmak" için, "Kadına şiddet" giysisiyle; "kadınlarımızı" alet etmeyelim!…

***

 

İYİLERİN BASTIKLARI TOPRAK TUTYADIR!

Üstad, Sadi Şirazi'den bir hikaye!...

İşittim ki, kibir ile sarhoş bir mağrur, kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu payladı, kapıyı yüzüne kapattı.

Zavallı fakir içlendi; bir tarafa çekildi, oturdu.

Ciğeri yanmaya, soğuk ahlar çekmeye başladı.

Bir kör, o fakirin meyus, mahzun olduğunu duydu.

Kalktı, yanına geldi, niçin böyle muztarip olduğunu sordu.


***
 

Fakir başına geleni anlattı.

Kör, o fakire teselli verdi.

Müteessir olma, gel bu gece benim evimde yemek ye, diye ricada bulundu.

Onu çok memnun etti.

Fakir, karnı doyduktan, gönlü hoş olduktan sonra:

“Kadir Mevlâ, senin gözünü açsın” diye dua etti.

Gece olunca, körün gözlerinden birkaç damla yaş damladı, sonra birdenbire gözleri açıldı.

Dünya’yı görmeye başladı.

Bu haber şehrin içine yayıldı.

Şehir çalkalandı.


***

Bu haberi fakiri kapısından azarlayıp kovan taş yürekli insan da duydu.

İşi anlamak için, kalktı gitti, gözü açılan kör ile görüştü ve:

“Çok talihin varmış.

Bu müşkül iş nasıl oldu da kolaylıkla vücûda geldi, gözünü kim açtı” diye suâl etti.

Gözü açılan kimse:

“Hey cefakâr adam, sen talihsiz, kısa görüşlü, fikri gevşek, çürük bir adammışsın.

Öyle mübârek bir fakiri azarladın, mahzun ettin.

Hüma kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun.

Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapadığın kimse açtı” dedi.

***

Arkadaş!

İyilerin bastıkları toprak tutyadır.

O toprak göz açar, o toprağı öpmek lâzımdır.

Fakat gönlü, gözü kör insanlar o tutyadan gâfildir.

Kıymetini bilmezler.

Bedbaht mağrur, gözü açılan kimseden bu hikâyeyi işitince:

“Kendime yazık ettim.

O, bir şehbaz imiş, avlayamadım, sen avladın.

Bir devlet imiş; bana değil, sana nasip oldu” diye haset etti, nedamet parmağını ısırdı.

Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse, koca doğanı nasıl avlayabilir.

***

GÜNÜN SÖZÜ

Ne etrafınızı kıracak kadar sert, ne de karşınızdakilere cesaret verecek kadar yumuşak olunuz.