AK PARTİ VE LİDERİ BAŞARDI

3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde örgütün almış olduğu çatışmasızlık kararı vardı. 

Zaten Türkiye’de bu konuda inisiyatif örgütün elinde bulunuyordu. O isterse savaşı başlatıyor, isterse bitiriyordu.

Türkiye de örgütün davranışına göre ya sahaya çıkıp savaşıyor veya kışlasına çekiliyordu.

Yani ben bu konuda ipleri elinde bulunduran taraf olayım, silah dışında başka bir yolla bu işin üstesinden geleyim demiyor, saldım çayıra Mevla kayıra mantığı ile işleri götürmeye çalışıyordu.

Ak Parti iktidarı ile gerek Sayın Başbakanın yakın çevresinde bulunan danışmanlar ve gerekse genel toplantılarda bu meselenin hallinin Türkiye için ne kadar büyük ehemmiyeti olduğunu ifade etmeye çalışan vekiller, hemen her toplantıda bu sorunun barış ve diyalog yolu ile çözümünün ehemmiyeti üzerinde durdular.

Ak Parti ilk büyük toplantısını Antalya’da yaptı.

Orada çeşitli konular görüşüldü.

Ve ben de konuştum.

O zaman Güneydoğu sorunu diyorduk. Bu sorunun halli için atılması gereken adımlardan söz ettim.

Sayın Başbakan benim konuşmalarımı eleştiri gibi algıladı ve üzüldü.

İçim burkuldu.

O gün bir önemli Milletvekili toplantı sonrasında, bölge için kendini yaktın dedi.

Ben de, yanan ben olayım, millet yanmasın diye cevap verdim.

Sayın Başbakan bizimle ve bizden sonra da bölge Milletvekilleri ile çok sık toplantılar yaptı.

Allah var, bölge Milletvekillerinin büyük çoğunluğu sorunun hallinde HAK VE ADALETİN hakim olmasını istediler ve olaya bir Müslüman feraseti ile yaklaşılmasının önemi üzerinde durdular.

Doğu ve Güneydoğulu Ak Partili Milletvekillerinin bu sorunun barışçı bir çözüme kavuşturulması yolundaki düşüncelerinin, samimi yaklaşımlarının Sayın Başbakan üzerinde etkisinin olmadığını kim söyleyebilir.

2006 yılında dağda hayatını kaybeden 7 örgüt mensubunun Diyarbakır’da cenazeleri defnedilir iken çıkan olaylarda kimi insanlar hayatını kaybetmiş ve etraf yağmalanmıştı.

Biz de Diyarbakır’a gitmek üzere iken, akşam saatlerinde uçaktan indirildik ve Sayın Başbakanın konutuna gittik.

Başbakan bir taraftan bizimle ve diğer taraftan Diyarbakır Valisi Efkan Ala beyle konuştu. Hepimiz fikrimizi söyledik. Bana sıra geldiğinde “Sayın Başbakanım biraz merhamet” demiştim. Daha sonra bu fikrim, Cana geleceğine cama gelsin görüşü ile formüle edildi.

Sayın Başbakan kendi vekillerinin “vurun, kırın, daha da şiddet dememelerinden” etkilenmemiş midir? Bu mümkün mü? İşte ben o sebeple Ak Partiden gerek bizim dönemimizde ve gerekse bizden sonraki dönemlerde Milletvekilliği yapanların konjonktürel yaklaşımların değil, hakkın, adaletin hadise ve olaylara hakim olması gerekir yönündeki açıklamalarından ötürü büyük iş yaptıklarını düşünüyorum.

Hiç kuşkusuz Sayın Başbakanın fikir ve inanç dünyasına hakim olan “Ana Kaynak”, öldürmeden çok yaşatmanın daha ehemmiyetli olduğunu ona fısıldayıp durdu ve O da bunun gereklerini biraz yasal düzenlemeler ve biraz da “idari adımlarla” ardı arkasına attı.

Şimdi sıra hak ve hürriyetlerin Anayasal teminata bağlanmasına sıra geldi.

Atılan adımların Anayasal teminata kavuşmasının mümkün olduğuna Abdullah Öcalan da inanmış olacak ki, sürgit devam eden kardeş kanı akıtmanın daha fazla bir yararı olmadığına kani olunca barış sürecinde önemli rol oynamaya karar verdi.

Abdullah Öcalan’ın ruh dünyasına hakim olan kimi  duygu ve düşünceler şimdi onu, bu işi tamamen ben hallettim, ben bitirdim noktasına getirmiş olabilir. Onun bu konuda rolü elbette inkar edilemez.

Ama Kürt halkı da çok akıllı davrandı, bölük pörçük olmadı, Abdullah Öcalan’ın öncü rolünde bir çatlamaya sebebiyet vermedi.

Ama şurası çok net bilinmeli ki, bu işin esas mimarı Sayın Başbakandır.

O ve partisi Kürtlerin hak ve hukuku konusunda hukuki ve idari anlamda bir sürü adımı atmamış olsa idi, bugün buralara gelinir mi idi?

Bunun mümkün olmadığını sanıyorum herkes teslim eder, etmek zorundadır.

Yani barışın alt yapısı oluşmadan, haklar ve özgürlükler yönünden gerekli adımlar atılmadan, atılan adımlardan dolayı ülkenin en küçük bir zararının olmadığı görülmeden, birden bire mi barış masası kuruldu?

Hayır.

İş bir oya gibi işlendi ve taç olup Türk ve Kürt Milletinin başına kondu.

Şimdi yeni bir Anayasa yapma ve bu Anayasa da herkesin kendisini hür ve eşit kabul edeceği düzenlemeleri getirme zamanı.

Tabii gerek CHP , gerek MHP ve gerekse dış çevreler bunu Ak Partiye yedirmemenin gayretine gireceklerdir.

Yoksa beş dilde Newrozu kutlayan Ak Partili Cuma İçten beye bu kadar büyük muhalefet ederler mi idi? MHP hala ben varım başka kimse yok sevdalarında… bu aşk çoktan bitti dostum. Bundan sonra ben varım kimse yok argümanını kullanmaya devam edersen, PKK nın yaptıklarından beter duruma düşersin ve ülkeyi de içinden çıkılmaz badirelere sürüklersin.

Yeni Anayasa yapma sürecine girildiğinde ne CHP nin, ne MHP nin Ak Partiye bu fırsatı vermeyeceklerini açıkça yazdım.

BDP ile yapılacak bir Anayasaya bakalım millet ne diyecek diye de ekledim.

İçim cızzz ettiği için söylüyorum ve kamuoyunun bu sebeple ikna edilmesi bakımından çok önemli toplantılar yapılması gerektiğini ifade ediyorum. İçim neye cız etmiş? Şuna: Sanıyorum Habertürk Televizyonundaki o programı Ak Parti yetkilileri izlemişlerdir.

Türkiye’nin önemli kamuoyu kuruluşları yaptıkları araştırmalarda Ak Parti ile BDP nin birlikte yapacakları, Türk ve Türklükle ilgili kelimelerin çıkarılarak, herkesin kendisini ifade edebileceği Anayasal vatandaşlık hakkını içeren bir Anayasaya, yüzde altmışın üzerinde hayır oyu çıkmış. Bundan tabii ki çor ürktüm.

Halkoyuna sunulacak bir Anayasaya millet hayır derse, yandı gülüm keten helva.

Bu defa işin içerisinden kimse çıkamaz.

Çünkü genel af/veya ona yakın bir düzenleme/, Anayasal Vatandaşlık hakkı, Kimlik sorununun çözümü gibi konuları halletmeden, örgüt Kandile çekilse de silah bırakmaz/ mı?

Sanıyorum bu endişe İmralıya da aktarılmış ve böyle bir durumda yapılabilecekler kararlaştırılmıştır.

Görüyorsunuz işte bin bir türlü diken temizlenmeden güle varmak hiç de kolay olmuyor.