BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Cuma günleri risalei nurlardan ders yapmaya devam edeceğiz. İnşallah.
Elleziyne amenuv ve amilussalihati enne lehum cennatin tecriy min tehtihal enharu kullema ruziku minha min semeretin rizken kaluv hazelleziy ruzikna min kablu ve utuv bihi müteşabihen ezvacun muhehharetun ve hum fiyha haliduvn. " onlar ki iman ederler ve Salih ameller işlerler, muhakkak onlara altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Onların meyvelerinden yerler ve bu meyveleri yediklerinde "yarabbi bunlar daha önce bizi rızıklandırdığın nimetlere benziyor. Evet onlara dünyada yediklerinin benzeri ve tertemiz eşler verilir ve onlar orada sürekli olarak kalırlar"
Cennet-i bâkiyeye dair bâzı suallere kısa cevablardır.
Cennet'e dair, Cennet'ten daha güzel, hurilerinden daha lâtif, selsebilinden daha tatlı olan Beyânât-ı âyât-ı Kur'aniye kimseye bırakmamıştır ki, fazla birşey söylensin. Fakat o parlak, ezelî ve ebedî, yüksek ve güzel âyetleri fehme takrib için, bâzı basamakları; hem o cennet-i Kur'aniyeden nümune için bâzı çiçeklerin nümunesi nev'inden bâzı nükteleri söyleyeceğiz. Beş rumuzlu sual ve cevabla işaret edeceğiz. Evet, Cennet bütün lezâiz-i mâneviyeye medâr olduğu gibi, bütün lezaiz-i cismâniyeye de medârdır.
Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismâniyetin ebediyetle ve Cennetle ne alâkası var? Mâdem, ruhun âlî lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezâiz-i cismâniye için, bir haşr-i cismanî neden îcabediyor?
Elcevab: Çünki: Nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır.. fakat masnuat-ı İlahiyenin bütün enva'ına menşe' ve medâr olduğundan bütün anâsır-ı sairenin mânen fevkine çıktığı gibi.. hem kesafetli olan nefs-i insâniye; sırr-ı câmiiyet itibariyle, tezekki etmek şartıyla bütün letâif-i insâniyenin fevkıne çıktığı gibi.. öyle de, cismâniyet; en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı Esmâ-i İlâhiyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismâniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rızk zevkinde envâ'-ı mat'ûmat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem ekser Esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismâniyettedir. Hem gâyet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismâniyettedir. Mâdem şu kâinatın Sânii, şu kâinatla bütün hazain-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı Esmâsını bildirmek ve bütün enva'-ı ihsânatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyetinden, -Onbirinci Söz'de isbat edildiği gibi- kat'î anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-i âzamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedîsi olan dar-ı saadet, şu kâinata bir derece benzeyecektir. Hem cismanî, hem ruhânî bütün esâsâtını muhafaza edecektir. Ve o Sâni'-i Hakîm ve o dil-i Rahîm; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibâdât-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adâlet ve rahmetine zıd bir hâlet olur ki, hiç bir cihetle onun cemâl-i rahmetine ve Kemâl-i Aadâlet ine uygun değildir; kabil-i tevfik olamaz.
Sual: Cisim, eğer hayatî olsa; ecza-yı bedenî daim terkib ve tahlildedir.. inkıraza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, beka-yı şahsî ve muamele-i zevciye ise beka-yı nev'î içindir ki; şu âlemde birer esâs olmuşlar. lem-i Ebediyette ve lem-i uhrevîde, şunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennet'in en büyük lezaizi sırasına geçmişler?
Elcevab: Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkıraza ve mevte mahkûmiyeti ise, varidat ve masarifin müvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i Kemâle kadar varidat çoktur; ondan sonra masarif ziyadeleşir, müvâzene kaybolur.. o da ölür. lem-i ebediyette ise; zerrat-ı cisim sâbit kalıp terkib ve tahlile mâruz değil veyahut müvâzene sâbit kalır, (Hâşiye) varidat ile masarif müvazenettedir. Devr-i daimî gibi, cism-i zîhayat; telezzüzat için, hayat-ı cismâniye tezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir. Ekl ve şürb ve muamele-i zevciye; gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider. Fakat, o vazifeye bir ücret-i muaccele olarak öyle mütenevvi leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sâir lezâize tereccuh ediyor. Mâdem bu dâr-ı elemde, bu kadar acib ve ayrı ayrı lezzetlere medâr; ekl ve nikâhtır. Elbette dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennet'te o lezzetler; o kadar ulvî bir Sûret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştiha Sûretinde ilâve ederek, Cennet'e lâyık ve ebediyete münasib, en câmi' hayatdar bir mâden-i lezzet olur. Evet, "ve ma hazihil hayatüd-dünya illa lehvun ve leibun ve inned-darel ahrete hehiyey heyevan"(DÜNYA HAYATI OYUN VE OYUNCAKTAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.AHİRET HAYATI İLE KUŞKUSUZ DAHA HAYIRLIDIR" sırrınca, şu dâr-ı dünyada, câmid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu hayatdardırlar. Buradaki insanlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taşlar; emri anlar ve yapar. Sen bir ağaca desen : "Filân meyveyi bana getir", getirir. Filân taşa desen: "Gel", gelir. Mâdem taş, ağaç, bu derece ulvî bir Sûret alırlar. Elbette ekl ve şürb ve nikâh dahi hakikat-ı cismâniyelerini muhafaza etmekle beraber.. cennet'in dünya fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir Sûret almaları iktiza eder.
ÖZÜ: Dünyada hangi nimetlerden istifade etti isek, aynısını ve cismani halleri ile inşallah Ahirette tamda imkanı bulacağız.