BU DEFAKİ MAYINLAR SİYASİ

Bizim matbuat hani o meşhur deyimi ile tekeden yağ çıkarmaya bayılır.

Şimdiye kadar öyle garip işler yaptılar, öyle garip açıklamalarda bulundular ki, ya bunlar gerçekten bizim gazetelerimiz mi, yoksa biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz dedirttiler.

Mesela İsrail’in İran’a saldırıda bulunacağına dair yayınları, zannımca İsrail basını da bu ölçüde yapmıyor ve yazmıyordur.

Örnekleyelim mi?

İşte o manşetler.

İsrail  İran’a saldırmak için her türlü hazırlığını tamamladı.

ABD nin karşı tavrına rağmen İsrail İranı vuracak.

İsrail Genelkurmay başkanı yaptığı açıklamada, bize karşı tehlike oluşturan kim olursa olsun vurmaya hazırız dedi.

İsrail Başbakanı Netenyahu İranlılar sabrımızı taşırmasınlar ve bizi denemeye kalkışmasınlar, nükleer bomba üretimi konusunda mesafe alındığını hissettiğimiz an, İran’ı vururuz dedi.

İsrail İranı vuracak olur ise, BM ler Güvenlik konseyinin yapacağı bir şey yok.

Zira burada alınması istenen bir karara karşı ABD nin veto yetkisini kullanacağı kesin,

İlkbahar ile birlikte İsrail harekete geçecek.

ABD İsrail’e sonbaharda ABD de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarını bekle dedi.

Bu tür haberleri basınımızın güzide gazeteleri iki günde bir manşetine taşıyor.

Sanırsınız ki, Türkiye İsrail’dir ve İran Türkiye’ye saldırmak için kolları sıvamıştır.

Ben daha öncede yazdım ve bu tür manşetlere karşı Allah’tan korkun dedim.

Burası Türkiye ve ahalisinin yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu söyleniyor.

Hangi Müslüman İsrail’in İran’a yapacağı bir saldırıdan keyif alabilir?

Bizler aynı Allah’a, aynı kitaba, aynı Peygambere inanmıyor muyuz?

Kıyamet gününde her ümmetin başına kendi peygamberi, bizim de başımıza Allah Resulü Hz.Muhammed Mustafa (s.a.s) geçmeyecek mi? Biz o zaman İsrail’lilerle mi yoksa İranlılarla mı birlikte olacağız?

Yoksa biz o günlerde saf değiştirip, başka bir kavme mi katılacağız?

İnsanda biraz hamiyet olur, biraz vefa olur.

İsrail’i adeta böyle bir şey yapmaya ikna etmek bizim görevlerimiz arasında mı?

Şu yere göğe sığdıramadığınız İsrail, Filistinli kardeşlerine çocuk maması, yiyecek ve elbise götüren Mavi Marmara gemisine Genelkurmay başkanlarının eşliğinde saldırı düzenlemedi mi?

Bu saldırıda hani seçmece türünden sadece 10 Türk vatandaşını katletmedi mi?

İsrail’in Türkiyenin son 10 yılına damgasını vuran iktidarına karşı düşmanlığı, Filistinlilere olan düşmanlığından daha mı az?

Siz İsrail’in 50 seneden beri Filistin halkına karşı uygulamış olduğu zulmü neden dile getirmiyorsunuz, neden Filistinlilerin tahammül edilmez, çekilmez acılarına bir nebze olsun derman olmak için fikir üretmiyorsunuz?

İsrail’in elindeki atom bombalarını neden eleştirmiyorsunuz?

Dünya liderleri İran’a olmaz baskıyı yaparken, bir gün olsun İsrail’in yaptığı atom bombalarının hesabını neden sormadı?

İsrail’in elindeki atom bombaları zahir elma şekeri midir?

Buna benzer bir gelişme de bugünlerde yaşanmaya başladı.

Malum gazetelerimizde, ikide bir de Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı saldırısından söz ediliyor ve tamam Başbakan ağzındaki baklayı çıkardı, Suriye’ye savaş ilanı aşamasına geldik gibi manşetler atmaya başladılar.

Sayın Başbakanın Suriye’nin zulüm gören mazlum halkına karşı hassasiyeti ortada.

Arap baharı bahanesi ile Suriye’de bir an önce yağmurlar yağsın, ekinler başak versin, hasat edilsin, değirmenler öğütsün, hamur yapılsın ve mis gibi çörekler önümüze gelsin istedik.

Allah rahmet yağmurlarını her zaman ve istediğimiz ölçüde topraklarımıza yağdırmayabilir veya düşen yağmurlar bir de bakarsınız sel olabilir veyahutta biz hasadımızı yapacağımız esnada kurtlar ekinlerimize musallat olur ve onları yenilmez hale getirebilir.

İşte Suriyedeki kardeşlerimiz bakımından bugünlerde başlarına düşenin rahmet yağmuru mu, yoksa gazap hicarı(taşı) mı olduğunu bilmiyoruz.

Sünnisi Nusayrisi biri birine düşmüş, ölüm olmuş, ocaklarda geziyorlar.

Bu durumdan oldukça bizar olan Sayın Başbakan Slovenyaya giderken Uçakta gazetecilere Suriye ili ilişkili olarak açıklamalarda bulunmuş ve Esed’in kendi tavsiyelerini dinlemediğini, o sebeple işleri zora soktuğunu söylemiş.

Başbakan ülkemizde 20 binden fazla, Lübnan’da yüzbin civarında ve diğer komşu ülkelerde sayısını tahmin edemeyeceğimiz kadar çok Suriyeli’nin sürgünde olduğunu, onbinlerce Suriyelinin hayatını kaybettiğini söylüyor ve hem batının ve hem de BM Güvenlik konseyinin vaziyet almasını istiyor. Bu arada sınırlarımıza bundan böyle saldırı olur ise NATO sözleşmesinin 5 nci maddesi uyarınca üye ülkelerin yardımının talep edilebileceğini ifade ediyor.

Bunları biraz açmakta yarar var.

Sayın Başbakan bizim güzide matbuatımızın kavradığı gibi, biz bir başımıza Suriye’deki duruma müdahale edeceğiz demiyor.

Ya ne söylüyor;

Batılılar Libya olayında olduğu gibi Suriye meselesinde gerekli hassasiyetten maalesef yoksunlar.

Onların Libyanın petrolünü paylaşmak amacı ile bunu yaptıkları pek ala anlaşılıyor.

Suriye’nin petrolü olmadığı için ellerini ağırdan alıyorlar.

Ama buna rağmen Suriye’ye bir müdahale olacak ise, bu ancak BM ler Güvenlik Konseyinden çıkacak bir karara vabeste olabilir.

Veya

Sınırlarımıza bir saldırı olması halinde Türkiye, NATO sözleşmesinin 5 nci maddesini çalıştırarak, bu saldırıyı def etmek için üye ülkelerden yardım istenebilir, diyor.

Biz Suriye’nin bir süper güç ile ittifak etmeden( Rusya-Çin gibi) Türkiye’ye bir saldırı gerçekleştirebileceğine asla ihtimal vermiyoruz.

Mevzii hareketleri bir saldırı olarak değerlendirmek pek ala mümkündür, fakat bunu dünya ülkelerine gerçek bir saldırı olarak kabul ettirmek imkansızdır ve buna bakarak NATO nun topyekün bir savaşa gireceğinden ciddi manada endişelerimiz vardır.

Mevzii bir harekette Türkiye Nato’nun yardımını ister ve olumsu cevap almaz ise, başımızı ellerimizin arasına alarak bir kere, kendi başımıza müdahale eder isek iki kere düşünmemiz lazım.

İşin doğrusu Rusya ve Çin’in Suriye rejiminin yanındaki tutumuna bakıldığında, NATO’nun bu durumu hesaba katmadan topyekun savaş anlamına gelen bir icraata girişmeleri imkansızdır.

Geriye iki yol kalıyor.

Bunlardan birincisi BM ler başkanı Banki Mun’un Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın Suriye planı çerçevesinde sorunun içte çözülmesi, tabii ki en doğru ve akıllıca olanı da budur. Bu durumda Türkiye’nin kaybı tahmin edilemeyecek kadar büyüktür.

İkincisi BM ler Güvenlik Konseyinin bir müdahale kararı alması halinde, TBMM sinden karar çıkartmak suretiyle kervana katılmaktır ki, bu da şimdilik imkansızdır.

Ahmet bey artık eski Türkiye yok, yeni vizyonumuzu muhalefet kavramıyor gibi açıklamalar yapıyor.

Bu söze karşı şöyle bir değerlendirme yapsam yanlış mı olur?

Sayın Başbakanın Suriye ile Arap Baharı öncesine göre oluşturduğu dostluk, zaten yeni vizyonumuzun bir gereği değil mi idi? Geç bulduğumuzu çabuk kaybetmedik mi?