BATI ÖLDÜRMÜYOR AMA OLDURUYOR MU? OLMAYINCA İNSAN ÖLMEZ Mİ?

Batıcı zihniyetin iflah olmaz temsilcileri, Arap ülkelerine çatmak için fırsat kollarlar. Ortaya bir imkan çıksında şöyle ağız dolusu bir küfredelim sevdası iliklerine işlemiştir.

Batılılar nasıl bizi insan yerine koymuyor ise, bizimkilerde Arapları aynı kefeye koymaktan çekinmezler.

Batılıların Türkiye’ye karşı her olumsuz tutumunun altında bizim hatamız vardır yavesini yumurtlarlar.

Biz batılılara karşı hep hata yaparız, Araplar da bize karşı hata yaparlar, zihniyet budur.

Hiç akıllara gelmez ki, batılılara karşı bizim hatalarımız olabileceği gibi, onların da bize karşı yanlışları olur.

Hatta batılılar bizi emperyal düşüncelerinin ilk ve en önemli hamudu olarak gördüklerinden, haklı haksız olduğumuzu gözetmeden vurun abalıya kuralını işletmekten bir an olsun çekinmezler ve bu ahval sebebiyle bizden daha çok hata yaparlar.

Alın size AB liğine girme meselesini.

Türkiye’nin AB liği ile olan münasebetleri 1950 yılında başlıyor. Tam 60 senedir bu ülke AB liğinin kapısında bekliyor.

Türkiye’de kurulan bütün hükümetler AB liğine üye olma konusunda samimiyetle ellerinden geleni yaptılar, müracaatlarda bulundular,Türkiye’nin daha fazla kapılarında bekletilmesinin onurlarını rencide ettiğini açıkladılar, hatta Türkiye’nin aleyhine olmasına rağmen Gümrük Birliğini kabul ettiler, ardından verilen sözler uyarınca AB liği ülkelerinde, en azından iş adamlarının serbest dolaşımını, ardından işçilerin serbestçe iş arama haklarını ifade eden anlaşma hükümlerinin yürürlüğe girmesini beklediler, ama nafile.

Bu işlerin resmi ayağının bir kısmını tanıma imkanı bulduğumuz için, gidin bakalım Avrupa ülkelerine , orada yöneticilerin sizlere bakışını bir görün, tavırlarının ne anlama gldiğini test etmek için gözünüzü açın, ortaya çıkan manzaralar çoğu zaman midenizin bulunmasına sebep olur.

Son zamanlarda işlerin böyle gitmeyeceği alınan kararlar , takınılan tavırlarla bir nebze gösterilince, oradan esen rüzgarlar, bizim avanakları da hemen etkisi altına almaya başladı.

Vay Türkiye Batıdan kopuyor, Arap Ülkelerine yanaşıyor,bu Araplar hakikaten bizim kendilerine gösterdiğimiz ilgi kadar bizi seviyorlarsa hemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanısınlar  teraneleri ortalığı kasıp kavuruyor.

Böylesine kin ve düşmanlık üzerine kurulu, böylesine hamaset kokan, böylesine kendi iç dinamiklerinin özgün yapısından zerre kadar haberi olmayan avanaklar, şecaat arzedeyim derken, merdi kıpti gibi kendi sirkatlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar, Bir Buçuk Milyon Gazzeli tam bir açık hava hapishanesinde yaşam savaşı verirken, onlara sivil toplum kuruluşlarımızın yaptığı bir yardımı çok görerek, hadi onlar da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanısınlar bakalım diyorlar.

Bir kere Türkiye hiçbir zaman KKTC’nin tanınması için bir büyük çaba içerisine girmiş değildir.

Bizim bütün siyasilerimiz, hükümet yetkililerimiz bu konu ile ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda , hiçbir zaman KKTC nin sorununun çözümü tabirini kullanmamışlar, hep Kıbrıs Sorununun çözümü için atılması gereken adımlardan söz etmişledir.

Toplumlararası görüşmeler, zaman zaman kesintiye uğrasa da, hiçbir zaman iplerin koptuğu Türkiye tarafından ifade edilmemiştir.

BM lerin organizasyonu ile hazırlanmış olan ANNAN Planı, Kıbrıs’ta iki toplumun referandumuna sunulmuş, Türk tarafı bu planı 2004 yılında % 65 gibi yüksek bir oy oranı ile kabul etmiş iken, Rum tarafı bu oranda bir oy nisbeti ile reddetmiştir. Ama ona rağmen ilişkiler, görüşmeler kesilmemiş ve birleşmiş bir Kıbrıs’ın oluşması için çalışmalar aralıksız sürdürülmüştür.

Yani siz dünya uluslar ailesinin bir parçası olarak KKTC nin Kıbrıs’ın bütününden koptuğu ve artık tanınması gerektiği hususunda bir adım atmamışsınız ki, Arap ve Müslüman ülkeler neden KKTC yi tanımıyor diye, onları levmetme hakkına sahip olasınız.

Araplara karşı bir iyiliğimiz dokunmasın, hemen karşılığı isteniyor.

Bir buçuk Milyon Müslüman dindaşınız,hatta bir kısmı Osmanlı zamanında gidip kaldıkları için ırkdaşınız orada dünyanın tanıdığı en büyük vahşeti yaşıyor, sabah akşam evlatları katlediliyor, yıkılan damlarını tamir için bir avuç çimentoya muhtaçlar, çocukları ilaçsızlıktan gözleri önünde ölüyor, su yok,su, daha bir yıl dolmadı 1500 insanları vahşice kaltedildi, bunun üç mislisi yaralandı, bunlar görülmüyor, iki gemi erzak, çimento , demir götürdü diye, adam başlıyor, şu Araplar da bize niye gerekli yardımı yapmıyor yavelerini yumurtmalamaya ve düşmanlığa.

Türkiye İMF ile yıllar süren müzakerelerden sonra anlaşma imzalamaktan vazgeçti.

20/25 Milyar dolardan başlayıp, 45/50 milyar dolayında bir borçlanmayı ifade eden görüşme maratonu nerede ise 2 yıldan fazla sürdü. Onlar bir takım şartlar dayattıkça, Hükümet de bir o kadar karşı şartlarını ortaya koydu.

Türkiye’nin 70 sente muhtaç olduğu, Ecevit iktidarının devrilip, yerien Demirel hükümetinin geldiği 1979 yılındaki gelişmeleri bilmem kaç kişi hatırlar. İMF Türkiye’ye tütünden, haşhaşa, şeker pancarına varıncaya kadar ne var ne yok üretmeyi yasaklamıştı. O yasak sebeiyle dünyanın en büyük haşhaş üreticisi olan Türkiye bu alandaki üretimini nerede ise sıfıra indirdi.

24 Ocak Kararlarını,

5 Nisan Kararlarını,

ve Ağır adamların Ağır Ekonomik Bunalımlarla ilgili açıklamalarını hatırlayın.

2008 de başlayan 2009 da ağırlığını arttıran ve 2010 da hala devam eden dünya ekononik bunalımı sırasında Türkiye İMF İLE ANLAŞMAYIP, BUNALIMDAN TEGET GEÇEREK KURTULDU İSE, BUNDA ARAPLARIN ÜLKEMİZE AKAN SERMAYESİNİN ÖNEMİNİ KİMSE GÖZDEN IRAK TUTAMAZ.

Batı dünyası bize beş kuruş verirken, beşbin kuruşluk acı reçete içiriyor. Ülkemizin iflah olmamasının ana sebeplerinden birisi de işin bu yönü olduğunu bu hükümet çok iyi kavradı, tedbirlerini ona göre aldı.

Ama Araplar Petro Dolarlarını bu ülkeye gönderir iken, Şeker Pancarı ekmeyeceksiniz, Tütünden vazgeçeceksiniz, Haşhaş ekimini bırakacaksınız, buğday alanlarını daraltacaksınız, bir çok iş kolundan işçiler çıkartacaksınız, şu,şu fabrikalarınızı kapatacaksınız, şu ara malı üreten fabrikalar çalışmalarına son verecek,geri kalmış yörelerde özel sektör gitmiyor ise, Devlet te gitmeyecek diye bir şey söylediklerini hiç duydunuz mu?

Şimdi o batıcı fırıldaklara soralım bakalım, son olay sebebiyle  kaç batı ülkesi Sayın Başbakana geçmiş olsun/taziye mesajı gönderdi?

Soru budur, sorun da budur.

ÖZEL NOT: Hukuk bilmeyenler yine esip savurmaya başladı. Anayasa Mahkemesi CHP nin başvurusunu kabul etti. CHP si Anayasa Mahkemesine açtığı davada hem usulden, hem de esastan TBMM sinin kabul ettiği Anayasa Değişiklik Kanunununun iptalini istiyor.

Anayasa Mahkemesi yapmış olduğu inceleme neticesinde Anayasa Değişikliğine ilişkin kanunu esastan değil, usulden inclemeye karar verdi. O zaman gazeteler haberi verirken, anlı şanlı yazarlar hükmü yorumlarken, Anayasa Mahkemesinin Anayasanın değişikliğine ilişkin kanunu esastan değil, usulden incelemeye aldığını, bunun da onun hakkı olduğunu belirtmeleri gerekmez mi? Yok yapmazlar. İlle de insanların zihnini bulandıracaklar.

Ama hemen şunu söyleyelim usuli incelemeler öyle bir hal alır ki, esasın önüne geçebilir. Yani Anayasa Mahkemesi usuli kurallara/kanun teklifinin meclise verilmesi, komisyonlarda görüşülmesi, TBMM si genel kuruluna indirilmesi, burada görüşme için uyulması gereken süreler ve gizlilik gibi/ uyulmadığını tespit etmesi halinde, kanunun usuli açıdan iptaline karar vermek gibi bir imkanı var ki, Allah korusun değişikliğin tümünün iptaline gidilmesi gibi bir durumu ortaya çıkarır, emekler de boşa gider. Ama kendileri ile görüştüğüm TBMM sindeki arkadaşlar, görüşme esnasında usule aykırı hiçbir durum meydana gelmedi, biz Milletvekilleri olarak bu konuda kendimizden eminiz dediler.