İzmir'de 'AB ile ilişkilerde neredeyiz' konuşuldu

İzmir'de dış politika ve AB uzmanları, Egeli sanayicilere Türkiye'nin AB ile ilişkisinde nerede olduğunu anlattı. Yazar Soli Özel, mülteci sorununa dikkat çekerek, "Bugünkü haliyle Türkiye AB üyesi olacak bir ülke değil, Türkiye AB'nin üstündeki yükü sırtından alması gereken bir ülke konumunda" dedi.

İzmir'de 'AB ile ilişkilerde neredeyiz' konuşuldu
ESİAD tarafından Hilton Oteli'nde düzenlenen 'AB ile ilişkilerde neredeyiz' başlıklı seminere Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim görevlisi Soli Özel ile AB uzmanı Can Baydarol katıldı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Emre Gönen seminerin moderatörlüğünü yaptı. Soli Özel mülteci sorununun Türkiye AB ilişkilerinde kritik konulardan biri olacağını belirterek, "Dikili'de işgal başladı, Kahramanmaraş'ta iç savaş hazırlıkları nedeniyle çadırlar inşa edildi. Türkiye AB ilişkileri için mülteciler kritik sorunlardan biri olacak. Bizim kendi tartışmalarımız içinde kale almadığımız müthiş gelişmeler var. En önemlisi doğa ve çevreyle alakalı. Kuraklık, su kaynakları, nüfus baskısına toprağın cevap verememesi. AB raporlarında Avrupa'nın en kurak 10 şehri arasında dördü Türkiye'den. Bu şu demektir. Türkiye nüfusunun yüzde 30'i beş büyük şehirde yaşıyor. 81 vilayetinin 61'nin geleceği yok. Kaynaklar üzerindeki baskılar, hepimiz açısından düşünülmesi gereken bir şey" dedi.
'GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER KURUMSALLAŞAMADI'
Soli Özel, dünyadaki sorunun gelişmekte olan ülkelerin kurumsallaşamaması ve kurallarını koyamamasından kaynaklandığını öne sürerek, şöyle konuştu:
"AB ile ilişkilerde Türkiye'nin 2010 yılında durduğu noktayla 2016 yılındaki durduğu yer arasında maalesef buradan giden katılımcılar arasında yürekler acısı fark var. Büyük bir kısmı da kendimizden kaynaklanıyor. Bugünkü krizin nedeni bence Soğuk Savaş sonrası ABD'nin hataları, ihtirasları ve beceriksizliği nedeniyle güç kurulamaması ve 2008 krizinin yeni kapitalizmi bize dayatması. 2008 krizi önümüze şu tartışmayı koydu. Gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkeleri ikame ederek dünya büyümesini sürükleyebilir. Bu olacakmış gibi göründü ama Brezilya eksi 5 büyüme yaptı. Rusya'da da ekonomi matah değil. Çin, '6.5 büyüyorum' diyor yalan çok önemli şirketleri borç içinde. Gelişmekte olan ülkeler kurumsallaşamadı. Kurumsallaşma işini batı beceriyor ama onların da başka işleri var. Dünya, ABD'nin kendi şekillendireceği bir dünya değil ama yeni çıkan güçler de kurum ve kurallarını belirleyecek olgunluğa deneyime ve enerjiye sahip değiller. Bu nedenle dünyada bir boşluk var. Bu nedenle çalkantı yaşanıyor."
'ABD, ÇİN'İN BÜYÜMESİNE DESTEK VERECEK'
Soli Özel, ABD Başkanı Barack Obama ile haftalarca birlite gezen bir gazetecinin izlenimlerini yazdığı makaleden örnekler vererek sürdürdüğü konuşmasında şöyle konuştu:
"Yine de en yetkin ülke ABD. 16 sayfalık makaleyi okuduğunuzda sekiz yıldır ABD'yi yöneten adam (Obama) 'Pakistan ve Suudi Arabistan'la ben niye müttefiğim. Türkiye'ye ümit bağlamıştım ama beceremediler. Avrupa sırtımızdan geçiniyor' diyor. Bu adam (Obama) sözlerini kuyumcu terazisinde tartarak konuşur. Ortadoğu yerin dibine batar kurtulur biz de kurtuluruz. Avrupalılar çok önemliler ama biz de bıktık bunları sırtımızda taşımaktan görüşünde. ABD olarak Asya, dünyanın geleceğinin şekilleneceği yerdir. Çin'in büyümesini ve etkili güç haline gelmesini yönetmek zorundayız. Latin Amerika ve Afriya'ya bakmak zorundayız' diyor. Bu bizi doğrudan ilgilendiriyor."
'AB İÇİN ALMANYA'YA ÖNEM VERMEMİZ LAZIM'
Soli Özel, Türkiye'nin AB ilişkilerinde Almanya'ya önem vermesi gerektiğini belirterek, şunları söyledi:
"AB'ye bakarsak, 1989 sonrasını doğru yönetemedi. Bugünkü kriz, o hataların bir sonucu. Soğuk Savaş'ın ardından Euro krizi çıktı. Biz üye olamıyoruz, demokratik standartlarımız falan bahane ediliyor. Macaristan'da yaşananlar son olarak Polonya da aynı yolda ilerliyor. Anayasa Mahkemesi üyelerini iktidar kendisi atamak istiyor. Liberal demokratik modelin somutlanmış hali olarak bildiğimiz AB'nin merkezi Almanya. Türkiye- Almanya ilişkilerine bizim müthiş önem vermemiz lazım. Almanya'yı anlamaya çalışmamız gerekiyor. Türkiye 1990'ların sonunda Soğuk Savaş kalıplarından çıkıp çok boyutlu dış politika arayışına girdi. AKP, Türk dış politikası iyi götürdü maalesef Arap isyanları Türkiye'nin 2000'li yıllardaki gerçekçi aktivizmini daha ideolojik aktivizme kaydırdı. Türkiye, girdabın içine girdi. Türkiye, Soğuk Savaş bittikten sonra Avrasyacılığı denedi. Ergenekon ve Balyoz operasyonları bunun sonucuydu. Tek başına hareket edemeyeceği ortaya çıktı. Ortadoğu'ya düzen verme sonucu ortada. Bunun üstüne Osmanlı İmparatopluğu'nun 200 yıl boyunca cumhuriyetin 90 yıl boyunca uyguladığı ilkeyi çiğnedi. Nedir o ilke? Rusya ve Batılılarla eş zamanlı kötü olmama ilkesi. Bu durumda batı camiasından başka dönecek bir yer bulamıyor. Coğrafi avantajları kullanarak batılı müttefikleriyle aynı doğrultuda hareket etmiyor gibi görünse de Cumhurbaşkanımız ile Obama görüşmesinde konunun PYD ve IŞİD olduğunu düşünüyorum. Birlikte Suriye'den içeri girecek ve ABD ve Türkiye, IŞİD'i haklamaya çalışacak ve PYD, Türkiye'nin güneyine hakim olmaya çalışacaktır."
Soli Özel konuşmasını, "Türkiye, mülteci krizini AB ile ilişkilerde farklı bir raya oturtmalı. Bu ilişkiyi çok daha itinalı yönetmeleri gerekir. Bugünkü haliyle Türkiye AB üyesi olacak bir ülke değil, Türkiye AB'nin üstündeki yükü sırtından alması gereken bir ülke konumunda" sözleriyle tamamladı.
'SAMİMİYET SORGULANMALI'
AB Uzmanı Can Baydarol, Soğuk Savaş dönemine kadar Türkiye'nin AB ilişkilerini değerlendirirken Türkiye için 'sürekli gol atmaya çalışan ama bariz ofsayt olan kazma santrafor' yorumun yaptı. Baydarol, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi sözlerin ucunun açık olduğunu belirterek AB'nin samimiyetinin sorgulanması gerektiğini belirtti. Baydarol, “Bugüne geldiğimizde karşı taraf ne kadar samimi. Türkiye'de aslında bizim müzakereye başladığımız 3 Ekim 2005 itibariyle başladı. İlerleme raporunda hep menfi tespitler var 'gerekirse müzakereleri askıya alırım' gibi. Askıya alınmış mıdır? Hukuken hayır ama fiilen evet. Başlangıçtan itibaren müzakere çevre belgesi ve ilerleme raporunda müzakerenin ucunun açık olduğunun söylenmesi samimi değil. Türkiye karşı tarafın samimiyetini sorgulamaya başlıyor. Sopa- havuç ilişkisi. Sorun şu havuç yok ortada. Havuç tam üye olmak ama daha ilk günden itibaren o hedefi ortadan kaldırdığınızda samimiyet sorgulanmaya başlıyor" dedi.
'GERİ KABULÜ UYGULAMAZSAK SORUN, ONLAR İÇİN BÜYÜR'
Baydarol, mülteci pazarlığında Türkiye'ye vizesiz dolaşım hakkı verilip verilmeyeceğinin tartışıldığını belirterek, verilmediği taktirde Türkiye'nin 'geri kabul anlaşmasını uygulamam' diyebileceğini hatırlattı. Baydarol, “Mülteci krizinde karşılıklı samimiyetin temin edilmesi gerekir. Türkiye olarak AB'ye güvenemiyorum. Mülteci krizi Kayseri pazarlığı mı? Buradan kimse çok fazla bir şey kazanmaz. Tek cümleyle formüle edersek Türkiye mültecilere harcanmak üzere 6 milyar Euro ve vizesiz turistik dolaşım serbestliği hakkı. Altı ay içinde üç ayla sınırlı bir hak bu. Biz de mültecilere ömür boyu yerleşim hakkı tanıyor. Eğitim, sağlık, barınma sorunlarını da beraberinde taşıyacaktır. Türkiye'de vizeyi verirler mi konusu tartışılıyor. Verirler mi bence verirler. Elimizde geri kabul anlaşması var. Vermedikleri taktirde 'geri kabulü uygulamam' deriz ve sorun onlar için daha büyür. Havuç- sopa ilişkisinde sopa bizim elimize geçer" dedi.
'KAVİMLER GÖÇÜ OLABİLİR'
Seminerde konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, açlık, su ve demokrasi sorunları çözülmediği taktirde kavimler göçü olabileceğini belirterek, şöyle konuştu:
"AB ile bugüne kadar bir dargın barışık bir süreç yaşandı. Onlar bizi Ortadoğu'ya barikat olsun diye burada tutmaya çalıştı. Biz zaman zaman AB konusunda iştahlı olduk zaman zaman olmadık. Türkiye'nin bugüne kadar göç hareketlerini sindirebiliyordu. AB'nin başına problem olmuyordu Türkiye bir set çekiyordu. Göçte oran ve sayı çok büyüyünce AB 'ne oluyor' diye bakıyor ve yakınlaşma oluyor, ilişkiler hızlanıyor. Sadece Türkiye'yi burada tutarak AB'nin kendini koruması mümkün değil. Bu büyük göçler eğer açlık ve su sorunu ayrıca demokrasi sorunları devam ettiği sürece göçlerin artacağı hatta kavimler göçüne benzer göçlerin olacağı yönünde kanaatim var. Biz dünya ülkeleri olarak sorunu yerinde çözemezsek, bu insanların karınlarını doyuramazsak, bu felaket tüm dünyayı tehdit etmeye artarak devam edecektir. Sorunun küresel olduğu ortada bu şekilde değerlendirilmeli."

Kaynak: DHA