BİZDEKİ DİNOZORLAR ADAM OLUNCAYA KADAR
SÖZ gazetesinin okurları olarak inanın çok şanslı durumdasınız. Cuma günü çıkan yazımız, Avrupa Birliği ile müzakereler başlığını taşıyordu.
Bildiğiniz üzere yazılar bir gün önce yazılıyor. Yani Cumanın yazısı Perşembe günü kaleme alınıyor, siz bir gün sonra okuyorsunuz.
O yazının biraz özetlenmesinde yarar var.
Diyorduk ki,
Türkiye’nin Avrupa birliğine katılım mücadelesi 1950 lerden başlıyor. Avrupa Ekonomik Topluluğu ismi ile kurulan birlik, kömür, demir çelik ve buna benzer alanlarda işbirliğini içerir iken, daha sonra Avrupa Ülkelerinin katılımı ile hemen her alanda ciddi birlikteliğe yöneldi ve ismini Avrupa Birliği olarak değiştirdi.
Avrupa Birliği ismini aldıktan sonra örgüt, birlikteliğin salt ekonomi ile sınırlı kalmasının artık mümkün olmadığını gördü ve kıtanın her alanda işbirliğini içeren siyasi niteliğe dönüştü.
AB liği, ABD, Rusya Federasyonu, uzak doğuda Hindu Çin(Çin-Hindistan) yanında dünyanın dört güç odağından birisidir. Bu "merkez" ülkeler, "mihver" ülkelerle birlikte mütalaa edildiğinde, dünya güç odaklarının dört eksende toplandığını görüyoruz. Türkiye bu merkezlerden birisi olan AB liğine katılım için Sayın Başbakanın dediği gibi 50 yıldır mücadele veriyor.
Türkiye ekonomik olarak güçlendikçe, ülkemiz insanının AB liğine katılma yolundaki isteğinde belirgin düşüş yaşanmaya başladı.
Demek ki biz AB liğini bir iş ve aş kapısı olarak görmüşüz.
Ben AB liğinin dünya insanlığına haklar ve hürriyetler bağlamında kazandırmış olduklarına dikkat çektim. Ekonomimiz AB liği ile yarışır hale gelmiş olsa bile, bu birliğin insan hakları ve hürriyetler bağlamında sahip olduklarını bütünü ile elde etmeden, o yöne sırt çevirmemizin asla doğru olmadığını düşünüyorum dedim.
Cumartesi günü Sayın Başbakanın, Yunanistan Başbakanı Papendreau ile Üniversitelerarası Erzurum Kış Olimpiyatlarının açılışına katılma programı vardı.
Papandreau Sayın Başbakan ile Erzurum caddelerini arşınladı. Erzurum’un enfes havasını sonuna kadar ciğerlerine çekti. Cağ kebabını yedi.
Erzurumlular da kendisine çok iltifat ettiler.
Papandreau burada toplamış olduğu moralle akşam yemeğinde, esti gürledi.
Kıbrıs işgali sürdükçe,Türkiye’nin Avrupa Birliğine asla üye olamayacağını, Eğe denizinde fır hattını ihlal eden Türk uçaklarının ne yapmak istediğini anlamadığını falan söyledi.
Türkiye’nin en hassas olduğu bu konuları siz Cuma günü okudunuz. Aynı gün Papandreau yazımızda sözünü ettiğimiz konuları bir daha şak diye önümüze koydu.
Onlar eskiden alışmışlardı, gelip esir gürler, kimse de cevap vermezdi. Ama artık devran değişti. Papendreauya Sayın Başbakan hem jest ve mimikleri ve hem de sözleri ile gerekli dersi verdi. Sayın Başbakan Konuşmasında , yaşanan acılar, savaşlar, çatışmalar, katliamlar dış politikanın belirleyici unsuru olsaydı, inanın bugün Avrupa Birliği diye bir ülke olmazdı. AB üyesi Avrupa Birliği üyesi ülkeler içinde hiçbir ülkeye yapılmayan, hiçbir ülkeye yaklaşım itibarıyla sunulmayan tarz Türkiye'ye yapıldı. Zira 1959 yılında ilk adımı atacaksın, 1963'te resmen müracaatınız olacak ve o günden bugüne kadar yaklaşık 50 yıllık bir süreç içerisinde Türkiye ile adeta kendilerine göre dalga geçen Avrupa Birliği üyesi var 27 tane.
2004 yılına kadar biz tüm AB liderler zirvelerine katılırken, 2004'ten sonra liderler zirvelerine de bizi kabul etmeme durumuna girdiler. Bu da samimiyetlerinin, bu da Türkiye'ye karşı yaklaşımlarının ne denli yanlış olduğunun açık, net ifadesidir. Yani burada AB üyesi ülkeler ne derlerse desinler, bize bunu anlatamazlar. Bunu kendileriyle çok açık, net konuştuğum için bunları da değerli dostumun yanında tekrar söylüyorum.''
''Elbette yaşananlar unutulmaz. Ama biz, yaşananları, acıları her gün çoğaltmak yerine, onlardan ibret alıyor, onlardan gereken dersi çıkarıyor, geleceği o yaşanmışların tecrübesi üzerine inşa etmenin mücadelesini veriyoruz''
''Bakın, 50 yıl sabreden bir ülke... Bir başka ülke var mı? 50 yıl. Sabrettik, hala daha sabrediyoruz. AB üyesi ülkeler aslında bizi sabır noktasında adeta test ediyorlar. Bakalım nereye kadar sabredeceğiz? Ben de kendilerine diyorum ki, eğer Türkiye'yi gerçekten istemiyorsanız istemediğinizi ilan edin. Açıklayın. Eğer bizi sabırda test ediyorsanız sabrın da bir sonu var. Bir yere kadar biz bu sabrı devam ettireceğiz, dadaşlığımızı bir yere kadar devam ettireceğiz'' diye konuştu.
KUZEY KIBRIS'A İZOLASYON SON BULMADI
Vizelerin kaldırılmasıyla Suriye ve Lübnan gibi ülkelerle ilişkilerin her açıdan geliştiğini anlatan Erdoğan, Kıbrıs'ta yaşanan gelişmelere de değindi.
Davos ve Burgenstock'ta, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile başlattıkları süreçte ''kazan kazan'' (win-win) esasına göre Kıbrıs sorununun çözülmesi önerisi getirdiklerini hatırlatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Burgenstock'ta bizzat işin başındaydım ve orada kapandık, çalışmalara başladık. Ne yapacaktık? Kıbrıs sorununu çözecektik. İmzalar atıldı ve atılan imzalara rağmen 26 Nisan 2004'te AB bu işi çözme noktasında kararlı olduğunun sinyallerini verdi. Oybirliği ile o gün karar verildi. Kuzey Kıbrıs'a uygulanan izolasyon son bulacaktı. Sorun son buldu mu? Bulmadı.
TÜRKİYE HEP VERSİN, KUSURA BAKMA
Peki ben bir başbakan olarak, bir siyasetçi olarak sorumlu bir kimlikteki insan olarak ne yapayım? Karşımdakilerin yaptığı bu. Oy birliği ile karar alıyorsunuz, hala bu kararı Kuzey Kıbrıs'a uygulamıyorsunuz. Hala izolasyon var. Ve hep siz verirsiniz. Kuzey Kıbrıs versin, Türkiye versin. Kusura bakmayın. Masaya oturacağız, karşılıklı menfaat esasına dayalı olarak bu işi çözeceksek çözeceğiz.
Ben buradan, Erzurum'dan, siz büyükelçilerimiz vasıtasıyla tüm dünyaya şu mesajımızı bir kez daha iletmek istiyorum; Türkiye olarak biz sadece ve sadece barıştan yanayız. Biz, kendimiz için istediğimiz kadar, her ülke için huzur istiyor, istikrar istiyor, refah istiyoruz. Bölgemizde olsun, küresel ölçekte olsun, haktan, uluslararası hukuktan, dayanışma ve paylaşmadan öte hiçbir gaye taşımıyoruz. Israrla ve altını çizerek bir kez daha söylüyorum; biz artık silahlara değil, eğitime; mayınlara değil sağlığa; tel örgülere değil, otoyollara, demiryollarına; çocuk katili olan füzelere, kitle imha silahlarına değil, çocukların umutla büyüyeceği yarınlara yatırım yapan bir dünya görmek istiyoruz. Biz artık enerjisini, mesaisini, çatışmaya değil uzlaşmaya, ayrışmaya değil ittifaka, yıkmaya değil yapmaya sarf eden bir dünya görmek, böyle bir dünyada yaşamak istiyoruz.
1952’den beri Patrikhane’ye kimse gitmezken, pazartesi günü benim yardımcım Arınç gitmiştir. Bizim Batı Trakya’daki seçilmiş müftülerimiz hala kabul edilmiyor, atama yapılamıyor. Patriğin bizim tarafımızdan atanması ne kadar yanlışsa Batı Trakya’daki müftünün atanması da yanlıştır.
SAMİMİ ŞEKİLDE ÇÖZÜM İSTİYORUZ
Kıbrıs'ta son derece samimi şekilde çözümü istiyoruz ama adil, kapsamlı ve kalıcı çözüm olmalı. Yunanistan ile ilişkiler son dönemde tarihinde olmadığı kadar ilerleme kaydetti. Aramızdaki vizeler kalktığı zaman insanlarımız arasındaki ilişkiler daha da artacaktır. Aramızdaki dış ticaret hacmi de sürekli artıyor ve biz bundan memnunuz. Bu şekilde Yunanistan - Türkiye ilişkilerinin örnek olmasını istiyoruz.
EGE BARIŞINI DOSTUM YORGO İLE SAĞLAYACAĞIZ
Kıbrıs sorunlarına ortak çözüm bulursak, karşılıklı sorunlar sona erecektir. Buna değerli dostumun dediği Ege uçuşları da dahil. Biz barış için çabalarken yazılı ve görsel medya ne der diye düşünemeyiz. Gerilimlere yol açmayacak bir Ege barışını dostum Yorgo ile birlikte sağlayacağız.
Ege'nin bizi ayıran değil birleştiren deniz olduğuna inanıyoruz ve Yunanistan'ın da buna inanması bizi memnun ediyor.
Hükümet olarak kısa değil, orta ve uzun vadeli hedeflere ilerliyoruz. Hedefimiz cumhuriyetimizin 100. yılıdır, yani 2023 yılıdır. 2023 itibariyle dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak istiyoruz.
Bunların hepsine amenna, kimsenin bir diyeceği yok, olamaz. İnsan hakları ve temel hürriyetlerde batı standardını yakalayıncaya kadar, o kapıyı zorlamaya devam edeceğiz, taki bizdeki dinozorlar adam oluncaya kadar.