BARIŞTA ÇAYCILARA DA ROL DÜŞER Mİ?

Süreç işliyor, inşallah olumlu bir şekilde sonuçlanır ve hepimiz 30 yılı aşan kâbustan kurtulma imkânı buluruz.

Devletin bilmediğini zannettiğim hususlardan birisi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanının kahir ekseriyetinin terörü benimsemedikleri, bölgede hayatını kaybeden Askerlerin cansız bedenlerinin ailelerine teslim edilmesini kabul etmedikleri gibi kendi evlatlarının da dar bir yamaçta veya bir uçurum kenarında parçalanmış cesedini görmeye tahammüllerinin olmadığıdır.

Bir süre önce yazmıştım. Kızıltepede bir evde biri birleri ile akraba olan insanların hem BDP ye, hem Ak Partiye ve inanmayacaksınız ama, hem de MHP ye oy verdiğini konuşma esnasında tespit etmiş ve bu insanların yaptıkları sohbetlerde tatlı atışmalarına şahit olmuştum.

O konuşmalardan sonra ortaya çıkan sonuç, arkadaş biz terörü istemiyoruz, bizim evlatlarımızın da, Anadoludan bölgeye Askerlik yapmak için gelen 20 yaşlardaki çocukların da ölmesini kabul etmiyoruz, ancak Kürtlerin hak ve hukukunun hala tartışma konusu olmasını, devletin salim akılla olaylara yaklaşmaması olarak değerlendiriyoruz. Sorun çözülsün göreceksiniz Türkiye ve özellikle bölge orta doğunun yeni bir cazibe merkezi olacaktır sözlerini aktarmıştım.

Kızıltepelilerin bu yorumuna, bu sene içerisinde Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde Devlete ait 2000 metre kare civarında bir taşınmazın 6 Milyonun(Trilyonun) üzerinde bir rakam ile satıldığını, 2 dönümlük bir arsaya bu kadar fiyat veriliyor ise, ilçede ve pek doğal olarak bölgede çok canlı bir ticari hayatın olduğu ortaya çıkıyor. Üstelik terör can alıcı bir halde varlığını sürdürür iken. Eğer terör biter, barış sağlanır, Kürtler Cumhuriyet sonrası 90 yıllık rüyalarına kavuşurlar ise, bölge ekonomik olarak uçar ve Türkiye’yi de uçurur demiştim.

Bugün Diyarbakır Söz Gazetesinin manşet haberlerinden birisinde, barışın henüz telaffuz edilmesinin bile bölgede hareketliliğe sebep olduğunu ve yüzlerce kişinin yatırım yapmak üzere harekete geçtiğini öğreniyoruz.

Ankaradayız. Gittiğimiz her yerde insanlar bizi söze tutuyor, süreç ile ilgili sanki başkalarının bilmediği hususlarda bilgi sahibi imişiz gibi görüşümüzü almaya çalışıyorlar.

Sorulardan birisi şu. Türkiye son iki yılda terör ile yeterince mücadele etmiyor, yediği baskınlar sebebiyle zor durumda kaldı, o sebeple barış masasına oturdu. Askerlerin tutuklanması bu mücadelede olumsuz etki yarattı, şimdi Hükümet bakalım nasıl bu işin altında kalkacak/ kalkabilecek  mi?

Evet görüyorsunuz değil mi? propagandayı.

Sordukları sorunun içerisinde cevabı da saklı olan bu insanların nasıl menfi bir propagandaya alet oldukları zaten sırıtıyor. Ergenekon mantığı da, Ergenekoncuların savaşı da var hızı ile toplumda yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.

Ama ben bu maksatlı sorulara karşı yüksünmeden, bu bir MHP ağzıdır. MHP liler bu konuda kamuoyunu ciddi manada maniple etmek istiyorlar. Buna inanmış görünüyorlar. Pek tabii toplumun bu yönde ajitasyonu için ellerinden geleni yapıyorlar.

Türkiye’nin son iki yılda terör ile yeterince mücadele etmediği, meydanı örgüte bıraktığı ve sonucunda da zor durumda kalınca, barış masasına oturduğu yolundaki düşünceler tam bir safsatadır.

Belki işin tersi doğrudur.

Yani Türkiye bundan önceki dönemlerde olmadığı kadar terör ile mücadelede başarı sağlamıştır, örgüt sıkışmıştır, o sebeple örgütün ve resmi ağızlarının bırakın ayrı bir devlet kurmayı, federasyonu; yerel özerklik şartından bile vazgeçtikleri,

Anayasal, eşit vatandaşlık hakkının sağlanması, kimliklerin tanınması, Anadilde eğitim, KCK tutuklularının serbest kalması ve Abdullah Öcalan’a özgürlük gibi taleplerle sınırlı kalmak üzere söylemlerini geliştirdikleri ortaya çıktı, o sebeple barış masasına oturuldu dememiz bile abes. Yani ne o doğru, ne de bu. Herkes yoruldu.

Görünen köy kılavuz istemez.

Hem devlet ve hem de örgüt bu konuda ehlileşmişlerdir.

Her iki taraf da hatalarını fena şekilde anlamışlardır.

Sürgit kan akıtmanın bu aşamadan sonra hiçbir yenilik getirmeyeceği ve hiç kimseye bir yararının olmayacağı ortaya çıkmıştır.

Devlet 1990 lı yıllarda yaptığı hataya bir daha düşmemiş, Kürt vatandaşlarını teröre bulaşanlardan ayırmış, hizmette ayırımcılığa son vermiş, son 10 yılda doğu ve güneydoğu Anadolu bölgeleri tarihinde görmediği hizmeti almıştır.

Okulsuz, susuz, yolsuz, sağlık ocaksız köy kalmamış, bütün ilçeler Hastahaneye kavuşmuş, hastaneler göstermelik olsun diye açılmamış, önemli Ameliyatların ilçelerde yapılması temin edilmiştir. Güneydoğu ve Doğunun en ücra illerine kadar ikili yollar yapılmış, Üniversitesi ve Havaalanı olmayan il kalmamış. İşte daha dün Şırnak Silopide 800 Milyon dolara yapılan termik elektrik santralinin Sayın Başbakan tarafından açılışı yapıldı, diğer üniteleri de bittiğinde 2000 in üzerinde insanın çalışmasına imkan hazırlanmıştır. Daha fazlasının yapılması an meselesidir.

Devlet Kürtlerin ret ve inkârından vazgeçmiş, bunu en yüksek perdeden ilan etmiş, ediyor, bir defa söylendi vazgeçildi değil, sürekli biçimde yeri geldiğinde ifade ediyor, örgüt de ayrı bir devlet kurmaktan, federasyon idealinden ve özerk yönetim gibi taleplerinden sarfı nazar etmiştir.

SIZAN MEKTUP MESELESİ.

Hep söylüyorum.Bu işlerde iyi niyet esastır.

BDP nin mektubu sızdırdığı artık ortaya çıkmıştır.

Bu konuda da bana soruyorlar, BDP mektubun kendileri kanadından sızdığını nasıl tespit etti.

Diyorum ki, çok basit.

Önce Namık’ı çağırmışlardır. Gel bakalım Namık, sen bu mektubu kimden aldın.

Namık’ı Diyarbakır da yaptığı muhabirlik döneminden tanıyorum. Özellikle DGM lerdeki davaları takip ederdi. Daha sonra Parlamento’da muhabirlik yapmaya başladı.

Namık bildiğim kadarı ile dürüst ve onurlu bir gazetecidir.

Bunu ona, onu buna satacak adam değildir.

İmralı tutanaklarını bilgi ve becerisi ile elde etmiş olabileceği gibi(işte çaycı meselesi falan), bu mektup kendisine bilinçli bir şekilde de sızdırılmış olabilir. Hani iddia edildiği gibi Abdullah Öcalan’ın kadınlara ilişkin ve eşinden boşanması hakkında söyledikleri cımbızlanarak mektup servis edilmiş ise, bu servis işi kesinlikle bilinçlidir. Sızdıranlar bu eylemi kasıtlı yapmışlar ve böylece kendilerine göre, Kürt halkının ve Türk insanının Abdullah Öcalanın fikrinden haberdar olması, gardını ona göre alması amaçlanmıştır. Böylece BDP siyasette kuşkuya, iyi niyet de endişeye sebep olmuştur.

Namık görüşme tutanaklarını Altan Tan’a göstermiş, o da bire bir tutuyor değerlendirmesi yapınca, kendi üstlerine yayınlanmak üzere göndermiş ve tutanaklardan bu şekilde kamuoyunun haberi olmuştur.

Altan Tan bu gizli bir belgedir, kamuoyu ile paylaşılması bir takım sorunlar yaratır dememiştir. Kendisi üzerinde bir takım şüphelerin belirmesi üzerine Altan Tan, bu benim üzerimden yapılmadı, kimin yaptığı ve nasıl yapıldığı biliniyor demiş, böylece tutanağın sızdırılmasında BDP nin üzerine düşen hassasiyetin yüzde doksanını yerine getirmediği ortaya çıkmıştır.

“Tashih edilmiş” imralı tutanaklarını Namık, artık çaycıdan mı aldı “çayban” dan mı aldı, ehemmiyeti kalmamıştır.

İmralı da, Kandil de, BDP de, Avrupa da bilmeli ki, bugüne kadar yükselttikleri savaşın pik noktası burasıdır. Bundan sonrası bir halk ayaklanması başlatmaktır ki, onda muvaffak olunamadığı, Kürt halkının kardeşleri ile birlikte bir katlü kitale kalkışmak istemediği, özellikle 2012 yılı pratikleri ile belirlenmiştir.

Görüşmelere bir de bu açıdan bakmakta yarar vardır.

21. Mart.2013 Newrozunda kalıcı barış için süresiz /kalıcı/ ateşkes ilan etmenin daha bir ehemmiyeti olduğu, barışın herkes bakımından iki yüzlülüğü kaldırmayacak kadar önemi ortaya çıkmıştır.