BU BASİRETİ GÖRMEYELİM Mİ?

Genelkurmay Başkanı Gazetecilere verdiği son röportajında çok önemli şeyler söyledi.

Öncelikle Sayın Başbuğ , Sayın Başbakanın eşinin Gatada Hasta olarak yatan sanatçı Nejat Uygur’u ziyaret etmek istemesi ile ortaya çıkan sorunu ve sonucundaki gelişmeleri hoş karşılamadığını, çok açık olmamakla birlikte,kabul etti. Bu arada dönemin koşullarından falan söz etti. Yani o günlerdeki olumsuz gelişmelerin sorumluluğunun, söz konusu kararı verenlerde olduğunu, böyle bir şeyin şimdi yaşanmayacağını ifade etti.

İnsan hak ve hürriyetleri,hiç kimsenin çiğneyemeyeceği, onun bunun insafına terkedilemeyeceği belirli kurallara bağlanmaz ise, Arapların dediği gibi sorunlar "kıssatün la tentehi-bitmeyen hikayeye" döner.

"Kişi hak ve hürriyetlerinin özüne kimse dokunamaz, kimse ırk, mezhep, din gibi mukaddes değerleri sebebiyle kınanamaz, kamusal hakları elde etmede ve bunları kullanmada kimseye baskı yapılamaz,hiç kimse dini inanç, felsefi düşünce, örf ve adetinden kaynaklanan yaşam biçimini bir başkasına dayatamaz, aksine durum,düşünceyi aşıp  baskıyı ifade eden eyleme dönüştüğü takdirde cezai müeyyideyi gerektirir" hükmünün cari olacağı bir sistem getirilmez ise, gerçekten olay bitmeyen hikayeye döner.

Ali yazar, Veli bozar, küp suyunu çeker azar azar, üzülmüşsün neye yarar, keskin sirke küpüne zarar.

Sayın Gelenkurmay Başkanımız küpüne keskin sirkeyi hiç koymuyor. Çok açık ve net bir şekilde sorunlara suhuletle  yaklaşmayı , onları akıl, mantık ölçüleri içerisinde çözmeyi, gelişen,değişen dünya koşullarına herkesin uymaya mecbur olduğunu anlatıp, öğretmeyi kavramış bir bilge kişilik olarak karşımızda duruyor.

Sizler benim yağ mağ işi ile ilgimin olmadığını bilirsiniz.

Doğruya doğru, eğriye eğri demekten bugüne kadar hiç çekinmedim. Doğruyu söyleyen kim olursa olsun makbulüm, yanlış söyleyen en yakınım da olsa maznunum sayılır.

Şimdi de öyle yapıyorum.

Sayın Başbuğ’un kara kuvvetleri komutanı olduğu dönemde, örgüte karşı yapılan ve başarılı  sonuç getiren bir operasyondan sonra "bu işler öyle silahla falan çözülemez, biz olayı bir noktaya kadar taşırız, sonrası siyasilerin işidir. İşin sosyal, ekonomik, siyasi, insani boyutları var, kimse bunları görmezden gelemez. Herşeyi bizim üzerimize yıkarak sonuç almayı kimse aklından geçirmesin. Bu büyük bir kolaycılık olur , ama sonucu hep hayal kırıklığıdır. Bunu söylemeyi bir vazife biliyorum" anlamında açıklamalar yaptığında, günün siyasi aktörlerini uyarmış ve gerekli tedbirleri almalarını istemişti. Sayın Genelkurmay Başkanı o gün söylediklerini , bu gün uygulayan makam konumunda. Bakınız Allah’a şükürler olsun, Genelkurmay Başkanının , hükümet tarafından alınan tedbirlere destek olması, en azından açılım sürecini sekteye uğratacak bir beyanda bulunmamasının sonuçları ortada. Hükümet bu sayede kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerini açıkladı. Ve bu nedenledir ki, Örgüt ilan etmiş olduğu ateşkesi bozduğuna dair bir beyanda bulunmuyor. Ortam olabildiğince stabil durumda. Erzincan kırsalında 8 askerimizin şehit edilmesi olayının iç yüzünü hala doğru dürüst kimse öğrenebilmiş değil. Zira sanıklar yakalanmadı ve işin içerisinde ne hinliklerin döndüğü bütünü ile anlaşılamadı. Ben bunları görüyorsam ve doğruya doğru deme basiretini gösteriyor isem, yağcılık mı yapıyorum. Buna ne ihtiyacım var ki.

Bugün gelinen noktayı , alınan tedbirleri çok önemsiyorum.

O tedbirler layıkı vechi ile 58.nci hükümete kadar alınamadı. 58,59 ve 60. hükümetler döneminde atılan adımların yeterli olmadığı ortada ki, Sayın Başbakanın eşinin o çok insani, o çok medeni bir eylemi/hasta ziyaret talebi/ rütbeleri ne olursa olsun, beyaz önlüklerini üzerlerine giydiklerinde, herkesten daha çok merhamet sahibi olması gereken kişiler tarafından görmezden gelinmiş,ziyaretin gerçekleşmesi halinde istenmeyen bir mukabele göreceği hatırlatılmış. Nedir o mukabele? Devletin bir ve iki munaralı isimlerini bulundukları makama seçtiren kişinin eşinin, hastahane kapılarından çevrileceği hatırlatılmış.

Şimdi bırakın bunları yaşamayı, bir çok darbe planının hazırlanmasına vesile yapılan, Sincan’da siyasete balans ayarı yaptırmak için tankların yütürülmesini temin eden ve en son Balyoz Darbe planının en önemli dayanağı olarak anlatılan EMASYA protokolü de bir çırpıda kaldırıldı.

Balyozun sahibi emekli Organeral Çetin Doğan, Balyoz darbesi ile ilgili çalışma yaptıkları sırada, Emasya Protokolünü paşa paşa onlara imzalattık(Bu cümle ile neyi kasttettiğini aslında siz daha iyi anlıyorsunuz) demiş. Ve bu protokole dayanarak emrindekilere "hangi derece ve kademede olursa olsun, bütün komutanlar gerektiğinde, mülki amirden izin almadan her türlü müdahaleyi yapabilir" direktifini vermişti. Öyle anlaşılıyor ki, bu protokolle (SSD) Sürekli Sıkıyönetim Düzeni kurulmuştu.

Balyoz Darbe Planının bu protokole dayanılarak hazırlandığı anlaşılınca, kaldırılması gündeme geldi. Sayın Başbakan , biz Genelkurmay Başkanımız ve Kuvvet Komutanlarımız ile sürekli olarak paslaşıyoruz/görüşüp değerlendirme/yapıyoruz demişti. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Gazetecilere veridİği mülakatta bizim açımızdan da bu protokolün kaldırılmasında bir mahzur yok deyiverdi. Ve İç İşleri Bakanının açıklamasına göre evvelisi gün "tarafların" yeni bir belge imzalaması ile protokol yürürlükten kaldırıldı.

İçişleri Bakanı protokol üzerinde çalışıyoruz, kimi revizeler yapabiliriz demişti. Ama Sayın Başbakan "bir kere biz Emasya Protokolünü gündemden düşüreceğiz, bunu kaldıracağız" , bunun için gerekirse, kanun bile çıkaracağız demişti.

İşte Sayın Genelkurmay Başkanının rolü burada çok net ortaya çıktı. Eğer Protokolün kaldırılması için kanun v.s çıkarma gibi bir yola başvurulsaydı, önce bu işe Genelkurmay’ın karşı çıktığı anlaşılacaktı. Bu kanunun kaldırılması sırasında Mecliste kim bilir neler yaşanacaktı. Ordu ile ilgili laflar ileri geri konuşulacaktı. Biri Ordunun yanında, diğeri sanki karşısında gibi düşünülecekti.

Oysa bir kural hangi yol ile konulmuş ise, o yolla kaldırılır. Emasya Protokolü iki tarafın imzası ile çıkmıştı. Şimdi iki tarafın imzası ile kaldırıldı. Ülke büyük şaibelere sebebiyet veren kamburdan kurtulur iken, yepyeni sorunlarla karşı karşıya kalmadı.

Biz bu basireti görüp takdir etmeyelim mi?