AKİL İNSANLAR KEŞKİ ANILARINI YAZSA

Akil insanların çalışmaları ile ilgili olarak çeşitli Televizyon kanallarında toplantılar yapılıyor, bu toplantılarda ülkenin il ve ilçelerini gezen bu insanların yaşadıkları anılar dile getiriliyor.

Bana çok enteresan gelen anılardan birisini Cemal Uşşak anlattı.

“Biz ekibimiz ile birlikte Konya’nın Kulu ilçesinde bir toplantı yaptık. Biliyorsunuz Konya’nın KULU ile CİHANBEYLİ ilçelerinde nüfusun büyük çoğunluğunu Kürt vatandaşlarımız teşkil ediyor.

Vatandaşlar ile barış sürecini konuşurken hemen herkes bu sürecin yanında olduğunu, gencecik insanlarımızın artık kanının akmaması için herkesin elinden geleni yapması gerektiğini söyledi.

O toplantıda olanların yüzde 65 ini Kürt vatandaşlarımız teşkil ediyordu. Tabii geri kalanını ise Türk vatandaşlarımız.

Kendisinin Türk olduğunu söyleyen bir vatandaşımız söz aldı ve “Sayın Başkanım ben bu süreci canı gönülden destekliyorum. Bizim aramızda zaten böyle bir sorun yok. Zira bu ilçede yıllardan beri Türkler ve Kürtler yan yana kardeşçe yaşadılar ve yaşamaya devam edecekler, biz biri birimizden kız aldık verdik, akrabayız, o açıdan bir an önce barışın gelmesini, halk arasındaki kardeşlik duygusunun perçinleştirilmesini istiyorum” dedi. 

Bu konuşmadan sonra heyet üyelerimizden Vahap Coşkun söz aldı ve konuşmasına Kürtçe bir girizgah yaptı. 2-3 dakika devam eden bu Kürtçe girizgah üzerine, o barış sürecinin arkasında olduğunu ve halk arasında hiçbir problemin olmadığını söyleyen vatandaş yerinden fırladı, “ne oluyor ya, sen niye Türkçe konuşmuyorsun, ben senin konuşmanı anlamıyorum, burası Türkiye” dedi.

Bunun üzerine gerek orada bulunan vatandaşlar ve gerekse biz bu tiraji komik manzaraya gülelim mi, ağlayalım mı bilemedik.

Vahap bey o vatandaşa döndü dedi ki, “işte asıl mesele bu. Bakınız yıllardan beri kardeşim dediğiniz insanların dilini yasakladınız, kültürünü inkar ettiniz, hatta kendilerini yok farz ettiniz. Onlar da senin gibi sıkıntılar yaşadılar, analarından öğrendikleri dili konuşmaktan dolayı itaba maruz kaldılar. Bu red ve inkar politikaları itilip kakılmalarına sebep oldu. Bugün meydana çıkan hadiselerin ana sebebi budur. Karşılıklı saygı, sevgi ve kabul olmaz ise, bizler daha büyük meselelerle karşı karşıya kalırız. Şimdi bir barış ortamı doğdu ve biri birimizi tanımak, anlamak için daha çok gayrete ihtiyacımız var. Evet burası Türkiye, kimse Türk kimliğinin, dilinin, kültürünün yasaklanmasını istemiyor. Sadece kardeşim dediğiniz insanların ret ve inkarına son verilmesi talep ediliyor” dedi.

Kürk kökenli bir vatandaşımız da toplantı sonrasında yanımıza geldi ve “bakın ben içeride endişelendiğim, bazı sorunların çıkmasından korktuğum için konuşamadım. Ben Kürdüm ve biz Kürtler bu ilçede çoğunluğu teşkil ediyoruz. Ancak dışarıda hasbel kader bir yakınımız ile anamızdan öğrendiğimiz dili konuşacak olsak, hemen çevredekiler bizi ikaz eder, kardeşim Türkçe konuş derler. O esnada başımızdan kaynar su dökülür gibi olur. Kendimizi yabancı hissederiz. Oysa burası bizim gerçek vatanımız, ana dili Türkçe olanın bizden ne ayrıcalığı var ki. Olan şu: Devlet onun arkasında bizim karşımızda, devletin böyle davranmaya hakkı var mı?” dedi.

Türkiye bu duygularla, bu konuşmalarla adeta çalkalanıyor. Ülkenin her tarafında artık Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıklar konuşuluyor. İnsanlar empati yapmaya başladı. Ya hakikaten onların yerinde biz olsaydık, onlara yapılanlar bize yapılsaydı halimiz nice olurdu diyorlar.

Bulgaristan’dan Jivkovun zulmünden kaçan Türkler bundan 20 yıl önce ülkelerini terk ederek Türkiye’ye sığınmış, özellikle Trakya bölgesinde bu ırkdaşlara yer ve yurt temin edilmişti. Yıllarca Türkiye’de kaldılar, Türkiye onların ana yurdu olarak ifade edildi ve Bulgar zulmü bitinceye kadar burada kalmaya devam edecekleri vurgulandı. Türkiye bu insanların her türlü ihtiyacını karşıladı. Bu esnada ülkenin doğu ve güneydoğusunda tek bir insan çıkıp da bunlar da kim oluyor, ne işleri var bu memlekette demedi. Türk ve Müslüman olan bu ırkdaşlara ve dindaşlara herkes elinden gelen yardımı yaptı.  Açılan hesaplara doğu ve güneydoğu illerinden de para aktı. Türkiye bu konuda Bulgar makamlarını gece gündüz demeden haklı olarak eleştirdi. Bulgaristan BM ler nezdinde şikayet edildi ve kınanması yolunda karar alındı. Bulgaristan’ın Türk kökenli vatandaşlarına yaptığı zulme son vermesi istendi. Eleştiriler öyle bir hal aldı ki, Jivkov rejimi daha fazla dayanamadı ve çöktü. Demokratik seçimler yapıldı, Türkler Haklar ve Özgürlükler Partisini kurdu, Parlamentoya 30 a yakın Milletvekili gönderme hakkı elde etti. Türkiye’deki Türk kökenli Bulgar vatandaşları ülkelerine döndüler. Türkçe dilinin öğretilmesine izin verildi.

Bulgar örneğindeki empatiyi bizlerin diğer vatandaşlarımıza da yapmamız gerektiği yolundaki düşüncelerimiz hala stabil bir zeminde yürümüyor. Alınması gereken daha çok mesafe var ve mesafenin açılmasına Kürtleri dağlara gönderen ülkenin resmi söylemi ve ırkçılığı sebep olmuştur.

O ırkçılık teknesine Hasan Celal Güzel gibi insanlar hala su taşıyorlar. Binlerce lira alarak yazmasına imkan sağlanan, üstelik eşi de Milletvekili yapılan bu insan, hemen hergün Sabah Gazetesindeki köşesinde, ırkçılık yapmaya devam ediyor. Dün Anayasa’ya konulmasını istediği bir başlangıç metni yazmış. Bu metni yarın nazarlarınıza vermeye çalışayım. Hala nasıl da büyük sorunların bizi beklediğini ve nasıl bir kağnı arabası ile yol almaya çalıştığımızı ifade edeyim.