2. Uluslararası Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu'nun ikinci gününde, "Dinlen ve Mezhepler' üzerinde sunumlar yapıldı.
BÖLGEDE ŞAFİLİK MEZHEBİ
Diyarbakır'daki mezhep ve tarikatlar ele alındı. Bölgede yaygın olan Şafiilik mezhebi hakkında bilgi veren Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurettin Turgay, Şafii kültürünün kaybolmaması ve insanların tabi oldukları fıkhı öğrenmeleri konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı'na büyük görev düştüğünü belirtti. Turgay, Şafii ilmihali hazırlınarak insanlara öğretilmesi gerektiğinin altını çizdi.
İMAM-I ŞAFI-İ KURUCUSU
Mezhebin kurucusu olan İmamı Şafii'nin fıkhın yanı sıra hadis, tefsir ve Arap dilinde otorite olduğunu anlatan Doç. Dr. Nurettin Turgay, Hazreti Peygamber'in soyundan gelen imamın, Maliki mezhebinin kurucusu Malik Bin Enes'ten de ders aldığını kaydetti. İmamı Şafii'nin bölgeye geldiğini, Harran'daki medreseleri dolaştığını ifade eden Turgay, "Sevgi, saygı ve vefaya büyük önem verirdi. Tarihin gördüğü en centilmen şahsiyetlerden biriydi." şeklinde konuştu.
OSMANLI DÖNEMİNDE
Kadirilik ve Rufailik konularında bilgi veren öğretim görevlisi Mehmet Sait Mermutlu, Osmanlı döneminde tarikatların yaygın olduğunu söyledi. 1869 tarihli Salname'ye göre Diyarbakır'da 7 tekke bulunduğunu anlatan Mermutlu, bunların zamanla tahrip olduğunu kaydetti. Dr. Murat Özaydın ise Nakşilik üzerinde durdu. Tarikatın bir manevi terbiye sistemi olduğunu işaret eden Özaydın, Nakşilik'te gizli zikir ve ilahi muhabbetin esas olduğunu dile getirdi. Oturumun son konuşmacısı Yrd. Doç. Dr. Ramazan Sarıçiçek de, Gülşenilik tarikatı hakkında detaylı bilgi verdi.
SÜRYANİLERİN YAŞAMI
Öte yandan Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çelik, Türkiye, Suriye ve Irak'ta yaşayan Süryani toplumu dışında Hindistan'da da kendilerini Süryani olarak ifade eden Hristiyanların yaşadığını söyledi. Hindistan'daki Süryanilerin ''Hindu'' olduğunu ifade eden Çelik, dolayısıyla Süryaniliğin bir ırkı değil bir mezhebi adlandırdığını kaydetti. Kilise kayıtlarına göre, ''Süryani'' isminin Aramilerin Hristiyanlığı kabul ettikten sonra pagan (paganizme inanan) soydaşlarından ayırt etmek için kendilerine verdiği ad olduğunu bildiren Çelik, şöyle konuştu:
2 BİN YILLIK DİL VE YAZI
''Orta Doğu sakinlerinden Aramiler, milattan önce de yaygın şekilde kuzey Mezopotamya'da yaşıyorlardı. Şanlıurfa'da bulunan yaklaşık 2 bin yıllık taş eserlerdeki dil ve yazı bugünkü Süryaniler tarafından kabul edilen dil ve yazıdır. Ancak yazı ve kültürel kalıntılar açısından Süryaniler ile tarihteki Asurlar arasında bilimsel bir bağ bugüne kadar kurulamamıştır. Ancak Arami kökler etnik yapının merkezini teşkil etmekle beraber Süryani toplumu bölge halklarının her tonunu az çok içinde barındırmaktadır.''
Hristiyanlaşan Süryanilerin mezhep ve görüş farklılığı nedeniyle Bizans döneminde katliama uğradığını ifade eden Çelik, 451 yılındaki Kadıköy konsülünde ''tek devlet, tek kilise ve tek kanun'' politikasının kabulünden sonra 200 yılı aşan süre içinde Bizans ordusunca bölgede korkunç düzeyde Süryani katliamları yapıldığını söyledi.
115 BİN SÜRYANİ ÖLDÜRÜLDÜ
Dönemin İstanbul patriğince yazılan tarihi kayıtlara göre, Halep'in kuzeyindeki Beyti Şems'te Bizans ordusunun 115 bin Süryani'yi öldürdüğünü, bu nedenle Süryanilerin Müslümanları kurtarıcı olarak gördüğünü belirten Çelik, şunları kaydetti: ''Müslümanlar bölgeye gelmeselerdi yeryüzünde ne Kıpti ne Süryani ne de Ermeni Hristiyan kalırdı. Hazreti Ömer'in lakabı 'Ömer'ül Faruk'tur. Bazı hadis kitaplarında bu lakabın, hak ile batılı ayırmak anlamına geldiği belirtilir ki bu doğru değildir. Hazreti Ömer, şehrin anahtarının teslim edilmesi için davet edilmesi üzerine Kudüs'e girdiğinde başta Süryaniler olmak üzere yerli halk, şehrin kapısında 'furuko' diye tezahürat etmişler ki bu Süryanice kurtarıcı anlamına geliyor. Avrupa'da birilerinin denetimindeki bir grup hariç Süryaniler bu topraklarda milli mücadeleye de destek vermişlerdir ve her zaman devletin yanında olmuşlardır.''
Kaynak: Diyarbakır Söz