ATMA CAN DİN KARDEŞİYİZ

Can Ataklı Cumartesi günkü yazısında halkın dini ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak amacıyla 1000 mellenin göreve atanmasına ilişkin bir yazı yazdı.

Can yazısında, göreve atanan bazı mollaların yapmış oldukları açıklamaları ile, 90 yıldan beri bugünü bekledikleri, Cumhuriyetin ilanı ile kapatılan Medreselerin de açılmasının an meselesi olduğu, kendileri ifade etmeseler de bir anlamda Cumhuriyletten rövanşı aldıklarını yazmış.

Can yazısında “toplumun dini ihtiyaçları var ise, elbette dini tedrisattan geçen kişilerin bu alandaki boşluğu doldurmak amacıyla devlet tarafından görevlendirilmelerinin makul karşılanabileceğini, ancak bu kişilerin yetiştiği Medreselerin faaliyete geçirilmesinin asla kabul edilemeyeceğini vurguluyor. Zira diyor Can, medreselerde pozitif bilimler okutulmadı, burada tedrisat yapan kişiler doğmatik kuralların hakim olduğu bir eğitime tabi tutuldular, birileri çıkıp “ya kardeşim Medreselerde müspet ilimler adına kimi bilgiler de verilmiştir ama, bu bilgilerin Kur’an da olup olmadığına bakılmış, eğer Kur’an/yani nakil/ doğruluyor ise alınmış, yok araştırılan konuya ilişkin olarak eğer Kur’an da hüküm yok ise vazgeçilmiş, böylece aklın yerine nakil almış ve ilerleme durmuştu. Şimdi Medreseler yeniden faaliyete geçer ise, toplum aklı bir tarafa bırakacak ve araştırılan konu hakkında nakilde bir açıklık var ise uyulacak, yok ise vazgeçilecek ve toplum geriye gidecek. İşte Cumhuriyet bunun önüne geçti, naklin yerine aklı koydu ve böylece ilerleme kaydedildi” diyor.

Can Ataklı’nın kendisine göre peşin kabulleri var.

 Bir kere o ne İslamı biliyor ve ne de medreseler hakkında bilgisi var.

İslam hiçbir şekilde, özellikle kevni işlerde sadece ve sadece  nakle müracaat etmez. Ortaya çıkan kevni bir oluşum, ki biz Müslümanlar buna Ayet deriz, Kur’an da yok diye inkar edilmez. Zira o kevni oluşumlar Yüce Allah’ın birer ayetidir. Kur’anı Kerimde hadise ve olaylar anlatılır, geçmişten ve gelecekten haberler veriler ve hemen arkasından yüzlerce kere hiç düşünmez misiniz, hiç akıllanmaz mısınız” diye ikaz eder.  Hiç düşünmez misiniz, hiç akıllanmaz mısınız, hiç şuurlanmaz mısınız ayetleri neyi ifade ediyor. Nakil yanında akla verilen ehemmiyeti göstermiyor mu? İşte size Rahman Suresinden bazı ayetlerin anlamı. “Rahman Kur’anı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı(düşünüp ifade etmeyi) öğretti.Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.(ey hesap kitap bilmezler Allah’tan korkun.C.T) Otlar ve Ağaçlar boyun eğerler. Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Ölçüde haddi aşmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziye eksik tutmayın. ….. Allah insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı. Cin’i de yalın bir ateşten yarattı. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz. O, iki doğunun iki batının rabbidir. O halde rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz. (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir, biri birlerine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir engel vardır, biri birine geçip karışmıyorlar. (Can bey Kaptan Custo’nun yapmış olduğu araştırmalarda bu hakikati 20 yüzyılda ortaya ancak çıkarabildiğini hatırla) o halde rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz. O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar. O halde rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz …. Ey  Cin ve İnsan toplulukları, göklerin ve yerin uçlarından, bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.(Daha ne yapsa idi Kur’an. Uzay aracının her bir santimetre karesinin ne olacağını da mı açıklasa idi. O zaman akıl nerede kalırdı, hani Kur’an nakilden ibaretti, akla yer yoktu C.T)  O halde rabbinizin hangi nimetlerini inkar ediyorsunuz. …. Gök yarılıp ta yanıp kızaran bir yağ gibi kırmızı gül haline geldiği zaman (ilmi tespitlere göre uzayda yıldızlar parçalandığı zaman kırmızı bir gül haline geliyormuş. C.T.) O halde Rabbinizin hangi nimetlerini inkar ediyorsunuz” diye hitap ediyor.

Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.S) Şama vali olarak atadağı sahabiye ne ile hükmedeceğini sordu. Sahabi Allah’ın Kur’anı ile diye cevap verdi. Peki orada hüküm bulamaz isen ne ile hükmedeceksin dedi. Peygamberin sözlü ve uygulamalı sünnetine göre dedi. Peki orada da hüküm bulamaz isen ne yapacaksın diye sorduğunda; Aklım ile hükmedeceğim dedi.

Olay budur.

Melleler güya medreselerde kimi ilmi meselelere de kafa yormuşlarmış ama,  bu konular hakkında Kur’an da hüküm var mı, yok mu diye araştırmışlar, nakilde hüküm yok ise vazgeçmişlermiş…

Bundan büyük yalan olamaz.

Bu önerme batılıların Müslümanlara kabul ettirdikleri bühtandan başka bir şey değildir.

Can bey eğer bu iddialarına tek bir örnek gösterebilir ise, biz de amenna Can doğru söyledi, ulema yanlış beyanda bulundu deriz. Ya aksi ise…

Batılılar Kilisenin tasallutunda asırlar boyu kaldılar. Kadınları Şeytan ilan ettiler. Akılla hiçbir ilgisi olmayan doğmatik nakiller peşinde koştular.

Onlar bu durumda iken Müslümanlar Endülüste, Gıranatada lslamdan aldıkları feyz  ve aklın araştırmacılığında, bir yıldız gibi parlıyorlardı.

Tıpta, Fizikte, Kimyada, Cebirde, Astronomide, Kozmoğrafyada her gün yeni bir keşfe imza atıyorlardı.

Müslümanlar inançları gereği hiçbir küçük şeye talip olamazlardı. Zira onlar Allah’a inanıyorlar ve O’nun tahayyülleri aşan büyüklükte olduğunu biliyorlardı. Mesela diyorlardı, güneş dünyamızdan 1 Milyon defa daha büyüktür, ama M 31 Nebulozu, Güneşten 3 Katrliyon, 550 trilyon defa daha büyüktür, bu da sadece keşfedilebilen bir varlıktır, ama henüz kainatın esrarında keşfedilemeyen daha ne yıldızlar, Kehkeşanlar var ama, rabbimiz bunlardan daha büyüktür ve onun büyüklüğünün sınırı yoktur. Böyle bir inancın sahibi olan Müslümanlar nakille yetinmişlermiş, akla ehemmiyet vermemişlermiş…

Müslümanların hiçbir zaman karanlık dönemi olmamıştır. Oysa batı kilise tasallutunda kaldığından ve akla hayale gelmedik sapkınlıklar yaşadığından, bir Aydınlanma dönemine ihtiyaç duymuş ve o sırada Endülüs Emevileri ve Büyük Endülüs Medeniyetini hazır halde bulmuşlar ve bu medeniyetin getirilerine sahip çıkarak, Aydınlanmanın bir sonucu olarak teknik ve teknoloji alanında Müslümanları alt etmişlerdir.

Cenabı Allah Yasin Suresinde  “Güneş te kendisine takdir edilmiş olan bir mecrada “akıp” gider. Bu Alim ve Aziz olan Allah’ın bir takdiridir. Biz Aya da menziller tayin ettik. O kurumuş hurma salkımının dalı gibi(hilal) olur. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler”

Batı dünyası Farabiden, İbni Sinadan, El Cabirden ve diğer İslam alimlerinden teknik ve fen alanında çok büyük istifadeler etmişlerdir. Bugün İngiltere’de açılmış olan İslam Medeniyetleri Müzesinde sergilenen eserler, buluşlar, batı medeniyetinin kimden ne aldığını açıkça ortaya koyuyor.

Medeniyetler bir günde alınmaz ve bir günde alınanların iadesi söz konusu olmaz.

Bizim karanlık dünyamız son 300 yılda yaşadıklarımızdır.

Doğuda Cengiz Hanın, batı da Haçlıların istilaları olmasa idi, bugün dünya belki geldiği noktadan daha ileri bir aşamada olabilirdi.

Can bey istersen al bir Kur’an tercümesi oku, orada Hz.Süleyman’ın yanındaki bilim adamlarının Saba Melikesi Belkis’in tahtını nasıl da göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa sürede naklettiklerini görürsün. Bilim dünyası henüz eşyanın aslının bir yerden bir yere naklini gerçekleştiremedi. Ve yedi kat gökten ilk tabakasındaki varlıklara ulaşamadı.

Müslümanlar 300 yıllık açığı kapatmak için şimdi çalışmaya başladılar. Biz Kur’ana inanıyoruz, onun müjdesinin bir gün gerçekleşeceğini ve Müslümanların ilmin her alınanda kendilerinden olmayanlara galip geleceğini biliyoruz.

75 Milyon insan içerisinde kendileri ile az çok teşriki mesai yapmış olduğum ve bu münasebetle tanıdığım Mellelerin toplumu geriye götürecekleri ve Cumhuriyetin kazanımlarını yok edecekleri yolundaki absürd düşüncelerin!!! Hiçbir ehemmiyeti yoktur.

“Utlubul İlme velev kane bissiyn” –İlim Çin’de de olsa gidip arayın, diyen Peygamberin mirasçıları olan Alimlerin ilme ve irfana karşı tavır geliştirebileceklerini düşünmek! Abesle iştigaldir.

Türkiye’nin şu anda AR-GE çalışmalarına ayırdığı toplam para 2 Milyar dolardır. Oysa batı ülkelerinde bir orta büyüklükte bir şirketin bu alana 150-200 Milyar dolar para ayırdığını düşünür isek, elbette kusurun iman ve inançta değil, aymazlığımızda olduğu ortaya çıkar.

Japonlar gelip bizim oturduğumuz evleri görünce küçük dillerini yutacak oluyorlar. Ve Türkiye’nin çok büyük lüks ve ihtişama sahip olduğunu, geliştiğini ifade ediyorlar. Evet büyük büyük binalar yapmak bu devirde çok büyük ilmi ilerlemeyi gerektirmiyor. Aslında bu, bizim nasıl da çapananoğlu bir mecraya sürüklendiğimizin en önemli işaretidir. Keşke o hiç kullanmadığımız salonların parasını AR GE çalışmalarına sarfetse idik ve Cumhurun esas kazancının fen, teknik, bilgi, uzay araştırmaları, sağlık harcamaları, kansere çare bulma olarak karşılık bulsaydık.

Batı dünyasının son 50 yılda elde ettiği teknik ve fen alanındaki ilerlemelere, Melleler engel olduğu için mi uyum sağlayamadık?

90 yıllık Cumhuriyet döneminin tökezlemesinde mellelerin nasıl bir rolü olmuş?

                                               VEYSEL ÇELİK OLAYI.

Kendisi ile bir süre siyaset yaptığımız Veysel Çelik’in kaçırılışına üzülmüştüm.

Ak Partinin Diyarbakır il kongresinden sonra Batman üzeri İstanbul’a Selahattin Demirtaş Bey ile birlikte dönmüştük.

Yolda bir çok konuyu konuştuk. O arada Ak Parti Kulp İlçe Başkanı Veysel Çelik’in kaçırılışını da gündeme taşıdım. Ben bunlar doğru şeyler değil, toplum hiç hoş karşılamıyor. Örgüt bu tür eylemleri ile güç gösterisinde bulunuyor ama, toplumda sivil, korumasız vatandaşlara karşı yapılan bu tür eylemler acziyet olarak görülüyor dedim.

Artık Veysel Çelik teslim edildiği için bu konuyu rahatlıkla yazabilirim. Selahattin Bey “biz de bu tür olaylara çok üzülüyoruz. Ailesinden insanlar geldi, yardım talebinde bulundular. Elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. İnşallah sağ salim ailesine kavuşturulur” dedi.

Selahattin beyin o anki açıklamaları yüreğime su serpti. Zira Veysel Çelik tanıdığım kadarı ile zavallı bir  memleket çocuğu idi. Zarar görmesi hepimizi derinden üzerdi. Geçmiş olsun, darısı diğer kaçırılan vatandaşların başına diyelim.