ÜSTADI ANARKEN!…

Dün, Üstat Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin vefatının 61. sene-i devriyesiydi… Rahmetle ve minnetle anıyoruz…

Yakın tarihimizde derin izler bırakmış, "Çağın Allamesi" bir şahsiyettir…

Üç devri hayatına almıştır...

Osmanlıyı..

Meşrutiyeti..

Ve Cumhuriyeti.

Bu her üç devirde de davasını en üst perdede savunmuştur..

Yürüdüğü yoldan, zerre-i miskal taviz vermemiştir..

Ser vermiştir, ama taviz vermemiştir..

Üç devrin en tepe isimleriyle de teması olmuştur..

Gün gelmiş; misafir olmuş..

Gün gelmiş; "fikrine" başvurulmuş..

Gün gelmiş; "sorgulanmış"…

Gün gelmiş; "mahkemelerde" yargılanmış…

Pek tabi ki..

Gün gelmiş dini ve milleti için cepheye gitmiştir..

Savaşmıştır ve bu yolda, esir düşmüştür..

Yine gün gelmiş anavatanından uzak diyarlara sürgüne gönderilmiştir…

İnancından dolayı yargılanmış, zindanlara atılmış…

Tam, 17 defa zehirlenme suikastına maruz kalmıştır…

İşkenceleri yaşamıştır..

***

84 yıllık yaşam sürecinde, "çilelerin" en dehşetli tüm renklerini tatmıştır Üstat..

Öyle bir iman ki..

Öyle bir inanç ki..

Öyle bir İslam nuruyla nurlanan bir ruha sahipti ki…

Yaşadığı ve yaşatılan tüm çilelere, ıstıraplara, yokluk ve tecritlere, işkence ve zindanlara rağmen…

Tek bir an tek bir saniye dahi "uhuvvet ruhundan" sapmadı..

Sabırla, metanetle, feragat ve fedakârlıkla, yiğitlik ve mertlikle, istiğna ve ihlasla; "göğüs" germiştir…

Dönemin vesayetçi anlayışına boyun eğmemiştir..

Bulduğu kağıda,

Elde ettiği kaleme,

Küçük notlar yazıp talebelerinin aracılığıyla "kibrit kutularına" saklanan düşünceleri deryalaştırıldı…

İslam'ın bayrağını ve meşalesini daha bir gürleştiren "Risale-i Nur Külliyatı" gibi, dev bir eser ikmale getirdi.

Ardından yüzbinlerce talebe bıraktı ve büyüyor!…

***

Üstat yaşadığımız coğrafyanın "üç büyük düşmanı" olduğunu hep ifade etti..

O düşmanları, şu üç kelimeyle aktardı..

Cehalet..

Zaruret..

İhtilaf…

Ve şunu tavsiye ediyordu Üstat..

Bu üç düşmanı alt etmek için de şu üç silaha sarılmamızın gerektiğini…

Sanat..

Marifet..

İttifak…

Bunu ikmale getirecek olan da, eğitim ve öğretimdi?..

Üstadın hayali, Doğu ve Güneydoğuda “Medresetü’z-Zehra” adını verdiği eğitim kurumunu inşa etmekti..

İlk, orta, lise bölümleri olacak..

Din ve fen derslerinin birlikte okutulduğu üniversite eğitimini hedefliyordu..

***

Üstat, daima mücerrette kalmayı önceledi yaşamına ilişkin..

Evlenmedi..

Yalnız yaşadı..

Düşüncesi, dünyada hiçbir şeyle alaka peyda etmemek için.

Şöyle bir sözü vaki bu yaşamına dair..

”Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim.."

Bugün eserleri, 50’nin üzerinde dünya dillerine çevrilerek okunuyor..

Milyonlarca adet basılı kitap..

İşte böylesi çağın allamesi ne hazindir ki dönemin mevcut vesayetçi anlayışı kabrine bile tahammül edemeyecek kadar, paspaldı..

Urfa'daki kabri bir gece yarısı; "açılıp" cenazesi alındı..

O günden bugüne "cesedi" nerde?

Kabri nerde, bilinmiyor..

Ama herşeye rağmen bugün bıraktığı eser ve yaşam ile inanç ruhu, "Milyonların" gönlünde vakidir ve yaşıyor..

Üstadı bir kez daha;

Vefatının 61. sene-i devriyesinde rahmet, minnet ve şükranla  yâd ediyoruz.!

***

EEE, BURASI TÜRKİYE!…

Öyle ya, vaki mi başka bir ülkede böylesi hadiselerin vuku bulması!..

Ne yazık ki bize özgü?…

Yoksa, bir Cumhuriyet Savcısı..

Dile kolay; ağırlığı olan, sorumluluk içeren, koca bir devleti temsil eden..

Hak, hukuk ve adaletin "işleyişinde" söz sahibi olan bir zat-ı muhterem!..

Çıkıp; kendi ülkesinin "Cumhurbaşkanına" hakaret eder miydi?..

Hükümet üyelerine küfürler sayar mıydı?..

Devlet büyüklerine; ağzına geleni söyler miydi?..

Siyasilere..

Yani seçilmiş ve atanmış her kişiye "kinini ve nefretini" fütursuzca kusar mıydı?…

***

Ne mümkün?.. Ama burası Türkiye!..

Her an her şey olabilir?..

İşte bu "Cumhuriyet" savcısı demiyorum..

Bir zevat…

Açmış olduğu; "sahte" bir sosyal medya hesabından; "hakaretler, küfürler" enva-i kelimeleri dizeleyen cümlelerle, saldırıyor..

Tweet'ler atıyor…

Tabi, "Kep düşüp, gel görününce?"..

Şimdi, kıvır da kıvır..

"Kem, küm" deyip, duruyor…

Büyük bir acziyetin de ifadesi..

Yok ben atmadım, yok ben bunları yazmadım?

Peki, kim yazdı çocuğum? 

Denir ya "sen onu benim külahıma" anlat…

***

Söylenecek söz çok..

Ama önce insanın kendisine saygısı olması lazım..

O yoksa mesleğine, değilse ülkesine ve milletine olmalı!…

Tabi çok meraklıysa çıkarır o "Cumhur'u" temsil eden, "Cumhuriyet Savcısı" cübbesini ve unvanını..

Gelir siyasete girer, o zaman ahkam keser!..

O da yerse!..

Doğrusu, zevatın hal-i durumu "ibretlik" bir tablo çizdiği gibi!..

Ülkemizin de kamusal yönünü de deşifre ediyor..

"Nerem doğru ki?"..

İşte, kaç gündür Diyarbakır'ın konuştuğu mevzu!..

Kerameti kendinden menkul, Milli Eğitim'deki idarecilerin "akla ziyan" zafiyetleri…

***

Koca bir şehir; "şiddet, madde bağımlılığı ve cinsel saldırı" riskiyle tanıtılıyor..

Ve bu tanıtım, İlköğretim ‘de okuyan "körpe beyinlere" enjekte edilircesine "Şehrimiz Diyarbakır" ders Eğitim materyali olarak sunuluyor..

Dün uzun uzadıya, eleştiri dozajını da yükselterek dile getirmiştim…

Tıpkı savcı misali "suçüstü" olunca, herkes "topu taca atmanın" gayretiyle, başkalarına suçlama getirmeye başladı..

"Biz yapmadık, o yaptı, o yapmadı, öteki yaptı?"…

"İnek sütü" içti hikayesi gibi!…

Gariptir, kentin idareci ve siyasileri de her mevzuda olduğu gibi "riskli Diyarbakır'a" da Fransız kaldılar?

***

Ve yine gariptir ki!..

Her mevzuda, ahkâm kesip "mangalda kül bırakmayan o kocaman STK ve Kent sözcüleri de "bir ketumluk" içerisinde olup biteni seyrediyorlar..

Galiba bu işte; "bir rant temini ya da beklentisi" olmadığıdır..

Yoksa vaki midir ırak kalmaları…

Bakar mısınız, Sur'un ticari alanıyla alakalı kim nasıl da "haşin haşin" bakışlar ortaya koyuyor..

Aman ben; "nasıl" kaparım!…

Eee; zavallı vatandaşın elinden evi, barkı 50-100 bin liraya kamulaştırıp alındı..

Şimdi o evin yerine yeni yapılar; "milyonlara" satılıyor…

Vatandaşı söğüşleme odaklı ne kârlı bir ticaret ama(!)…

***

MORARTTI DA MORARTTI?..

Hem de nasıl; İstanbul Sözleşmesinin feshiyle "moraran morarana?"..

Mor Çatı bile; "morardı?"…

Gaylar, lezbiyenler, homoseksüeller..

Onlar da öyle böyle değil, morarma halleri…

Muhalefet desen, sol, seküler, sosyalist ve komünistler de o bizim "morarmış" vaziyetteler!..

Bu arada, Ali Koç da morarmış!...

Sahi şu morarmadan sonra, kızarma mı geliyordu ne?..

***

Neyse!..

Moraranların sarıldıkları; "dal" ise ne hazindir ki "Kadına Şiddet.?"

Sanırsınız ki İstanbul Sözleşmesi "fesh" edildi..

Artık kadınlar topyekün bir "soykırıma" uğrayacak..

Şiddet, taciz, tecavüz ulu orta yerde cereyan edecek.

Yani; "kadın diye bir canlı, yaratık kalmayacak" gibi…

Ebe yuh yani!..

 

***

Kadına "anne" diyen..

Eş diyen..

Bacı, kardeş, abla, teyze diyen.?

Yar diyen kim?..

Bu ülkenin, bu milletin "erkekleri" değil mi?..

İnançları da, kültürleri de, medeniyetleri de, "kutsal" saydığı ve "cennet annelerin ayakları altındadır" inancıyla sahiplendiği Kadın’ı "namus kavramıyla" gözünden sakınırken!…

***

Batının, batılın, seküler kültürün "kadını cinsel obje olarak" sunan, ahlakıyla mı, koruyacak?..

Gayeniz, toplumu çağdışı erozyona uğratan lezbiyenlerin, gaylerin, homoseksüellerin, moraran hallerini korumaya alıp, meşrulaştırmaktır..

Ötesi yok!..

***

GÜNÜN SÖZÜ

Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir.