ANILAR ANILAR

Geçtiğimiz Salı günü Mardin Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmama gideceğim.

Diyarbakır Havaalanına Pazartesi günü öğleden sonra indik. Arkadaşlar aldılar.

Şehre uğramadan doğrudan Mardin’e yollanıyoruz.

Şehir nerede ise güllük gülistanlık.  Hava açık.

Yakın baharın uzak kokusunu alıyorum. Bir var bir yok.

Ama Türkiye’nin diğer taraflarına göre şehir sanki ülkeye hediye edilmiş, elmas bir gerdanlık gibi.

Çüngüş, Çermik ve Ergani’nin bazı kesimlerinde kar var. Kulp, Lice, Hazro, Silvan dağları da kar altında. Ve Karacadağın zirveleri de karla kaplı.

Yani şehir çepe çevre elmas gerdanlık ile çevrili. Güneş ışıkları altında renkten renge giren kar tanelerinin her birisinin içerisinde yedi Beyza, saklı olduğu yerden göz kırpıyor.

Mavimsi, pembemsi, yeşilimsi.

Ankaranın aylardan beri devam eden ayazı bıktırmış olacak ki, Diyarbakır’ın ılık meltemi çok iyi geldi, buzlarım çözüldü. Paltom sırtıma değil, elimde bile ağırlık oluşturdu.

Çınar’a doğru gidiyoruz.

Sağlı sollu arazilere bakıyorum.

Nerede ise davasına girmediğim arazi kalmamış. Ve bu arazilerin cezaya dönüşen davaları.

İşte Şükürlü.

Her santimini elimle koymuş gibi biliyorum.

Çınara yaklaşınca şoföre yol kıyısında olan Camide dur ikindi namazı kılayım dedim.

Camiye varmadan İnşallah bir dostuma rastlarım diye içimden geçirdim.

Cami girişinde sırtlarında çantaları ve okul formaları ile üç küçük bebeye/ilköğretim okulu öğrencisine/ rastladım.

Namaz kılmış ayakkabılarını giyiyorlardı.

Oooo Allah kabul etsin ikindi namazınızı mı kıldınız dedim.

İçlerinden en küçüğü “ he ve biz yatsı namazı bile kalmışıh” dedi.

Tabi tabi Allah kabul etsin, ama Yatsı namazı diye sorunca, yine aynı çocuk “ abe anlamısan mı, biz hiç namazımızı kaçırmıyıh” dedi.

İçim gururla, sevinçle doldu.

Namaza durdum, dualar okudum. Rabbim bizi namazsız, bizi bu çocuklarsız, bizi ezansız, camisiz bırakma ve bir de bizi bize bırakma dedim.

Namaz sonrası cami avlusuna çıkınca peynircim Şeyhmus Dayıyı gördüm. Aradan yıllar geçmiş, hemen tanıdım ve  camiye girerken “inşallah bir dostum ile karşılaşırım” niyazım aklıma geldi.

Selamun aleykum deyince, bana döndü. Dayı ben Cavit Torun dedim.

Oy sana kurban olayım diyerek sarıldı.

Ben de ona.

En az bir yarım dakika öyle kaldık.

Yav Cavit Beğ sen nerdesen, niye hiç seni görmiyem dedi.

Dayı biliyorsun, gurbete gittik kaldık işte, kadere bir çalım atalım derken, o kendi çalımını attı, hem de arkadan faul yaptı dedim.

Eeee maç devam edimi dedi.

Yok dedim, hakem maçı iptal etti, başka bir zaman yeniden oynanacak.

Güldük.

Yanındakine beni tanıttı.

Cavit beg geçen dönem vekildi, şimdi düşmüş dedi.

Dayı arkadan çelme takılırsa, kim düşmez dedim.

Oy sana kurban olayım hele sen bir kartını ver, işimiz olsa seni ararız dedi ve arabaya kadar geldi. Sarılarak ayrıldık.

Müvekkilerimle görüşmek için Mardin Cezaevine girdiğimde hava kararmaya başlamıştı.

Görüşme bittiğinde ana binadan dışarı çıktım. Her taraf zifiri karanlık ve ayaz.  Epeyi yürüyüş mesafesi var. Rüzgar kamçı gibi yüzümde şaklıyor ve adeta ulurcasına sesler çıkarıyor. Sert rüzgar karşısında gözlerim hemen yaşarır, ağlar gibi olurum.

Gökyüzü açık ve yıldızlar sanki ışıklarını ilk defa yeryüzüne gönderiyor gibi göz kapaklarını açıp kapatıyorlar. İçimi yalnızlık duygusu kaplıyor. Mesleğe ilk başladığım 1979-1980 yılları imiş gibi bu saatlerde cezaevlerinde gezmem garibime gidiyor.

Şeyhmus dayının vekildi şimdi düşmüş lafı aklıma geliyor, tebessüm ediyorum.