İLK DÖNEM ESERLERİ-9

Hâlbuki tek bir ruhânînin vücudu, tek bir zamanda tahakkuk etse, şu nev-i muhtelifü'l-esnaf tahakkuk eder. Madem şu nev' tahakkuk ediyor, sûret-i tahakkukun en ahseni, en mâkulü, en makbulü şeriatın şerh ettiği gibidir, Kur'ân'ın gösterdiği gibidir, Sahib-i Miracın gördüğü gibidir. İşte medhal dört nüktesiyle bitti.

Eğer buraya kadar kalben çıkmış isen, maksadın hakâikını görmek istersen, hazır ol! Tahir ol!

İşte âlem-i Kur'ân kapıları açıktır. İşte cennet-i Furkan, Müfettehatü'l-ebvabdır. Gir, bak! Melâikeyi içinde iyi gör! Onlarla tanış!

Sûre-i Kadirde: "Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle yeryüzüne iner." Kadir Sûresi, 97:4. hem "O ateşin başında, Allah'ın emrine karşı gelmeyen ve verilen emri yerine getiren haşin ve şiddetli melekler vardır." Tahrim Sûresi, 66:6. hem "O, evlât edinmekten ve her türlü kusurdan münezzehtir. Melekler ise, Allah'ın ikramda bulunduğu kullardır. Allah emretmedikçe bir söz söylemezler; ancak Onun emriyle hareket ederler." Enbiyâ Sûresi, 21:26-27. Eğer istersen Sûre-i "De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur'ân'ı dinledikleri bana vahyolundu." Cin Sûresi, 72:1. ye gir Cinlerle de görüş!

Haşir

Ölümden sonra diriliş hak ve gerçektir.

Medhal

Şu mes'eleye dair Kur'ân'ın işârâtından fehmettiğim bir miktarını Arabî olarak İşârâtü'l-İ'câz'da yazmıştım. Burada vazifem, hükm-ü Kur'ân'ı güzel telâkki etmek için zemini ihzar etmektir.

İşte kalbe kabiliyet-i kabul verecek ve vicdanı iz'ana ihzar edecek dört esas var ki:

Muktazi mevcuttur.

Fâil muktedirdir.

Mahal kâbildir.

Mâni yoktur.

Birinci Makam

Saadet-i Ebediyeye muktazi vardır. O muktazinin vücuduna burhan, on menâbiden süzülen ve tehallub eden bir hadsdir

Birincisi: İşte kâinatta bir nizam-ı ekmel-i kasdî var. Her cihette reşahat-ı ihtiyar, lemeât-ı kasd görünüyor. Herşeyde bir nur-u kasd, her şe'nde bir ziyâ-yı irade, her harekette bir lem'a-yı ihtiyar, her terkipte bir şû'le-i hikmet, nazar-ı dikkate çarpıyor.

Evet saadet-i ebediye olmazsa, "nizam" bir sûret-i zaife-i vâhiyeden ibaret kalır. Yalancı bir nizam olur. Nizamın ruhu olan mâneviyat ve revâbıt ve niseb hebâ olur. Demek nizamın nazzâmı saadet-i ebediyedir.

İkinci Menba: Hilkatte bir hikmet-i tâmme var. Evet inâyet-i ezeliyenin timsâli olan hikmet-i İlâhiye kâinattaki riayet-i mesâlih ve iltizam-ı hikem lisâniyle saadet-i ebediyeyi ilân eder. Zira saadet-i ebediye olmazsa, kâinatta bilbedahe sâbit olan hikem ve fevâidi mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir.

Üçüncü Menba: Akıl ve hikmet ve istikrâın şehâdetleriyle sabit olan hilkatteki adem-i abesiyet; hem Sâniin fıtratta, herşeyde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sûreti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar ve intihab etmesiyle sâbit olan adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret eder. Zira adem-i sırf herşeyi abes eder.

Fıtratta, ezcümle insanda fenn-i menâfiu'l-âzâ şehâdetiyle sâbit olan adem-i israf gösterir ki; insanda olan istidâdât-ı mâneviye ve âmâl ve efkâr ve müyûlât dahi israf edilmeyecektir. O meyl-i tekemmül, bir kemâlin vücudunu ve o meyl-i saadet, bir saadet-i ebediyeye namzed olduğunu kat'î olarak ilân eder. Öyle olmazsa, insanın mâhiyet-i hakikiyesini teşkil eden mâneviyat ve âmâl kurur, hebaen gider.

Acaba kıymettar bir cevherin kılıfına o derece dikkat ve itina edilse ki, gubarın konulmasına da müsaade etmeyen sahibi, nasıl ve ne sûretle o cevher-i yegâneyi kırıp mahveder.

Şu üç menbadaki üç şahidi tezkiye eden her birinin mevzuunun nev'indeki nizamına şâhid-i sâdık olan cemî-i fünunun istikrâ-i tâmmesidir. Ki o intizam-ı kâmili ihtilâlden halâs eden, meyl-i tekemmülü tatmin eden yalnız saadet-i ebediyedir.

Dördüncü Menba: Pek çok envâda yevm ve sene gibi, hattâ insanın şahıslarında bir çok kıyâmet-i mükerrere-i nev'iye vardır ki; bir kıyamet-i kübrânın tahakkukunu ihsas ediyor.

DEVAM EDECEK