BAŞBAKAN'IN SURİYE GEZİSİ

Türkiye’nin yaşadığı hay huy içinde Sayın Başbakanın ve beraberindeki ,nerede ise Hükümet üyelerinin yarısının Suriye ziyareti arada kaynadı.

Oysa bu gezi sırasında yaşanan sıcak anlar ve sonrasında iki ülkeyi ilgilendiren çok önemli konularda yapılan/imzalanan 50 e yakın anlaşma bölgede yeni bir çığır açacak niteliktedir.

Birinci Dünya harbi sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye’den kopan Suriye ve halkı , pek doğal olarak Türkiye ile olan münasebetlerinde soğukluk yaşadı.

Türkiye 2.Dünya Harbi sonrasında kendisine Batı İttifakında bir yer seçerken, Suriye tam tersini yaparak gitti Sovyetlerin uydusu oldu.

Arap dünyasında BAAS REJİMLERİ bu süre içerisinde kendisine yer buldu.

(Biz İman ve inancı serbest bırakıyor, hatta bunlara sahip çıkıyor diye Amerikayı sevdik ve onun kollarına atılıp sinesinde kendimize yer bulduk. Arap ülkelerinin İslam iman ve inancına karşı çıkan BAAS rejimlerine kayışını, İslamın kökeninin sahipleri olarak bu ülkelere bir türlü yakıştıramadık)

Aslında Suriye’nin,Irak’ın,Mısır’ın Sovyetlerin kucağına itilmesinin ana sebebi,Osmanlı’dan kopuşlarıdır.

Hiç kuşkusuz 2.Dünya harbi sonrasında Türkiye Sovyetler ile beraber olsaydı, bu devletler,sırf Osmanlı köklerine karşı çıkmak için batı ittifakı içerisinde yer alacaklardı.

Sovyetler yıkıldı , Baas Rejimlerinin izleri sadece Suriye ve Mısır’da kaldı. Sıcak ilişkilerin en yoğun dönemini yaşasak ta, Mısır gibi, Suriye gibi ülkelerde BAAS rejimlerinin izlerini hala sürdürmesinin sebebini, iktidarda bulunan ailelerin, yerlerini sağlam tutma gayretinden başka bir şey ile izah edemediğimizi belirtmemizde bir mahzur yok.

Baas rejiminin en önemli temsilcilerinden birisi olan Nusayri kökenli Beşşar Esedin babası Hafız Esed rejimini ayakta tutmayı, bölgenin en güçlü ülkesi olan Türkiye’ye husumet beslemekle becerdi.

O, batı ittifakı içerisinde yer alan, demokrasi ile idare edilen, aynı zamanda halkı Müslüman olan Türkiye’ye düşmanlık beslemez ise rejiminin sarsılacağını çok iyi biliyordu. Türkiye ile münasebetlerin sıklaştırılması Demokratik Rejimin kendi ülkesine ithali anlamına geleceği korkusu ile , sistemini Türkiye düşmanlığı üzerine geliştirdi. Irak Baas Rejiminden, Lübnan Falanjistlerinden, Mısır Baas yönetiminden destek alarak , Türkiyenin güney ve doğusuna bir sur çekti ve bu arada Kıbrıs Rum Yönetimini de kullanmaktan çekinmedi.

Özellikle Irak ve Suriye Baas rejimleri Türkiye ile aralarına “sistematik surlar” çekerken, esas amaçları , halkı Müslüman olan bu ülkelerin insanlarının inancı ile hiçbir şekilde bağdaşmayan Komünist rejimlerini ayakta tutmak için, iki konuda kendi haklarına yalan söylediler.

1- Türkiye elindeki su kaynakları sebebiyle bizi susuzluğa ve açlığa mahkum ediyor,

2- Türkiye’nin bunu yapmasının ana sebebi, bizi işgal etmek.

Hafız Esed’ın Baas Rejimi , güya Türkiye’den gelen bu saldırıları, terör örgütlerini bağrında besleyerek karşı koydu.

Uzatmayalım, o günler şimdi çok gerilerde kaldı.

Hafız Esed’ın ölümü, Suriye için şer olmaktan çıkıp, hayra dönüştü.

Esed’lerın aile iktidarları hala ayakta, şimdilik bu sistemin değişmesi imkansız olmasa da çok zor görünüyor. Suriye’nin diktadan çıkıp, demokrasiye evrilmesi zaman alacak. Fakat Suriye halkının şu andaki rejimden bir şikayetleri yoksa, doğrusu oradaki Başkanlık Sisteminin değişmesi veya böyle kalması bizi pek fazla ilgilendirmiyor.

Bizi ilgilendiren iyi bir eğitim aldığında şüphe bulunmayan Beşşar Esed yönetimindeki Suriye’nin, gerek bölgesine ve gerekse dünyaya karşı, barışı isteyen, iyi dostluk ve komşuluk ilişkilerini daha da geliştirmenin önemini kavrayan bir portre çizmesidir.

Batı dünyası Türkiye eli ile Suriye’yi ehlileştirir iken, Suriye yöneticileri kendilerinden emin bir biçimde işlerine devam ediyor ve her türlü argümanı kullanarak ülkelerini geliştirmenin adımlarını atıyorlar. Bu açıdan Türkiye ve şu anda O’nun başında bulunan yönetimi(Cumhurbaşkanlığı ve Hükümeti dahil) onlar için iyi bir fırsat.

Çünkü, Suriye yönetimine karşı Türkiye bir tehdit unsuru oluşturmuyor,

İki Ülkenin biri birine ciddi manada ihtiyacı var,

Her iki ülke halkının büyük çoğunluğu Müslüman, hatta sınır boylarındaki illerin insanları biri birlerinin akrabaları, üstelik bu akrabalık camid/donmuş/ değil, olabildiğince aktif, evlenmeler devam ediyor, dayılar orda amcalar burada, halalar orada, teyzeler burada.

Türkiye Fırat ve Diclenin sularının, onlara yetecek kadar akıtılmasında gerçekten sorun yaratacak ülke konumunda değil,

Suriye’nin gerekli tedbiri alması,yeni barajlar yapması halinde su sorunun kökten çözümü gündeme gelecek, Türkiye’nin bu konuda önemli deneyimleri var, Su ve Barajlar konusunda önemli uzman durumunda bulunan Bakan Veysel Eroğlu, bu sebeple bir çok anlaşmaya imza attı.

Aslında kim ne yapar ise kendisine yapar diye bir sözümüz var. Suriye BEKAA VADİSİNDEKİ bir sürü örgütü topraklarından çıkartmasaydı, bugün bu 50 anlaşmanın hiçbiri imzalanamazdı. Su sorun olmaya devam ederdi. Beşşar Esad yönetimi teröre destek veren şer ülkeler kapsamından çıkartılamazdı, dolaylı da olsa İsrail ile Suriye arasında bir barış anlaşmasının imzalanması gündeme gelemezdi. Eski hal devam etse idi, Suriye bu durumdan ne kazanırdı?Hiç.

Yukarıda belirttiğimiz bütün konularda Sayın Başbakan önemli deginimlerde bulundu ve lüzumsuz gerginliğin kimseye bir yararının dokunmadığını ifade etti.

Tabiiki Ak Parti Hükümetlerinin muhalifleri bu büyük gelişmeyi , ya görmezden gelecekler veyahutta “Türkiye Batıdan Kopuyor,Eksen Kayması Yaşıyor” gibi değerlendirmelerle, yalan dolanla iftirada bulunacaklar.

Evet bu gelişmeler , bundan tam dört sene önce Diyarbakır Söz TV nin bir Ana Haber Bülteninde söylediğim “Türkiye ile Suriye arasında sınırlar niye var, Türkiye ile Irak arasında sınırlar niye var, bu sınırlardaki mayınlar bizi neden koruyor” argümanları ile ilişkilerdeki soğukluğa karşı çıkışımın anlamı bugün daha iyi anlaşılıyor. Çok şükür.

“Mü’minin ferasetinden sakının(önemseyin, dikkate alın), çünkü o ,Allah’ın nuru ile bakar”

BU YAZI 24.12.2009 TARİHİNDE GAZETENİZ SÖZ DE YAYINLANMIŞ.

Bu geziden sonra da Suriye ile ikili ilişkiler yazımızın boyutunu çok aşan gelişmeler gösterdi.

Asi Nehri üzerinde ortak baraj yapımına karar verildi. İki ülkenin ortak Bakanlar kurulu toplantıları yapıldı 2011 yılında. Şenghen’in yerine ŞAMGEN kuruldu. Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriyenin katılımı ile gerçekleşen Şamgen tam bir ekonomik birlik oluşturmayı hedefliyor, bu ülkeler arasındaki gümrük duvarlarının kalkmasını öngörüyor ve isteyen komşu ülkelerin bu birlikteliğe dahil olabilecekleri belirtiliyordu.

G- 7 lerin yerine Erbakan Hocanın formüle ettiği D-8 ler batıyı çok korkuttu ve Erbakan hoca iktidardan yolculandı.

O günden bu güne geldiğimiz noktaya bakar mısınız.

Birden bire Arap Baharının burada da esmesi gerekiyormuş denilerek, Esed’in son sürat bir takım kararlar alması istenildi. Aslında Esed ne yaparsa yapsın, ismine bahar denilen kan pazarı tezgahını bir kere açmıştı. Ne demekti Şamgen, mamgen. Hemen yaygaraya başladılar, Türkiye başını doğuya çevirdi diye.

Gerçekten ne olduğunu anlayamadığımız bir biçimde, birden bire Esed hedef haline geldi ve sanıldı ki, o bir tek kişidir. Şimdi kimse inanmayacak ama, tekraren yazdığım için söylüyorum ve bu bir bilgidir, Suriye’de kim kime karşı savaşıyor bu belli değil. Nazarlara verilmek istenen İslamcı örgütler savaşın/muhalefetin/ başat aktörüdür görüşü, doğru değil. Emevi Camii İmamı Ramazan El Boti, muhaliflerce öldürülmüştür.

İsrail’in daha bir süre güvenliğini temin için, Suriye olayına Türkiye bulaştırılmış, iki Müslüman ve en büyük sınıra sahip ülkesi düşman haline getirilmiştir.

Reyhanlı olayı bir örgüt olayı değildir, DHKP-C örgütü taşeron olarak kullanılmış olsa bile.

Olaya katıldığı söylenen kişilerin bulundukları yerde ele geçirilen 5 Milyon Suriye lirası ki, 120 bin lira ediyormuş, olsa olsa bizim gerçekleri görmemizi engellemek amacıyla sahneye konan bir PERDEDEN ibarettir. Reyhanlı patlamasının bu para karşılığında yapıldığı yolundaki itiraf, bir vakıa da olsa, bana göre gerçeğin kendisi değildir.

Biz cambaza değil, CİA ye, MOSSAD’a bakmalıyız.