13 YIL ÖNCEYDİ?

Altındağ Katliamı! Mazinin derinliğinde!
Yılları ardından eskitti. Su gibi akıp-giden zaman akıntısında.
Lakin yıllar geçse de 'yüreklerde' bıraktığı acı ter-ü taze.
Dinecek gibi de değil. Bir o kadar yılları 'arkasında' bıraksa bile.
Evet. Bugün O içimizi 'yakan' kanlı gecenin 13'üncü yıl dönümü.
Öncelikle O gece'de 'şehit' olanlara Allah'tan rahmet. Ailelerine de 'başsağlığı' diliyorum.
Mekânları cennet olsun.

**

Öyle ya; Tarih 21'i 22 Haziran 1996'ya bağlayan geceydi.
Diyarbakır'ın 'Yaz sıcağı' hakimdi.
Mevsimin duygusuyla 'herkes' dışarıdaydı.
Altındağ Tesislerinin 'yeşilliğine' serin havasına ve doyumsuz sosyal etkinliklerine kendini bırakmıştı.
Vahşetin ve haince planlardan 'habersiz'!

**

Saatin saniyeleri 20.45'e doğru ilerliyordu.
Akrep-Kovan misali, 'dakika' için saniyeler tüketilirken; 'plan' işlemeye başlamıştı.
Talimat verilmişti, namluların çevrileceği nokta için. 'Yok edilmeliydi'!
Hedef te gaye de belliydi, Altındağ Ailesi.
Çünkü birçok 'karanlıktan' beslenenin 'oyununa' çomak sokmuştu.
Maskesini düşürmüş, kirliliklerini deşifre etmişti.
Onun içinde; 'susturulmalıydı'!
O nedenle de 'hesaplar' en ince ayrıntısına kadar yapılmıştı.
'Talimatı' alanlar harekete geçmişti.

**

Gecenin 'karanlığından' süzülen karanlık gölgeler, ellerinde 'soğuk' namlular hedefe ilerliyordu.
Birden bitiverdiler, Altındağ Sosyal Tesislerinin 'bahçe' bölümünde.
Ay'ın ve lambaların 'ışığıyla', bahçede oturanlara çapraz acıda 'yöneldiler'!
Çocuk, kadın, yaşlı, polis-asker, sivil 'dinlemeden'!
Üzerlerine 'çevirdikleri' namlulardan ateş gibi mermilerini yağdırdılar.
Tam 15 dakika sürdü. Eli-kanlı saldırganlar 'geldikleri' gibi yine karanlıkta 'kayboldular'!
Geride can pazarı, cansız bedenler, yaralıların feryatları bırakıldı.
Yüzlerce mermiye hedef oldular. Aralarında 'hamile' bayanın bulunduğu 8'i 'şehit' oldu.
13 kişi de yaralandı. Polis, asker, sivil. Ve milyarlarca lira maddi zayiat.

**

O kanlı geceyi dün gibi hatırlıyorum. Hafta sonuydu.
Söz Gazetesi o zaman 'pazar' günleri çıkmazdı.
Tatil olması münasebetiyle evdeydim. Acil bir telefon geldi.
'Altındağ'a saldırı yapıldı diye?
Merhum Mehmet Akif Altındağ'ı aradım. Birlikte 'büyük bir telaş ve panik' içerisinde yola çıktık.
O 16 kilometrelik yolu nasıl aldık bilemiyorum.
Manzara dehşet verici. Savaş meydanı gibiydi.
Sandalyeler üzerinde cesetler, kanlar içerisinde yerde yatan yaralı insanlar.
Çığlık çığlığa herkes. Korku ve panik içerisinde çığlıklarla yükseliyordu; 'İmdat. Yardım edin' diye.
Büyük bir koşuşturma. Bir taraftan 'cesetler' taşınıyor.
Diğer yandan 'yararılar' bir an önce hastaneye kavuşturmaya çalışılıyordu.
Ambulans, hemşire, doktor.
Tabi her geçen saniye, vahşetin boyutunu netleştiriyordu.

**

Aslında habercilik anlamında 'toplu katliamlara' yabancı değildim.
Tercüman ve Günaydın gazetesinde muhabirlik yaparken, çok vakaya gittim.
Çoluk-çocuk kadın 30 kişinin katledildiği Ömerli/Pınarcık.
Peçenek, Yuvalı. Ve daha sayabileceğim birçok köy baskını.
Ama ilk kez; 'kent' merkezinde bu kadar dehşetengiz bir katliam yaşanmıştı.
Nasıl ki; Türkiye Bilge köyünde yaşanan ve 44 kişinin ölümüyle sonuçlanan 'katliamla' şoke olmuştu.
Altındağ Dinlenme tesislerine yönelik 'saldırıda da' sarsılmıştı.
Tabi bu sarsıntı, 'hem katliamdan, hem de katliamın ardındaki gerçeklerden' dolayı.
Evet! O gün için ve halen 'sırlar' aleminde bulunan katliam için çok şey söylendi.
Söyledik ve söylemeye de devam edeceğiz.

**

Büyük bir 'güvenlik' zaafiyeti vardı. Saldırıyı gerçekleştirenler 'düz arazide' yol aldılar.
Ay ışığında 'avuç' misali bir arazi. Hala akıl-sır erdiremiyorum.
O gün için; 'neden' bölgede saldırı sonrasında arazi taraması yapılmadı.
Helikopterler malum bölge üzerinde 'uçmadı'.
Saldırı esnasında 200 metre ilerdeki askeri panzer neden 'kaçış' noktasına yönelmedi.
Bilemiyorum!
Zaten bu bilemediğimiz ve akıl-sır erdiremediğimiz.
Anlam çıkarmada güçlük çektiğimiz noktalardır 'bizleri' dehşete düşüren.

**

O gün için hatırlıyorum 'Devlet Ricalinden ve güdük siyaset erbabından' çıkan sözcükleri.
Bildik sözcükleri sıraladılar. Her vaka sonrasında; söyledikleri sözler gibi.
Bölge Valisi Necati Bilican'dı. Olay yerine geldi ve kameralara aynen şunları söyledi:
'En kısa zaman da suçlu ve suçlular yakalanıp adalete teslim edilecek. Dökülen kan yerde kalmayacak'!
O akşam Bilican'a Mehmet Ali Altındağ 'çok şey' söyledi.
'Güvenlik zafiyeti' ve olay yerine 'geç gelinmesinden' dolayı.
Çünkü olay esnasında ordaydı. Ve saldırıdan hemen sonra Söz tv yayını keserek 'katliamı' duyurmuştu.
Tüm Diyarbakır 'o dehşetengiz' durumu canlı canlı izliyordu.
Müdahalelerin 'zamansız ve yetersizliği' çoktu.. Öyle ki; 'Devlet bu kadar aciz mi' diye tepki göstermişti.

**

Ne yazık ki, 'acziyet' vakanın başlangıcından itibaren vardı.
Ve o parlak sözcüklerin 'anlam' taşımadığı.
Söylenenin tek bir zerresinin vuku bulmayacağı.
O kalleşçe işlenen katliamın iç yüzü ne yazık ki 'halen' aydınlatılmış değil.
Her ne kadar; 'tetiğe' basanlar bunlar denildiyse de?
Her ne kadar; tetiği çekenler belli yerlerde ayrı mekanlarda 'ölü' ele geçirildi açıklaması yapıldıysa da.
Her ne kadar, 'planlayıcılar, organizatörler, azmettiriciler' diye birileri yargı önüne çıkarıldıysa da.
Bugüne kadar 'vicdanlar' rahatlamış değil.

**

Yani vakanın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen halen 'azmettiriciler, katliam emrini verenler'.
Ve onlara 'yardım-yataklık' edenler.
Gerçek 'failler', azmettiriciler, planlayıcılar, perde arkasındaki feodal güçlerin 'maskesi' bizde düşmüş ise de.
Ne var ki; 'adalet ve hukuk' nizamında düşmüş değil.
Adalet 'tecelli' etmişse de, 'hükmü' yerine getirilmiş değil.
Demem o ki, 'akan kan ve dökülen gözyaşı' halen yerdedir.
Aslında mevzunun 'iç yüzünü' zaman zaman Altındağ 'kaleme' alıyor.
İşin ucunun 'nereye' vardığına ilişkin.

**

Çünkü Diyarbakır Söz'e ve 'finansörlerine' yönelik 'sinsi oyunlar' hep icra edilmiştir.
1991 yılından bugüne kadar. Yani Söz Gazetesi'nin yayın hayatına başladığı tarih.
Ve Söz TV’nin 'izleyicileriyle' buluştuğu 1995'ten beri.
Gazetenin 'bombalanması'! Altındağ Katliamı. İş makinelerinin yakılması.
Hayali 'andıçlar'! 25 gün içerisinde, iki ayrı 'siyasi fraksiyonla' suçlanma.
Sahte uyduruk 'dokümanlarla' suçlamalarda bulunulması. Gözaltılar ve yargılamalar.
18 yılda yaşadıklarımız. Aslında hepsinin özeti ve adresi belli.

**

Hani deriz ya; 'Türkiye'nin yumuşak karnı' var diye.
Susurluk ta, Şemdinli de, Ergenekon da, son olarak ortaya çıkan 'bitirme planı'!
Bunlar 'deşifre' edilmedikçe; 'gerçeklerin' gün yüzüne çıkması kamuoyu nezdinde zordur.
Her ne kadar; 'vakanın' mağdurları bilse de, 'maskeler' düşmüyor.
Onun için diyoruz ki; Türkiye 'aydınlık' günleri yakalamak istiyorsa.
Altındağ Katliamı'nın 'iç yüzüne' deşmelidir. Geçmişle yüzleşmelidir.
Bunun için de; Meclis İnsan Hakları Komisyonu ve İnsan Hakları gibi.
Önemli 'kuruluşlar' bu tür vakaları 'araştırmalı-soruşturmalı'!
Ve kamuoyundaki 'vicdanı' rahatsızlığı, bertaraf etmeli.
Yoksa dün olduğu gibi bugünkü zevat da; 'o vebalin' sorumlusudur.
Evet. O 8 masum şehit insanı bir kez daha 'rahmetle' anıyoruz.